DW Türkçe'ye röportaj veren HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları Gülten Kışanak ve Fırat Anlı'nın gözaltına alınması başta olmak üzere son dönemde yaşananlara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Hakkınızda, Diyarbakır'da yaptığınız konuşma nedeniyle soruşturma açıldı. Soruşturmanın nasıl sonuçlanmasını bekliyorsunuz?
Hakkımda açılmış 103. soruşturma oldu. Dolayısıyla bütün yargıçlar, savcılar şu anda AKP'nin siyasi baskısı altında çalışıyor, bir kısmı ise siyasi talimatı altında görev yaparken, bu tür davaların adaletli sonuçlanmasını beklemek mümkün değil. Siyasi gelişmelere göre bu tür soruşturmaların seyri değişecektir.
Diyarbakır'da bundan böyle erken seçim yok, direniş var dediğiniz için soruşturma başlatıldı. Direniş ile neyi kast ediyorsunuz?
Açıklamamda detaylı şekilde belirttim. Toplantı hakkı, gösteri hakkı, şiddet kullanmadan, provokasyona gelmeden herkes hükümetin uygulamalarını protesto etmelidir çağrısı yaptım. Bu son derece anayasal gösteri çağrısıdır. Direnişten kastımız; hükümetin zulüm ve haksızlık politikalarına boyun eğmemek, sessiz kalmamaktır.
‘ÖZERKLİK AÇIKLAMASINI BEN DE YAPIYORUM’
Gültan Kışanak ve Fırat Anlı'nın PKK/KCK soruşturması kapsamında gözaltına alınmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu da tümüyle hükümetin sandıkta elde edemediği Diyarbakır belediyesini gasp yoluyla, hırsızlık yoluyla elde etmekten başka bir şey değil. Belediye başkanlarımıza yönelik suçlamaların hiç birinin ne terörle, ne terör örgütüyle ne de şiddetle ilgisi yoktur. Biz belediye başkanlarımızı tanıyor, güveniyoruz. Onlar sürekli barış için çalışan arkadaşlarımızdır. Umarım en kısa sürede serbest kalırlar. Zaten adil bir yargılanma olsa, gözaltına alınmamaları gerekiyordu. Bizi en çok huzursuz eden şey Türkiye'de yargının geldiği vahim durumdur.
Savcılığın gözaltı kararında Demokratik Toplum Kongresi'ndeki özerklik açıklaması ve bir PKK üyesine belediye cenaze aracı tahsis edilmesi gerekçe gösterildi. Bu gerekçe hakkında ne düşünüyorsunuz?
Gültan Hanım Demokratik Toplum Kongresi'nde, evet bir konuşma yaptı. Partimizin resmi bir çözüm önerisi olan özerklikle ilgili bir açıklama yaptı. Ben de yapıyorum, bütün partililerimiz de yapıyor. Nasıl ki, AKP ve Tayyip Erdoğan başkanlık sistemini savunuyorsa biz de özerklik sistemini savunuyoruz. Bunda hiçbir suç yoktur, olamaz da. Fırat Anlı ile ilgili olarak da belediyenin terör örgütü üyelerine tahsis ettiği söylenen cenaze araçları da; çatışmalarda çocuklarını kaybetmiş insanlara, çocuklarını defnetmek üzere belediyenin tahsis etmiş olduğu cenaze araçlarıdır. Burada terör örgütünün üyesine araç tahsis etmek gibi bir şey söz konu değil. Tam tersine halka hizmet açısından belediye yapması gereken hizmeti yapmıştır. Cenazelere ailelere hizmet sunmuştur. Bu da terör örgütüne destek olarak gösterildi.
‘KÜRTLER ZATEN AKP İKTİDARI VE RESMİ UYGULAMALARDAN UZUN SÜREDİR KOPMUŞ DURUMDALAR’
Diyarbakır Belediyesi'ne kayyum atanacağına yönelik haberleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Zaten çok sayıda belediyeye kayyum atandığı için hükümet şu anda halkın iradesine darbe yoluyla el koymuş durumda. Diyarbakır ve diğer illere de kayyum atanırsa, bu darbeci geleneğinin faturasını ilk seçimde hükümet çok ağır ödeyecektir. Bundan da belki önemlisi, Kürtler zaten AKP iktidarından ve Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi uygulamalarından uzun süredir kopmuş durumdalar. Bu tip uygulamalar bunu sadece pekiştirir.
‘DÜNYA İLE KÜRTLERİN İLİŞKİSİ NEREDEYSE TÜMDEN BLOKE EDİLMİŞ DURUMDA’
Darbe girişimi sonrası başlatılan soruşturma kapsamında aralarında Kürtçe yayın yapan, bölgeden haber bildiren medya kuruluşları kapatıldı. Bir muhalefet partisi olarak sesinizi duyurabiliyor musunuz?
Hayır. Şu anda bulunduğum yerde üç gündür internet yok. Diyarbakır ve birçok Kürt şehrinde internet yok. İnterneti tümden kapatıyorlar. Bütün radyo televizyon kanalları kapalı. Dünya ile Kürtlerin neredeyse ilişkisi tümden bloke edilmiş durumda, engellenmiş durumda. Hükümet tam bir karartma uyguluyor Kürt şehir ve Kürt halkına karşı. Fakat biz her şeye rağmen elimizdeki küçük imkanlarla sesimizi duyurmaya çalışıyoruz. Ama tarihin en büyük basın ambargosu ve sansürü ile karşı karşıyayız.
