Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'da Mimar Sinan Camii'nde Ramazan Bayramı namazını kıldı. Daha sonra vatandaşlarla bayramlaşan Erdoğan, HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın PKK'ya silah bırakma çağrısını ve çözüm sürecini değerlendirdi. Demirtaş'ın, örgütün silah bırakmasını PKK'nın İmralı'daki cezaevinde olan lideri Abdullah Öcalan'a havale etmesine tepki gösterdi. "Milletvekillerinin İmralı'ya gitmesinin anlamı ne?" diye sordu. Erdoğan'ın açıklamaları şöyle:
"‘Silahı bırakın dememizle bırakılmaz' yaklaşımı ayrı bir konu. Bunu Ada'ya havale etmek o da ayrı bir konu. Bir taraftan sırtını oraya dayayacaksın, bir taraftan ‘Bunu İmralı çözer' diyeceksin. O zaman milletvekillerinin Ada'ya gitmesinin ne anlamı var? Herhalde turistik ziyaret yapmıyorlar. Samimiyet arıyorum. 6-7-8 Ekim tarihlerini unutmam mümkün değil. 50 kişinin ölümü var. Ölen Kürt, öldüren Kürt. Eline saz ver, cici çocuk diye meydana çıkart. Samimi olmamız lazım."
'İSTİHBARİ OLARAK BİLİYORUZ'
"Bayramı bayram gibi yaşamak istiyoruz ama ne yazık ki ülkemizin doğusunda bayramı bayram gibi yaşayamıyoruz. Hâlâ bölücü terör örgütü ne yazık ki tırları yakabiliyor, sivil vatandaşları minibüsleri tarayabiliyor. Bu şartlar altında parlamentoda temsil kabiliyeti bulmuş olan uzantının elinden geleni yapması lazım. Organik bağımız yok diyor. Olmayacak tabii. Ama olduğu ortada. Organik olmasa da inorganik bağın var. Bölgede dolaşınca biliyoruz, istihbari olarak bunu biliyoruz. Bir bölgede silme bir partiye oy çıkıyorsa bu düşündürücüdür. Demek burada silahlarla tehditler var. Bunlar bizzat yaşandı. Tabii önümüzdeki süreç, arkasına bu gücü alıp siyaset yapanlar çok daha hassas olmak zorunda. Demokratik parlamenter sistem içinde bu işi yürütmek istiyorlarsa buna inanmaları lazım. Türk milleti bu konuda hassasiyeti ortaya koydu. Sabrın da bir sonu var. Aydınlık yarınların Türkiyesi bizim için çok önemli. Bunun, birlik, beraberlik, kardeşlik içerisinde olması lazım. Biz özellikle Cumhurbaşkanı olarak, Türk'ün Kürt'e, Kürt'ün Türk'e ülkemizdeki Abhazasının, Gürcüsünün, Lazının, Arnavutunun, kim varsa 78 milyonuyla biz, kardeşlik bağları içerisinde birbirine kenetlenmiş bir Türkiye'yi imar etmek durumundayız."
"Herkes, kendi değerler silsilesi içerisinde bir siyaset yürütebilir ama bunu ülkenin şartları olarak ortaya süremez. Yani, 'Ülkenin şartları olarak bunlar kabul edilmelidir' diyemez. Siz eğer demokrasiyi bir uzlaşma şekli olarak görüyorsanız siz de şartlarınızı söyleyeceksiniz ama karşı taraf da şartlarını söyleyecek ve bu şartların bir bileşkesi ortaya çıkacak. Bu siyasi bileşke üzerinden de adımınızı atacaksınız. Eğer birbirinize şartlarınızı dayatmaya kalkarsanız zaten ortaya o zaman bir senfoni çıkmaz. Bir kakofoni çıkar. Ama biz senfoni arıyoruz. Bunun tadını alalım."
'NEYİN MUTABAKATINI KİMLE SAĞLIYORSUNUZ?'
28 Şubat'ta Dolmabahçe Sarayı'nda Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ve HDP heyetinin yaptığı görüşme sonrası Abdullah Öcalan'ın PKK'ya silah bırakma çağrısı okunmuştu. Açıklamada hem Öcalan'ın silah bırakma çağrısı hem de üzerinde müzakerelerin yapılacağı 10 madde duyurulmuştu. Erdoğan bu görüntüyü daha önce yanlış bulduğunu söylemişti, görüşünü tekrarladı.
"Dolmabahçe mutabakatı ifadesini asla kabul etmiyorum. Çünkü o toplantı bir mutabakat toplantısı olamaz. Ortada bir hükümet vardır. Öbür tarafta gurubu olan bir siyasi parti var. Neyin mutabakatını neyle ve kimle sağlıyorsunuz? Mutabakatın yeri parlamentodur. Ortaya Türkiye mutabakatı gibi değerler silsilesi ortaya konulur ve onun bir karşılığı olur. Bölücü terör örgütüne sırtını dayayanlarla mutabakat asla düşünülemez. O fotoğraf karesi doğru bir şey değildir."