Açıklamanın tam metni şöyle:
"15 Temmuz darbe girişiminden 5 gün sonra ilan edilen Olağanüstü Hal uygulamasının amacı, uygulamayı ilan eden Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a göre “demokrasiye, hukuka ve özgürlüklere karşı değil, tam tersine bu değerleri koruma ve güçlendirme amacına yönelik” olacaktı. Başbakan Binali Yıldırım’a göre de “devlet OHAL’i millete değil, kendisine” ilan etmişti. Ancak bu uygulamanın kısa sürede devletin kendisinden uzaklaşıp “millete” yöneldiği birçok örnekle ortaya çıktı. Erdoğan’ın OHAL’le koruyacağını vaat ettiği “demokratik değerler” arasında sendikal özgürlükten ifade-basın özgürlüğüne, halkın haber alma özgürlüğünden toplantı ve gösteri özgürlüğüne çok sayıda değer iki buçuk aylık kısa zaman dilimi içinde tek tek ihlal edildi. Bu ihlallerden kanalımız da 29 Eylül’de alınan bir hükümet kararıyla etkilendi.
5 buçuk yıldır yaptığı yayıncılıkla Türkiye’nin önemli medya merkezlerinden biri haline gelen İMC TV, 22 televizyon ve radyoyla birlikte “terör örgütleriyle ilişki” gibi bir suçlamayla bir günde kapatıldı. Kanalımızın hukuksuz şekilde kapatılması milyonlarca insan tarafından canlı olarak izlendi. O nedenle o anları tarif etmeye, tekrar etmeye gerek yok. Ancak hükümetin, haber ve gazetecilik yapmak, bunu da evrensel basın-yayın ilkeleri çerçevesinde gerçekleştirmek dışında bir “suçu” olmayan kanalımıza yönelik uygulamalarını asla kabul etmediğimizi tekrar vurgulamak istiyoruz.
İMC TV başka bazı televizyon kuruluşlarının aksine sadece 15 Temmuz günü değil, o gün de dâhil olmak üzere yayına başladığı günden bu yana demokrasi ve toplumsal barış vurgusuyla yayın yapmış ve bunu da başarıyla gerçekleştirmiş bir kanaldır. Bu zaman dilimi içinde Türkiye’nin hangi bölgesinde, hangi siyasal kesiminde olursa olsun hiçbir ön yargı veya kabule bağlı kalmadan sadece gazetecilik refleksleriyle hareket etmiş bir yayın kuruluşudur. Kanalımız Türkiye’deki ana akım medyaya hâkim olan milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, militarizm ve devletçilik gibi yapısal sorunlardan kendini uzak tutmuş, barış gazeteciliğini öne çıkarmıştır. Türkiye’nin en çatışmalı dönemlerinde de yine ana akım medyadan farklı olarak çatışmayı derinleştirecek bir yayını değil, çatışmanın çözümünü dert eden bir anlayışı benimsemiş, bu anlayışı “ana akım” haline getirmeye çalışmıştır.
Darbe girişiminin yaşandığı 15 Temmuz gecesinde de şu anda kanalımızın kapatılmasına ses çıkarmayan birçok yayın kuruluşunun aksine askeri hareketliliğin ortaya çıktığı andan itibaren sokağın, halkın, sivil siyasetin sesini duyurmaya çalışmış, bunu an be an ekranına yansıtmıştır. Bu yayın da özellikle Ankara muhabirlerimizin hayati tehlike atlattığı şartlarda, önce Ankara sokaklarında, ardından bombalanan TBMM çatısı altında gerçekleşmiştir. Bu yayını da siyasi iktidara yaranmak için değil, sivil siyasete, demokratik değerlerin vazgeçilmezliğine ve gazetecilik değerlerine olan inancı dolayısıyla gerçekleştirmiştir. Bu nedenle darbecilere karşı OHAL ilan ettiğini iddia eden bir iktidar, İMC TV ve benzer çizgideki yayınları kapatmasını ne Türkiye’de ne de uluslararası alanda hiç kimseye izah edemeyecektir.
