‘MÜSAADE EDİLECEK BİR DURUM DEĞİL'
Ömer Çelik, konuya ilişkin olarak, "Talep ettiği rota Suriye sınırına yatay bir şekilde geçen bir rota, aynı zamanda Hatay'a kadar giden bir rota. Tabii şu anki güvenlik sorunları sebebiyle, o bölgedeki sorunlar sebebiyle, mücbir sebeplerle buna izin verilmesi söz konusu değil. Bizim Suriye sınırımızda bir gözlem uçuşu yapılması, Hatay'a kadar gidilmesi, oradaki güvenlik sorunları nedeniyle müsaade edilecek bir durum değil. Dolayısıyla bu Rus uçağının gözlem uçuşu yapmasına bu çerçevede müsaade edilmemiştir" dedi.
‘BU FEVKALEDE YANLIŞ OLUR'
Son zamanlarda ülkeye gelen AB yetkililerine de bir uyarıda bulunduklarını vurgulayan Çelik, "Sanki Türkiye-AB ilişkileri sadece 'mülteci meselesi' ve 'göçmen krizi' üzerinden tanımlanıyormuş gibi. Bu fevkalade yanlış olur. Bu Türkiye açısından kabul edilemeyecek bir yaklaşım olduğu gibi Avrupa Birliği açısından da dünyaya ve bölgemize verilmiş çok yanlış bir mesaj olur. Sadece göçmen krizine indirgenmiş, göçmen krizi üzerinden canlandırılmış bir ilişki biçimi Avrupa Birliği'nin değerler mantığına da Türkiye'nin tam üyelik müzakeresi yürüten bir ülke olarak pozisyonuna da aykırıdır" değerlendirmesinde bulundu.
‘BİZ SAHAYI ÇOK İYİ TAKİP EDİYORUZ'
Türkiye Cumhuriyeti topraklarında statüsü, kimliği, hukuki durumu ne olursa olsun hiç kimsenin sağlık hizmeti almasının engellenemeyeceğine dikkati çeken Çelik, şöyle devam etti:
Çelik, ‘bölgede ambulansların yaralılara gitmediği' yönünde iddiaların söylendiğine değinerek, "Oraya defalarca ambulanslar gidiyor. Fakat ne oradan yaralılar çıkıp bu ambulanslara geliyor, ne de oradaki teröristler buna müsaade ediyor. Sürekli olarak ateş açılıyor. Aynı rahmetli Tahir Elçi'nin öldürülmesinde olduğu gibi" dedi.
‘AMBULANSLARA ATEŞ AÇILIYOR'
Ortada hakikaten yaralılar varsa, bunun herkes açısından ilgilenilmesi gereken bir durum olduğuna işaret eden Çelik, şunları söyledi:
"Ambulanslar gidiyor, oradaki barikat ve hendeklerin sınırına kadar yaklaşıyorlar. Ya üzerlerine ateş açılıyor ya da ortam uygunsa hiçbir yaralı gelip de bu ambulanslarda tedavi görmek üzere bir şekilde buraya yaklaşmıyor. Şöyle bir tablo var bunu artık açık bir şekilde söylememiz lazım. Birilerinin cenazeleri ve yararlıları, terörist faaliyetlerin lojistik desteği haline getirmesine müsaade etmeyiz. Yani bir cenaze politikası, yaralı politikası bu terör politikasının parçası olarak konumlandırılamaz. Cenazeler ve yaralılar insani ve vicdani bir durumdur. Buna karşı hepimizin en yüksek insani ve vicdani hassasiyetle yaklaşması gerekir. Ama birileri bunu terörle mücadeleyi aksatmak için ya da kendi terör faaliyetlerinin lojistik unsuru haline getirmek için kullanıyorsa bu istismara karşı hepimizin insani, vicdani ve siyasi olarak tepki vermesi son derece normaldir."
'BAZI UNSURLAR FIRAT'IN BATISINA GEÇTİ'
PYD'nin Fırat'ın batısına geçip geçmediği ile ilgili haberleri de yakından takip ettiklerini belirten Çelik, şöyle devam etti:
"Suriye Demokratik Cephesi'ne bağlı bazı unsurların geçtiğini tespit ediyoruz, PYD ile ilgili söz konusu edilen o Tişrin barajı çerçevesindeki o dinamik ortamda bazı iddialar var, kuşkusuz bunu takip ediyoruz. Türkiye'nin milli güvenliğini tehdit eden herhangi bir şey söz konusu olursa bununla ilgili ne yapılacağı zaten daha önce de açık bir biçimde ortaya koyuldu."
‘BAĞIMSIZ KÜRDİSTAN BÖLGENİN HUZURA KATKI SAĞLAMAZ'
Suni devletler, suni siyasi yapılar ve suni oluşumların çok geniş bir coğrafyada etkinliğini sürdürdüğünü dile getiren Çelik, şu değerlendirmelerde bulundu:
"Bu bölgede yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması, bunu sadece bir Kürt bölgesi için ya da başka bir bölge için söylemiyorum, bölgenin huzuruna katkı sağlamaz. Şimdi bu söylendiği zaman, 'Yani başkalarının buna hakkı var da Kürtlerin buna hakkı yok mu' deniyor. Bugünün meselesi, bu dünyanın meselesi, bu çağın meselesi… Zamanın ruhunun bize emrettiği şey şudur; yeni birtakım devletçikler ya da birtakım suni kriz alanları oluşturmak değil. Bütün bu devlet içerisindeki sınırlara saygı duyarak ama bu sınırları aşan ekonomik ve siyasi birlikler oluşturabilmek, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak bu bölgeleri ve halkları yaklaştırabilmek, Anadolu'nun ve Mezopotamya'nın insanlarını ortak kültür havzasının, ortak refah havzasının, ortak güvenlik havzasının ve ortak özgürlük havzasının eşit unsurları haline getirebilmek. Dolayısıyla meseleyi bir devlet meselesi olarak koyarsak 19. yüzyılın bu ilkel ulus devlet yaklaşımının yeniden dejavu etmesi gibi bir sonuçla karşı karşıya kalırız. Bu, kimseye fayda getirecek, kimsenin özgürlüğünü, refahını artıracak bir tutum değil. Dolayısıyla meselenin, 'devlet olsun-olmasın' gibisinden tartışılması, bence Sykes-Pikot'un yarattığı suni gündemi daha da pekiştirmekten başka bir işe yaramaz. Bu bölgede kafa yormamız gereken şey, bütün etnik grupların, bütün mezhep gruplarının, devletlerin sınırlarına saygı duyarak, bu sınırları aşan yeni refah alanları, yeni refah bütünleşmeleri, yeni özgürlük bütünleşmeleri ve yeni siyasi yaklaşımları, yeni kültürel entegrasyonları nasıl üretebileceği üzerinde kafa yormaktır diye düşünüyorum. Dolayısıyla çok doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyoruz."