Türkiye'nin Suriye ve Irak'ta etkisini artırmak arzusu 'Sünnileri koruma' söylemiyle yükseltilirken, İran'dan ilk kez yüksek sesle itiraz geldi. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Irak ve Suriye'nin ‘egemenlik haklarına' dikkat çekerek, "Irak ve Suriye yönetimi talepte bulunursa başka bir ülke onların topraklarında terörizme karşı eylemde bulunabilir. Müdahale bu şekilde yapılırsa uluslararası kurallara göre yapılmış olur aksi takdirde bölgedeki güvensizliği artırır" ikazı yaptı.
Ruhani'nin sözlerinin anlamı ve İran'ın dış politikadaki duruşunu TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi'nden İran Uzmanı, Yrd. Doç. Dr. Gülriz Şen ile konuştuk.
‘İRAN KİMLİK TEMELLİ POLİTİKAYI TEHLİKELİ BULUYOR'
Bölgedeki gelişmelere paralel olarak İran'ın Şii kimliğinin Şii olmayan ülkeler tarafından çok vurgulanır olduğunu belirten Şen, "2003 sonrasında Ürdün Kralı'nın yaptığı Şii hilali tartışmalarıyla bunun canlandığını görüyoruz. Günümüzde de özellikle Şii milisler aracılığıyla Irak ve Suriye'deki etkinliği İran'ın Şii temelli bir dış politika yürütüp yürütmediğini gündeme getiriyor" diye konuştu.
Bu görünümün Ruhani ve temsil ettiği pragmatik ve kimi zaman reformcu dil açısından tehlikeli bulunduğuna da dikkat çeken Şen, "Çünkü Ruhani dış politika anlayışını ‘yapıcı angajman' olarak tanımlanmıştı. Oy alırken ya da İran'ı uluslararası ortamda temsil ederken hep bir itidal ve işbirliği vurgusu yapmıştı. Çünkü İran için önemli olan bu Sünni-Şii temelli ayrımı aşmak ve küresel siyasete bölgesel siyasete ve ekonomiye yeniden eklemlenmek. O yüzden İran esasen bu Şii argümanlara mümkün mertebe düşmemeye gayret ediyor" vurgusunu yaptı.
'BİZ KAFİRLERLE SAVAŞIYORUZ VURGUSU VAR'
İran'ın IŞİD'le mücadelede kullandığı ‘Biz kafirlerle savaşıyoruz' retoriğine dikkat çeken Şen, Nusra ve IŞİD gibi selefi örgütlerin Batı'dansa Şiileri ve İran'ı daha çok hedef tahtasına koyduğunu anımsattı.
Sahadaki gerçekliklerin İran'a özellikle Suriye ve Irak'taki politikasında Şii milisleri dayattığını da kaydeden Şen, bunun kasıtlı bir sektör politikadan ziyade realite olduğuna şu saptamalarla dikkat çekti:
"Suriye ve Irak'taki milisler Şii. Bu din bağı üzerinden bir örgütlenme. Ama bunun özünde Şiilik veya Sünnilik yok. Bu daha ziyade jeopolitik bir denklem. Bunu İran'ın bölgedeki nüfuzunu korumak ve arttırmak ve stratejisini koruma arzusu olarak görebiliriz. Ne Levantta ne de Fars körfezinde gücünü yitirmek istemiyor. Buradaki krizlerde aktif olarak savaşan insanlara ihtiyaç duyunca da bunları örgütlemek için zoraki bir şekilde Şii milislerden faydalanıyor. Burada kasıtlı bir sekter politikadan ziyade biraz bölgesel realiteler ve zorunlulukların etkili olduğunu düşünüyorum."
'İRAN VE IRAK'IN ŞİİLİĞE BAKIŞLARI FARKLI'
"Bunun için Ayetullah Sistani'nin açıklamalarına ve özellikle 2003'den sonra Irak'ta kurulacak yeni siyasi sistem konusundaki duruşuna bakmak gerekir. Orada yeni bir Irak İslam Cumhuriyeti kurulmasına ya da orada bir Velayet-i Fakih kurumunun oluşmasına karşı çıktı. Bu açıdan Irak'taki Şiilik ve İran'daki Şiiliği topyekün birlikte değerlendirmek yanlış olacaktır. Ben daha çok meselenin jeo politik yanının önemli olduğunu düşünüyorum. Bir de Sistani Irak'ın parçalanmasına karşı cihat çağrısında bulundu O da tabii ki her kişi kendi kullanabileceği enstrümanlarla bu siyasete müdahil olmaya çalışıyor. Bunu özünde dini birşey olmaktan çok jeopolitiğin dini kullanması, enstrümanlaştırması olarak görüyorum ben. Ama bunu dini odakları güçlendirmesi veya siyasetlerin laik çizgiden uzaklaşması gibi ileride sonuçları olabilir. Mesela Irak parlementosunda bu kadar savaş ve yıkımın arasında alkol yasağı getiriyorlar. Bu bir yandan jeopolitik gerçekler bu sekter ayrışmaları hızlandırıyor ama öte yandan dine bu kadar alan açılınca onun toplumsal hayat açısından bazı yansımaları oluyor."
