Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Hükümete, çözüm sürecinde izlediği yöntemler konusunda yeni ve sert eleştiriler yöneltti.
Erdoğan, Ukrayna'dan dönerken, Cuma gecesi uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Erdoğan'ın yeni açıklamaları, Arınç'a doğrudan yanıt anlamına gelmiyor. Erdoğan'ın, bu söyleşiyi verdiği uçağı, Cumartesi gününün ilk saatlerinde İstanbul'a iniş yaptı. Arınç ise Cumartesi öğleden sonra konuşmuştu.
Fikret Bila'nın Milliyet'teki köşesinde bugün aktardığına göre, Erdoğan'a çözüm süreciyle ilgili yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:
Bugün Diyarbakır'da Nevruz kutlamaları var ve bu Nevruz'da silahların bırakılmasına ilişkin net bir çağrı bekleniyor. Sizin beklentiniz nedir?
Ben yıllardır bekliyorum, yeni değil. 2005'ten bu yana, Diyarbakır konuşmasından bu yana bekliyoruz. Nitekim geçenlerde ne dedim? Uygulamayı görmek lazım. Uygulamayı görmedikten sonra bu konuda bir şey söylemek mümkün değil. Açık açık bir şey söyledim. Ret politikalarını kaldıran iktidar, bizim iktidarımızdır. İnkâr politikalarını kaldıran bizim iktidarımızdır. Asimilasyon politikalarını kaldıran bizim iktidarımızdır. Bunlar kalktıktan sonra hala bu ülkede Kürt sorunu vardır denilebilir mi? Kürt vatandaşlarımın sorunları olabilir, Türk vatandaşlarımın sorunları olabilir. Ama Kürt sorunu demek suretiyle bu ülkede maalesef adeta bir ayrımcılığa doğru çanak tutanlar, bundan rant elde edenler var. Buradan siyasi Kürtçülük yapıyorlar ve bu siyasi Kürtçülükten de rant elde ediyorlar. Biz diyoruz ki bu ülkede benim Kürt vatandaşımın elde edemediği ne var? Cumhurbaşkanı mı olamıyor? Başbakan mı olamıyor? Bakan mı olamıyor? Milletvekili mi olamıyor? Genel Müdür mü olamıyor? Müsteşar mı olamıyor? Ne olamıyor? Devlet dairelerinde göreve mi gelemiyor? Milli Eğitim Bakanlığı'na eleman alınacak, bilgisayarlar çalıştırılıyor, bilgisayarların çalıştırılması neticesinde de bakıyorsunuz yüzlerce, binlerce, belki de on binlerce Kürt vatandaşım değişik yerlerde öğretmenlik kazanıyor, gidiyor orada öğretmenliğini yapıyor. Aynı şekilde KPSS'de olan durumlar böyle. Ve bütün bunlara rağmen bakıyorsunuz, hâlâ Kürt sorunu diyorlar. Silahların gölgesinde siyaset yapanlar var. Gelinen noktada da tablo ortada: İmralı başka, dağ başka; parti içinde de biliyorsunuz, eşbaşkanları başka, Dolmabahçe'de konuşanlar başka.
Kürt sorunu yoksa ve önemli ölçüde her şey çözülmüşse Çözüm Süreci dediğimiz şey ile ne yapılmaya çalışılıyor? Örneğin 28 Şubat günü Dolmabahçe'de bir metin okundu.
Bir metin okunmadı, iki metin okundu. Onların okuduğu metinle Yalçın Bey'in okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Aynı metin değildi dikkat ederseniz.
DOLMABAHÇE TOPLANTISINI DOĞRU BULMUYORUM
Onların okuduğu metindeki on madde, Kürt sorununun HDP ile en azından bir anlamda görüşülmesi anlamına gelmiyor mu?
Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Çünkü bu toplantıda hükümetin Başbakan Yardımcısı'yla şu an parlamento içinde olan bir grubun yan yana o resmi vermesini ben şahsen doğru bulmuyorum. Daha önceleri gerektiğinde bir arkadaşımız onlarla görüşmeler yapar ve açıklama yapılırdı. Ama o toplantıda olduğu gibi medyanın karşısına çıkmak suretiyle, iki ayrı metin deklare edilmiyordu. Böyle bir şey hiç yaşanmamıştır. Bunu doğru bulmuyorum. Açıklanan 10 maddelik metne gelince; o metinde bir demokrasi çağrısı yok. Bu metnin demokrasi adına neresini kabul edeceğim? Metni incelersek oradaki konuların çoğunun demokrasiyle falan yakından uzaktan alakası yok. Hala yeni yeni talepler ortaya çıkıyor. Daha sonra Başbakan Yardımcımızın yaptığı bir açıklama var. Onların tamamen aksine. Yani birbiriyle tamamen örtüşen bir şey yok. O zaman neyi görüştüler? Buna ortak bir deklarasyon diyebilir misiniz? Böyle bir şey var mı?
