Zirvenin, yüzün üzerinde ülkenin devlet başkanları ile uluslararası insanı kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve iş çevrelerini 'Tek İnsanlık, Ortak Sorumluluk' şiarı ile buluşturacağı kaydedilirken “Zirvenizin, Türkiye sınırları içinde ve etrafında yaşanmakta olan zincirleme evrensel ve insani hukuk ihlalleri hakkında uluslararası insanı mekanizmaları harekete geçirmeye vesile olmasını ummak isterdik. Ancak, böylesi kritik bir zirveye ev sahipliği yapmanın, Erdoğan rejiminin, ulusal ya da uluslararası hukuk önünde hiçbir hesap verebilirlik gözetmeden işlemekte olduğu hak ihlalleri ve insani suçların üzerini örtmeye vesile olma ihtimalinden ciddi bir endişe duymaktayız. Bu çekincemizle, ülkemizde Erdoğan’ın otoriter idaresi altında yaşanan siyasi ve insani krizin boyutlarını sizlerle paylaşmayı sorumluluğumuz olarak görüyoruz” denildi.
HÜKÜMET MUHALEFETİ TERÖR SÖYLEMİYLE KRİMİNALİZE EDİYOR'
“Sayın Erdoğan’ın başından bu yana Suriye krizini derinleştiren mezhepçi ve müdahaleci dış siyaseti, yıllar içinde Türkiye topraklarını Suriye savaşının uzantısı haline getirdi ve ülkemizdeki çatışmayı da Suriye’ye taşıdı. Erdoğan rejiminin kışkırttığı bu bölgesel çatışma, Kürt meselesini sürdürülebilir barışçıl çözüme kavuşturmak vizyonuyla, hükümet ile Kürt muhalefeti arasında 2013 yılında başlatılan görüşmelerin 2015 yılının Nisan ayında Sayın Erdoğan tarafından ansızın sonlandırılmasıyla birlikte dramatik bir boyut kazandı.
Son bir yıldır, merkezi iktidar ülke içinde ve dışarıda yükselttiği savaş ve çatışma politikalarına karşı her türlü muhalefeti insafsız bir ‘ulusal güvenlik’ ve ‘terör’ söylemiyle kriminalize ederek bastırmaktadır. Yıllar boyu hükümetin barışçıl çözüm inisiyatifini destekledikten sonra, Kürt bölgesinde yükseltilen savaş politikalarını eleştiren 1128 Barış İçin Akademisyenler inisiyatifi üyesi hakkında 'teröre destek' suçlamasıyla yürütülen soruşturma ve yargılama süreçleri, demokrasi ve barış aktivistlerin maruz kaldığı bu devlet-güvenlikçi cadı avının en çarpıcı örneklerindendir. Erdoğan rejimi, herhangi bir fren-denge sisteminin olmadığı ve siyaset kurumunun, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, medya kuruluşları, üniversiteler ve iş çevrelerini hedef alan ‘güvenlik operasyonları’ ile ikame edildiği bu çok tanıdık otoriteryan güvenlikçi devlet mantığını, Yeni Türkiye olarak tanımlamaktadır.
Bu ortamda, Kürt bölgesinde yükselen çatışma politikalarına en ufak bir haber ya da eleştiri ortaya koyan gazeteci ve aktivistler, Erdoğan rejimi tarafından ‘terör propagandası’ yapmakla suçlanıp keyfi gözaltı ve tutuklamalarla cezalandırılırken, iktidarın Suriye politikasına yönelik eleştiriler, ünlü gazeteciler Can Dündar ve Erdem Gül’ün mahkumiyetiyle sonuçlanan MİT Tırları Davası’nda olduğu gibi, ‘vatana ihanet’ ya da ‘casusluk’ türü ithamlarla kriminalize edilmektedir.”
Mektupta son dönemde Güneydoğu’da süren operasyonlar ve sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili bilgi de verilirken hükümetin mültecilere yönelik karnesinin de iyi olmadığı görüşü ifade edilerek “Uluslararası camia, hükümetin, mültecilerin kırılganlıklarını AB’ye karşı nasıl tehditkar bir koz olarak kullandığının farkındadır. Bugün, AB’nin, Erdoğan rejiminin Avrupa’ya mülteci akışını önlemek için yaptığı işbirliği karşılığında sivil Kürtlere yönelik sistematik insan hakları ihlallerine sessiz kaldığı da herkes tarafından bilinmektedir. Mamafih, bu işbirliğinin insanı bilançosunu ödeyen Ege sularında kaybolan mülteci kadınlar ve çocuklardır” denildi.
ZİRVENİN EN TEMEL ÖDEVİ TÜRKİYE’DE YAŞANAN DURUMA UYGUN POZİSYON ALMAK'
Birinci Dünya İnsanı Zirvesi’nin de en temel ev ödevinin, diğer coğrafyaların yanı sıra, Türkiye’de yaşanan 'alarm verici duruma uygun bir pozisyon almak ve bu insanı krizin çözümü için perspektif geliştirmek' olduğu ifade edilen mektupta şunlar kaydedildi:
“Bu ülkenin, temsilcisi olduğumuz halklarının içinde yaşadığı son derece gerçek insanı krizlere karşı tavır almamanız durumunda, yukarıda ayrıntılandırdığımız koşullar altında yaşayanlar, küresel insani gündemin, bir kez daha, jeopolitik ve iktisadi hesaplara feda edildiğine şahitlik etmiş olacaklar; ki bu, insanı rejime yönelik güvensizliklerini, hayal kırıklıklarını, ve bir başına bırakılmışlık hislerini derinleştirecektir. Son olarak, halklar ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış kadim Suriye, Irak, Türkiye ve Filistin topraklarındaki çapraşık insanı krizlerin, doğrudan devletler arasındaki jeopolitik ve iktisadi hesaplar ve pazarlıkların sonuçları olduğu göz önünde bulundurulduğunda, yerel ölçekli demokratik özerklik ve hesap verebilirliğin, bu insan-yapımı insanı krizleri önlemek için merkezi bir ehemmiyete sahip olduğunu dikkatinize sunmak isteriz.”