Peki, Amerika'da Avrupa'nın monarşik düzenlerinden kopmuş farklı kimlikler arasında şiddetli çatışmalar da içeren mücadelelerden doğmuş olan ‘özgürlükçü sekülarizm', Türkiye'nin bulunduğu coğrafyada tesis edilebilir mi? ‘Özgürlükçü sekülarizm' ve ‘otoriter laiklik' diyerek ortaya atılan kavramlaştırma çabalarını Koç Üniversitesi'nden Prof. Murat Somer ile konuştuk.
‘SEKÜLERLEŞME OSMANLI DÖNEMİNDE BAŞLADI'
Somer, laikliğin fikir ve ifade özgürlüğünün en önemli güvencesi olduğunu belirtirken, tartışmanın Türkiye'de geçmişinin eski olduğunu, liberal siyasal aktörlerin özgürlükçü laiklik argümanlarını anımsattı. Ancak Davutoğlu ‘özgürlükçü laiklik' dediğinde neden bahsediyor, neyi kast ediyor? Murat Somer laikliğin iki temel prensibini şöyle anımsattı: "Din ve vicdan özgürlüğü, düşünce özgürlüğü de bunun temel bir parçası. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması. Yani devletin herhangi bir dini temsil etmemesi ve devlet işleri görülürken de belli bir dinin ayrıcalıklı bir etkisinin devlet işleri üzerinde olmaması." Avrupa tarihinde devletin dinin de üzerinde meşruiyet sağlaması sürecinde daha güçlü bir pozisyona geçtiğini anımsatan Somer, "Örneğin Avrupa'da devletlerin kendilerini Katolik kilisesinden ayırmaları, bunu yapmak için de Katolik kilisesi üzerinde bir tahakküm oluşturmaları" dedi. Aynı meselenin Türkiye'de de olduğuna atıf yaparken, sekülerleşmenin de cumhuriyetten de önce Osmanlı döneminde başladığını anımsattı.
Fatih dönemindeki örfi hukuk, ‘mecelle' anımsatıldığında, "Dini hukukun devlet eliyle, devletin müdahalesiyle, devletin inisiyatifiyle daha modern daha kodlanmış sistematik bir hale getirilmesi. Yani şeriat hukuku var ama şeriat hukuku hiçbir zaman sistematik bir hale getirilmemiş" ifadelerini kullanan Somer, Cumhuriyet'in bu süreci devam ettirmekle birlikte bir kırılmaya da tekabül ettiği görüşünde:
"Çünkü Osmanlı'nın yapmadığı, yahut yapmak istemediği bir şekilde din ve devlet işlerini çok daha sert bir şekilde ayırıyor. Ayrıca birinin özellikle sosyal hayattaki rolünü gene yukarıdan aşağıya olmak üzere çok daha azaltıyor. Eğitim olsun, sosyal hayat düzenlemeleri olsun. O zaman sadece devlet içinde örgütlenmiş din de değil sosyal hayatta Sufilerin etkisi de kırılıyor, tekke ve zaviyeler kapatılıyor. Tabii geleneksel dinin çok devlet işleriyle iç içe olduğu bir düzenden laik düzene geçerken bu otoriter, otoriterlik derken bunu kast ediyoruz."
‘Otoriter laiklik' ile sadece dini özgürlüklerin değil laik bazı özgürlüklerin de kısıtlandığını savunan Somer, şöyle dedi: "Dolayısıyla hem özgürlükler yeterince sağlanamıyor, hem de laik özgürlükler zarar görüyor. Örneğin kutsal din duygularına hakaret etmek yasak. Elbette hakaret onaylanamaz ama bu tabii düşünce özgürlüğüne de zarar veriyor. Salman Rüşdi'nin Şeytan Ayetleri kitabını düşünün. Bazı insanlar bunun ne olduğunu bilmek isteyebilirler ama bir kitabın, ifadenin düşüncenin yasaklanması ortaya çıkıyor. Evrim teorisi deyince bazı insanlar için bu da dine aykırı görülebiliyor. Böyle kısıtlamalar eklenebilir."
‘FRANSIZLARA AMERİKAN MODELİNİ ALIN DESEK…'
Somer, "Aydınlanma ve Fransız Devrimini yaşamış Fransızlara ‘ey Fransızlar siz özgürlükçü değilsiniz Amerikan modelini uygulayın' denilebilir mi diye sorulduğunda, Amerikan modelinin çoğunluk dininin bulunmadığı bir konjonktürde kurulduğu yanıtını verdi. Türkiye'ye gelince işin değişmesini ise ‘çoğunluk dini' bulunmasına bağladı:
Murat Somer'e göre, İsmail Kahraman yanlış bir yerden bir adım attı. Peki Davutoğlu? Somer'in yanıtı şu: "Davutoğlu'nun bahsettiği gibi özgürlükçü bir laiklik, yani bu ne anlama gelir, hem laik özgürlükleri hem dini özgürlükleri hem çoğunluk dininin özgürlüklerini hem azınlık gruplarının inanmama özgürlüklerine devletin yine çok karışmadığı, devletin daha nötr olduğu, sadece bu özgürlükleri korumaya çalıştığı tür bir laiklik modeli kast ediyor olsaydı…"
‘ÖZGÜRLÜKÇÜ LAİKLİĞİ LAİKLER KURABİLİR, DİNDARLAR DEĞİL'
Somer bu açıdan 2008-2010 yılları arasında belki Türkiye'de daha çok laiklik taraftarı olan siyasal partiler ve CHP daha özgürlükçü bir laiklik üzerinde anlaşabilseydi bu sorunun daha çok uzlaşma ile çözülme imkanı olduğu iddiasında. Türkiye'de bunun tabanı olduğunu savunurken de ‘kadınlara' atıf yapıyor.