40 BİN İNSAN ÖLDÜ, YAZIK GÜNAHTIR
Peki Çözüm Süreci'ni bu noktada nasıl algılamalıyız?
Çözüm Süreci meselesi, sadece Kürt meselesi üzerine bina edilmiş bir mesele değil. Sürecin meselesi; Güneydoğu'da, Doğu'da, ülkemizin genelinde ölümler dursun, anneler ağlamasın üzerine kurulu. Süreç, tüm bunlara yönelik bir adımdır. 78 milyon tümüyle sürece dahil. Onun içindir ki tüm vatandaşlarımız buraya katkı sağlıyor. Biliyorsunuz bunun ilk adımı Demokratik Açılım'dır. Ondan sonra Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi'dir. Ondan sonra buna Çözüm Süreci dedik. Yani böyle bir süreç gelişti. Bu Kürt sorunundan ari bir süreçtir. Kürt sorunu ifadesini kullananlarla ilgili sürekli olarak diyorum ki demek ki bazıları hala ret, inkâr, asimilasyon politikalarının devam ettiğini sanıyor. Halbuki biz tüm bunlara son verdik. Bunlar ayaklarımızın altında. Kimse kalkıp da bu ülkede ‘Tayyip Erdoğan Kürtleri yok farz ediyor' diyemez. ‘Kürtlere herhangi bir tavır sergiliyor' diyemez. Hakkari bu işin en güzel örneği. Hakkari'de havalimanı yapıyoruz. Adamlar durmadan müteahhit değiştiriyorlardı. Gelip makineleri yakıyorlar, tehdit ediyorlar, müteahhit gidiyor. Kaçıp giden müteahhit de Kürt. Aynı şeyi Ağrı'da, Kars ve Iğdır'da da yaptılar. Buralar dikkat ederseniz Kürt vatandaşlarımızın yoğun olduğu bölgeler. Ama biz bu tehditlere rağmen oraları da bitirdik, Hakkari'yi de bitireceğiz. Siz daha ne istiyorsunuz? Gazetelerden bir tanesinde ‘Evlatlarımızı istiyoruz' diye yazıyor. Tamam da bu evlatlar öldüyse, öbür tarafta Türk'ün evlatları da öldü. Aynı şeyi maalesef diğer etnik unsurlara mensup olan vatandaşlarımızın evlatları da yaşadı. Zaten bütün derdimizi bunun üzerine bina ediyoruz. 40 bin insan öldürüldü bu ülkede. Yazıktır, günahtır. Diyarbakır meydanındaki anneler niçin ağlıyorlar? Evlatları dağa kaçırıldığı için. Bu anneler Kürt değil mi? Kürt. Beşinci kattan atılan Yasin Börü Kürt değil mi? Kürt. Eee nasıl sen onu hem oradan atıyorsun hem de araçla üzerinden geçiyorsun? Bunun hangi vicdanda yeri var?
HÜKÜMET BENİMLE HER AN HER KONUYU GÖRÜŞMÜYOR
İzleme Kurulu'nu doğru bulmadığınızı söylemiştiniz. Şimdi de Dolmabahçe görüşmesini doğu bulmadığınızı söylüyorsunuz. Cumhurbaşkanı olmadan da söylediniz ben bu işin devamlı takipçisi olacağım diye. Hükümet zaten bu konularda sürekli sizle istişare ediyor. Bir taraftan hükümete bakıyoruz siz sonra ‘o yanlış oldu' diyorsunuz.
Bakın. Hükümetle Cumhurbaşkanı her an her konuyu görüşüyor diye bir şey yok. Yani olaya böyle abartılı yaklaşım doğru değil. O dediğiniz başkanlık sistemine geçtiğimiz zaman olabilir. Başkanlık sistemine geçmeden olmuyor. Orada kendi tasarruflarını kullanmışlar. ‘Hayırlı olsun' demek düşer bana. Ama ben de, bu durumdan rahatsız olduğumu söyleme hakkına da sahibim. Bunu söyledim. Akil insanlardan böyle bir grubun gönderilmesi konusu benim Başbakanlığım zamanımda da gündeme gelmişti. Bana bunu sordular ve ben dedim ki ‘doğru bulmuyorum.' Şimdi bu bilindiği halde, şu an böyle bir şey yapılıyorsa, konu bana sorulduğunda ben yine aynı şeyi söylemek durumundayım. Nitekim, yine aynı şekilde, buna katılmadığımı söylüyorum. Niye katılmıyorum? Çünkü birileri hep bundan geçmişte prim yapmışlardır. Hatırlarsınız. Sizlerin de bizlerin de görüştüğümüz bazı köşe yazarları dağa gitmiştir. Dağa gittikten sonra da kitabını yazmıştır ve o görüşmeden prim yapmıştır. Hatta bizim resmi konutta ben bir yemekli toplantıda bunu söylemiştim de bir tane köşe yazarımız ‘Ama bu hakaret oluyor' diye isyan etti. Yok dedim, vakıa bu; şöhret basamaklarını daha kolay tırmanmak için böyle bir şey içerisine giriyorlar. Dolayısıyla bu husus istismara açık bir olay. Mesele, ne dediğini öğrenmek değil mi? Bunu öğrenmek için bunun siyasi temsilcisi olan parti üç temsilci seçiyor ve muntazaman kendisiyle konuşuyorlar. Başkalarının da gitmesine ne gerek var? Mesele, bilgi almak ve mesaj vermekse zaten bu yapılıyor.