‘Şİİ HİLALİ TARTIŞMASI İRAN'I ÇEVRELEMEK İÇİN'
İlk olarak Ürdün kralı Abdullah tarafından söylenen ve bölgedeki Şii azınlıkların Ortadoğu haritasındaki varlığını baz alan ‘Şii hilali' söyleminin ABD ile İran arasındaki gerilimle de ilgili olduğunu belirten Şen'e göre, Batı da bunu çıkarları için benimsedi:
"ABD'de askeri seçeneğin masada olduğu, nükleer anlaşma öncesi o çok buhranlı dönemden bahsediyorum. Ahmedinejad'ın retoriği, hem Levantta hem Körfez'de İran'ın etkinliği derken İran'ın ABD için oldukça büyük bir tehdit oluşturduğu bir dönem. Aynı şekilde İsrail için de. Aynı şekilde Suudi Arabistan için de. İran'ı bölgesel politika olarak çevrelenmek istediği zaman bunun ekseninin bu Şii hilali tartışması olduğunu görüyorum. ABD'nin de buna sıcak baktığını görüyorum."
‘İRAN'IN SURİYE DENKLEMİNDEKİ ROLÜNÜ ŞİİLİKLE AÇIKLAYAMAYIZ'
'ŞAM DÜŞERSE SIRA BİZİM TOPRAKLARIMIZA GELİR DÜŞÜNCESİ VAR'
İran'ın hem rejimin hem de devletin varlığının bölgesel çapta mücadelesini verdiğini de belirten Şen, Tahran'daki şu algılara dikkat çekti:
"Yani İran'da pek çok söylem iç içe geliyor. Bir yandan ‘Batı bizi elimine etmek istiyor, Hizbullah'a giden köprümüzü yıkmak istiyor, Batı Filistin direnişinin temel aktörlerinden Suriye'yi alt etmek istiyor' söylemi var. Öte yandan ‘Bakın burada türeyen örgütler asla İslam'dan değil bunlar kafir. Hatta bunları Batı yarattı' söylemi var. Hatta son dönemde ‘Suriye'yi kaybedersek, Şam düşerse bu örgütler topraklarımıza gelir' söylemi var. Hatta Ayetullah Hamaney'in danışmanlarından birinin diyor ki, ‘Huzistanı mı kaybedelim Şam'ı kaybedelim derseniz, Şam yerine Huzistanı elimizde tutmanın bir anlamı yok. Huzistanı kaybeder, Şam'ı elimizde tutarsak biz Huzistan'ı yeniden kazanabiliriz.' Yani Suriye aslında İran'ın bir iç güvenlik mevzusu haline gelmiş durumda."
‘İRAN İÇİN ESAD SADECE ALTERNATİFSİZ'
'CLINTON OBAMA'DAN DAHA ŞAHİN BİR POLİTİKA İZLEYECEK'
ABD ile İran'ın ise nükleer anlaşmanın ardından ilişkileri biraz da olsa rayına soktuğunu ancak tarafların hala birbirine kuşkulu baktığının altını çizen Şen, "İran'ın dış politikasının uluslararası ilişkilerin normlarıyla daha çok konuştuğunu görüyoruz. Obama'nın Ortadoğu'daki en büyük miraslarından biri İran'la kotarılmış nükleer anlaşma olacak. Çünkü bölgeyi büyük bir felaketten kurtarmış oldu. Diplomasiye de bir şans verdi. Nükleer anlaşma beklentileri ne ölçüde karşıladı bu bir tartışma konusu. İki ülke arasındaki güvensizlik halen daha aşılabilmiş değil, bu kolay da değil" dedi.
Bölgesel güçlerin savaştan ziyade diplomasiyi yeğlemeleri ve ortak bir paydada buluşabilmelerinin de önemine dikkat çeken Şen'e göre Clinton'ın da nükleer anlaşmaya karşı olmasa bile Obama'dan daha şahin bir politika izleyeceği öngörülmeli.