Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde gerginlik kritik düzeylere ulaşmış durumda. Bazı politikacılar ve siyaset uzmanları, ülkenin etnik bir iç savaşa sürüklendiğini savunuyor. Pekçok yerde 'güvenli bölge' ilan edildi. Sık sık onlarca kişinin öldürüldüğü saldırılar düzenleniyor.
Peki tarafların amaçları ne? Bölgedeki tehlikenin boyutu ne?
Konuyla ilgili Sputnik'e konuşan HDP Dış İlişkilerden Sorumlu Eş Başkan Yardımcısı ve Van Milletvekili Nazmi Gür şunları söyledi:
Yakın geçmişe kısaca göz attığımızda, hem ateşkesin kimin tarafından bozulduğu, hem de çatışmaların kim tarafından başlatıldığını anlamak çok kolay olur. Ülkenin anayasasına göre bağımsız olması gereken Cumhurbaşkanı, Haziran seçimleri öncesi açık bir şekilde AKP propagandası için alana indi. Ve sayın Davutoğlu’ndan çok daha büyük bir kampanya yürüterek ülkeyi 7 Haziran seçimlerine götürdü. Seçim süresi boyunca partimiz yüzlerce kez saldırıya uğradı, hatta Diyarbakır’da Eş Başkanımızın konuşmacı olduğu miting bombalandı. Hem de seçimden iki gün önce…
İkincisi, tek başına ülkeyi yönetme arzusunda olan sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı ile yetinmedi. Cumhurbaşkanı’na 12 Eylül Anayasası’nın tanıdığı bütün yetkileri aşarak kullandığı yarı-başkanlık ya da başkanlık sistemi yetkilerini, anayasaya geçirmek istedi. Başkan olmak istiyordu ama onun ihtimali kalmadı. Çünkü 7 Haziran seçimleri bir koalisyon durumu ortaya çıkardı. Üstelik HDP, barajı geçerek %13’lük gibi çok büyük bir başarı elde etti. Ama Erdoğan, ortaya çıkan tabloyu tanımadı. Ne seçim sonuçlarını tanıdı, ne de HDP’nin 80 kişilik büyük bir grupla parlamentoya girişini hazmedemedi.
Sonuç olarak Erdoğan demokratik yöntemlerle kazanılan bir seçimi yok saydı ve ülkeyi iç savaş tehlikesine sürükleyerek, milletin oylarını kendisinde toparlayıp 400 milletvekiliyle iktidara gelmeyi hedefliyor.
Bütün bu yaşananların sebebi, Erdoğan’ın kuracağı otoriter rejim için gerekli değişiklikleri yapma isteğidir. Bunu Kürtler, Türkiye’nin demokrasi güçleri asla kabul etmez. İşte Cizre ve diğer bölgelerde gerçekleşen ablukalar, sıkıyönetim pratiği, sokağa çıkma yasakları da bunun sonucudur.
Cizre’de yedinci güne varan bir sokağa çıkma yasağı var. 120 bin nüfuslu kent, bugün AKP’nin askeri ve polisinin ablukası altında. İnsanlar cenazelerini bile gömememekte. Şu ana kadar 20’nin üzerinde sivil kayıp var. Sokağa çıkmak zorunda kalan her sivil acımasızca vuruluyor. Öyle ki, artık vurulan insanlar gömülemediği için insanlar buzdolaplarında, dipfrizlerde cenazelerini korumak zorundalar. Cizre’de şu anda 5 cenaze bir marketin buzdolabında, üstelik elektrik de olmadığı için jeneratörle soğutuluyor. Yine 12 yaşındaki bir kız çocuğunun cenazesi 3-4 gün ailesinin evindeki buzlukta tutuldu.
Eş Başkanımız sayın Selahattin Demirtaş ve iki bakanımızın da eşlik ettiği çok sayıda milletvekili, belediye başkanı ve sivil toplum örgütleri temsilcileri şu anda Cizre’ye ulaşmak üzereler. Sık sık önleri polis ve güvenlik güçlerince kesildi. Ancak maalesef Cizre’deki gelişmelerin önüne geçilmiş değil. Heyetimizin ve arkadaşlarımızın da maalesef can güvenliği yok. Çünkü polis ilçeye girmek isteyen sivillere de engel olmakta ve ateş etmekte. Hatta iki milletvekilimiz, sayın Meral
Dolayısıyla, durum vehametini koruyor. Umarım Ankara’da aklı selim galip gelir, bu hukuk dışı, insanlık dışı pratiğine son verilir.