İstanbul Üniversitesi rektör seçimleriyle ilgili son durum nedir? Bu konuda tartışma yaşanıyor. Kimi rektör olarak atayacağınızı olgunlaştırdınız mı?
Biliyorsunuz, önce üniversitede seçim yapılıyor. Sonra altı isim YÖK'e gönderiliyor. YÖK de bu altı isim içerisinden üç ismi bana gönderiyor. Şu an da YÖK'ten üç ismin bana gelmiş olması lazım. Ben de bu hafta içerisinde o gelen üç ismin değerlendirmesini yapıp bu hafta içinde altı üniversitenin rektörünü açıklayacağız.
ZORUNLU DERS OLMAZ
Sözlerinizden şunu çıkarabilir miyiz? Özerklik, anadilde eğitime geçmek gibi talepleri aşırı mı buluyorsunuz?
Anadilde yaygın eğitim diyorsunuz. Bir defa eğitim sistemimizin içerisinde anadil seçmeli ders olarak konuldu mu? Bitti. Daha ne olacak? Bir de zorunlu mu olsun diyorsunuz? Olabilir mi böyle bir şey? Bu ülkenin resmi bir dili var. Batılı ülkelerde, kendi evlatlarımız için bırakın zorunluyu, seçmeli derse bile müsaade etmiyorlar. Halbuki AB müktesebatının içerisinde var bu. Türkiye'de seçmeli ders olarak biz bunu zaten koymuş durumdayız. Şimdi kalkıp bir de zorunlu istiyorlar. Bu istemelerin ardı arkası kesilmez. Bunlar hep devam eder. Hiçbir alanda bu bitmeyecektir. Niye? Samimi ve dürüst davranmıyorlar.
Partiyi kurup da ben Güneydoğu'yu dolaştığım zaman, oradaki kanaat önderleriyle yaptığım toplantılarda bana ne söylüyorlardı biliyor musunuz; ‘Sadece şu Olağanüstü Hali kaldırın yeter. Biz sizden başka bir şey istemiyoruz.' Ve biz Olağanüstü Hali Abdullah Bey'in Başbakanlığı döneminde iki ay içerisinde kaldırdık. Kimileri bugün halen bu ülkeyi bölmeye yönelik adımlar, talepler peşinde. Onun için bölücü terör örgütünün bu tür taleplerine ‘evet' demek bu milletin tarihine de mevcut yapısına da çok çok terstir.
DEMİRTAŞ'I 6-8 EKİM'DE GÖRDÜK
Demirtaş grup toplantısında size yönelik ‘HDP var oldukça başkan olamayacaksın' dedi. Bu sözler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yorum yapmayayım. Ben de bir cümleyle cevap vereyim. Bunlar 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de benim Çankaya'ya çıkamayacağımı söylüyorlardı. Yüzde 52 milletim bana teveccüh gösterdi. O yüzde 10'u bile bulamadı.
Demirtaş ayrıca yine size yönelik Çözüm Süreci'nde gelen aşamayla ilgili ‘Size minnet borcumuz yok' şeklinde bir cümle kullandı.
Onların tavrını 6-8 Ekim'de gördük. Halkı sokağa döken bunlar değil miydi? Akşam başka sabah başka konuşuyorlar. Hiçbir zaman bunların bir dediği bir diğerini tutmuyor. Parlamentonun kürsüsünde Ak Parti'nin Grup Başkan Vekili konuşma yapıyor. Ve owradan bakıyorsunuz bir bayan koşuyor Sayın Elitaş'a yükleniyor. Ardından ikincisi de yüklenip taciz ediyor. Üstelik bunlar kadına şiddeti konuştuğumuz hafta oluyor. Parlamentoda bunu yapanların, dağdakilere sırtını dayadığı zaman yapmayacakları bir şey kalır mı? Ben kırk yıldır siyasi hayatın içindeyim. Ve bu ömrümün yaklaşık on yılı gençlik teşkilatı yönetmekle geçti. Gençlik teşkilatını yönetirken dahi, biz mitingler yapmışızdır, ciddi basın açıklamaları yapmışızdır, ama hiçbir zaman bunlar gibi şiddet uygulamadık.
İzleme komitesinin varlığına tamamen mi karşısınız?
Akil insanları kuran benim. Ama Ada'ya (İmralı) bir de böyle bir ekibin gönderilmesini yanlış buluyorum.
Bir ara şu çıktı. 15 kişi gitsin. On kişi gitsin.
Bu ayrı bir felakettir. Bu, adanın meşruiyetini artırma adımıdır.
Dolayısıyla bu tehlikeli bir adımdır."