Siyasete olan inancınızı kaybediyor musunuz?
Biz siyasetin zorluklarını bilerek girdik. Yollar kapalı biliyoruz, siyasetin yolları dikenli biliyoruz. Ağır bedeller ödenmesi gerektiğini biliyoruz. Fakat biz yola çıkarken, zaten güllük gülistanlık bir süreç bizi beklemiyordu. Zorlukları aşmak için siyaset yapıyoruz. Zorluklarla karşılaştığımız anda demokratik siyasete olan inancımızı yitirirsek, şiddete teslim oluruz. Biz her şeye rağmen demokratik siyaset konusunda umutluyuz.
‘ÇÖZÜM SÜRECİ İÇİN BİR ARABULUCU YA DA ÜÇÜNCÜ BİR GÖZLEMCİ GÜÇ DE DEVREDE OLMALI’
Tüm bu gelişmeler ışığında çözüm sürecine geri dönülebilir mi?
Erdoğan kendi iktidarı için Türkiye'yi ateşe vermeye göze almış bir cumhurbaşkanıdır. Kolay kolay bu tutumundan vazgeçeceğini düşünmüyorum. Ancak AKP'nin bir erken seçimle iktidardan düşmesi, Erdoğan, siyaseten zayıflaması ve çaresiz kalması durumunda yeniden barışa ihtiyaç duyabilir. Ancak kısa vadede böyle bir ihtimal görünmüyor. Erdoğan hem Türkiye hem Ortadoğu'yu kan gölüne çevirmekten asla geri durmayan bir çılgın siyaset izlemekten geri durmuyor. Bütün olup bitenlerin baş sorumlusu Erdoğan'dır. Çözüm sürecini bitiren de Erdoğan'dır, savaş politikalarıyla oylarını artırmayı hesaplayan, hedefine doğru milliyetçi politikalarıyla giden de Erdoğan'dır. Herkesin Erdoğan'a barış masasına geri dön baskısını en net ve ısrarlı şekilde iletmesi lazım. Tüm Avrupa Birliği'nin ısrarlı şekilde savaş politikalarını en sert şekilde eleştirmelerini bekliyoruz.
Çözüm sürecine dönülmesi için hangi şartları zorunlu görüyorsunuz?
Daha önceki deneyimlere nazaran sürecin başarılı geçmesi için mümkün olduğunca şeffaflık, parlamentonun devrede olması ve bir arabulucu ya da üçüncü bir gözlemci gücün de devrede olması gibi hususlara dikkat edilmesi lazım.
Sık sık Avrupa’ya gelip AB yetkilileri ile temaslarda bulunuyorsunuz. Brüksel'den beklediğiniz desteği gördünüz mü?
Avrupa Parlamentosu bu konularda biraz daha duyarlı ama geri kalan Avrupa kurum ve devletleri maalesef Türkiye’de Erdoğan faşist rejiminin adeta destekçisi ve korkudan şantajla onun kuyrukçusu durumuna gelmişler. Ben bu konuda çok sert eleştiriyorum. Avrupa değerlerini hiçe sayan Avrupalı liderler büyük bir hayal kırıklığı yaratıyorlar. Bizim için ve Avrupa değerleri için bütün bu olup bitenlere karşı sessiz kalmamaları lazımdı. Fakat Erdoğan’ın mülteci kozuna böyle oldular. Kürtler ve Türkiye’deki diğer kesimlere dönük insan hakları ihlallerine sessiz kalarak bu suça ortak oldular.
‘PARTİMİZ PKK’NIN LEGAL KANADI DA, TEMSİLCİSİ DE DEĞİLDİR’
Avrupa Birliği Kürt sorununun siyasi yoldan çözülmesini destekliyor. PKK’nın bir terör örgütü olduğunun da altını çiziyor. Bunu nasıl görüyorsunuz?
Bu Avrupa Birliği’nin resmi görüşüdür, bizi bağlamaz. Partimizin başka bir resmi görüşü var. Biz şiddet ve silaha karşı olmakla birlikte sorunun müzakere ile çözülmesi gerektiğiniz savunan bir partiyiz. Ve partimiz ne şiddet ne terörle birlikte anılamaz. Bu ne hakkaniyete uygun ne de gerçekçi buluyoruz. Partimiz ile PKK arasında hiçbir şekilde organik bağ yoktur. Partimiz PKK’nın legal kanadı, temsilcisi de değildir. Partimiz PKK’nın yaptığı şiddet eylemleri ve bombalamadan vs. sorumlu tutulamaz. Bizim tutumuz nettir. Biz PKK’nın tümüyle masaya dönmesi için çaba sarf eden bir partiyiz. Ama aynı zamanda hükümetin ve hükümet adına silah, şiddet kullananların işlediği suçları da görmezden gelemeyiz. Birçok Kürt sivilin katledilmesi, Kürt yerleşim birimlerinin yakılıp, yıkılması, işkenceler ve hukuk dışı yargılamalar, infazlar, bütün bunlar da hükümetin işlediği suçlardır. Biz bunlara da karşı net bir muhalefet yürüten bir partiyiz. Bizi herkesin böyle değerlendirmesinde fayda var.