Kanalımıza yönelik PKK yöneticileriyle yapılan söyleşilerin hükümete yakın yayın organlarında suçlama olarak yansıtılması bu yönden tamamen anlamsız ve etik dışıdır. Bu söyleşiler en beceriksiz okur-izleyicinin dahi kolaylıkla anlayabileceği şekilde sadece haber yapma saiki ve kamuoyunu aydınlatma amacıyla yapılmıştır. 28 Aralık 2012’de başlayan ve adına “çözüm süreci” denilen dönemde devlet yetkililerinin PKK yöneticileriyle yaptığı müzakereler tüm toplumda on yıllardır devam eden savaşın biteceği yönünde büyük umutlar doğurmuştur. Nitekim 2013 ile 2015’in ortasına kadar geçen iki buçuk yıllık süreçte Türkiye toplumu on yıllardır uzak kaldığı bir çatışmasızlık dönemi yaşamıştır. Dolayısıyla bu tarihi sorunun çözülmesi yönünde umutların arttığı bir dönemde sorunun iki tarafındaki görüşlerin kamuoyuna yansıtılması bir gazetecilik görevidir. İMC TV de bu ödevini, devletin resmi ve gayrı resmi medya organlarının da benzer bir çaba içinde olduğu bir dönemde yerine getirmiştir. Öte yandan bir olay veya söyleşinin haber değeri taşıyıp taşımayacağına hükümetler değil gazeteciler karar verir. Bu anlamda da kolayca suçlamalara konu edilen haber ve söyleşilerimiz bizim açımızdan haber değeri taşıdığı için yayınlarımızda yer bulmuştur. Bu haber ve söyleşilerimizin hükümet, yargı veya hükümet medyası tarafından söz konusu dönemde suçlama konusu yapılmayıp konjonktürün değiştiği bir döneme denk getirilmesi bir başka çelişki ve haksızlıktır.
Kanalımızın “temas-mesafe” ilişkisini koruyamadığı tek kesim izleyicisi, halkın kendisi olmuştur. İMC TV’yi hükümetin hedefi haline getiren temel unsur, 2015’in Temmuz ayında başlayıp hala devam eden çatışmalı süreçteki benzersiz yayıncılığından başka bir şey değildir. Kanalımız son bir yılda Cizre başta olmak üzere, Nusaybin, Sur, Yüksekova, Silopi, Şırnak ve İdil gibi kentlerdeki sayısız hak ihlalini cesurca gündeme getirmiş, bu ihlalleri başarıyla görünür kılmıştır. Muhabir ve kameramanlarımız zırhlı araçların, tankların içinden değil, büyük bir yıkıma uğratılan kentlerin sokaklarından, savaşın mağduru olmuş vatandaşların evlerinden yayın yaparak oradaki gerçeği tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Hükümetin esas rahatsızlığı bu gazetecilik pratiğimize yöneliktir. Gazetecilerin görevi iktidar temsilcilerinin demeçlerini yayınlamak değil, iktidarın yaptığı ihlalleri kamuoyuna göstermektir. Bu anlamda sorumluluğu iktidara değil, halkadır. İMC TV de halka karşı bu sorumluluğunu Türkiye gibi demokrasi kültürünün hala yeşermediği bir ülkede başarıyla yerine getirmiş, bu nedenle de anti demokratik bir uygulamayla ve yargısız infazla susturulmuştur.
Bu yargısız infaz 12 televizyon ile 11 radyo istasyonu açısından ifade ve basın özgürlüğünün, halkın da haber alma hakkının açık ihlalini doğurmuş, yanında tamiri zor mağduriyetlere yol açmıştır. Kapatılan televizyon ve radyoların mallarına el konmuş, buralarda çalışan yüzlerce gazeteci bir haftada işsiz kalmıştır. Türkiye’nin zaten zayıf olan demokrasisi çok daha zayıflamıştır. Tüm bunlara rağmen bu açık hukuksuzluklardan vazgeçilmesini sağlamak bizim için olduğu kadar bu ülkedeki siyasi partilerden sivil toplum örgütlerine herkesin görevidir. Bu anlamda hükümete tüm bu hukuksuzluklardan geri dönmesine yönelik çağrımızı yineliyor, toplumun diğer kesimlerinden de dayanışma beklediğimizi ifade etmek istiyoruz."