Türk şiirinin en önemli isimlerinden Hilmi Yavuz, Sputnik'te Süheyla Demir'in sunduğu ‘Radyo Sohbetleri' programına konuk oldu. Geçtiğimiz günlerde St. Petersburg'da Türkiyat bölümü öğrencileri ile bir araya gelen ünlü şair, şiirlerinin St. Petersburg Üniversitesi Türkiyat Bölümü'nde 50 yıldır okutulduğunu öğrenmesinin kendisi için sürpriz olduğunu ifade etti.
Hilmi Yavuz, "St. Petersburg Üniversitesi Türkiyat Bölümü'nün Türkiye'deki yazarları, Türk üniversitelerinin Türkiyat bölümlerinden çok daha yakından ve çok daha büyük bir ilgiyle takip ettikleri gibi bir sonuç çıktı ortaya. Kendi ülkesinde 50 yıldır okunmayan bir şairin yabancı bir ülkede 50 yıldır okunuyor ve öğretiliyor olması, benim için muhteşem bir sürpriz oldu" dedi.
'BİRKAÇ ŞAPKAM VAR AMA EN DEĞERLİSİ ŞİİR'
Çok yönlü bir sanat ve düşünce insanısınız. Peki Hilmi Yavuz kendini nasıl anlatır, en çok şair olarak mı hisseder?
Ben sizin de belirttiğiniz gibi, genç arkadaşlarımın deyimiyle ‘birkaç şapkası' olan bir yazarım. Benim için en önemlisi ve en çok değer verdiğim uğraşım; şiir. Benim için şiir, bütün entelektüel yapıp etmelerimden önce geliyor. Dolayısıyla kendimi şair diye tanımlıyorum.
Şiirlerinizde ve dilinizde moderniteyle geleneğin sentezi öne çıkıyor. Tasavvuftan beslenen bir yazın stiliniz var. Bu ‘iç içelik' Türkiye'deki kimlik bileşenlerinin bir yansıması mıdır?
Çok doğru bir soru, ancak küçük bir düzeltme yapmam gerekiyor. Burada ben ‘sentez' sözünü kullanmamayı, bunun yerine ‘bir aradalık' ya da ‘birliktelik' sözlerini kullanmayı tercih ediyorum. Bence eğer mesele modernlik ve gelenek arasında bir problem ise bu problemin birinin ‘tez'; diğerinin ‘antitez' biçiminde konulması gibi bir durum söz konusu olamaz. Çünkü Türkiye'nin içinde bulunduğu medeniyet bağlamında böyle bir sentezden söz etmek mümkün değil. Olsa olsa bir aradalıktan söz etmemiz mümkün.
'SENTEZ DEĞİL; BİR ARADALIK'
Gelenek ve modernizm arasındaki ilişki ya da çatışma, hem siyasi hem de edebi alanın en hararetli tartışma konularından biri… Kendinizi bu tartışmada konumlandırdığınız yer neresi?
Genellikle bu mesele ‘ya/ya da' biçiminde ortaya konuyor. Yani ya gelenekseliz ya moderniz gibi. Bu tavır ötekini dışlamak anlamına geliyor. O yüzden ben ‘ya/ya da' bağlacı yerine ‘ve' bağlacını tercih ediyorum. Bugün nasıl Türkiye'de bir yandan başörtülü hanım kızlarımız, bir yandan mini etekli hanım kızlarımız bir arada oluyorlarsa bizim şiirimizde de bunun böyle olması gerekir. Bunu, daha çok metinler arası ilişkiler dediğimiz bağlamlarda kurabiliyoruz. Yahya Kemal, Ahmet Haşim gibi bu işi çok başarıyla yapan büyüklerimiz var. Mesela Yahya Kemal, bir şiirinde Fransız şair Charles Baudelaire'e; bir başka şiirinde ise bizim geleneğimizden divan şairi Nâilî'ye bir göndermede bulunuyor. Bu, aslında bir aradalıktır.
Bizim özellikle 19. yüzyılda başlayan modernleşme sürecimizle birlikte edindiğimiz medeniyet konumu; hem geleneksel hem moderndir. Bu ikisinin birlikte yaşandığı bir toplumda, geleneksel ve modernin birlikte olabildiği bir şiirden bahsedilebilir. O yüzden benim şiirim de böyledir, bir sentez değil; hem doğu hem de modern batı şiirinin poetik müktesebatına metinler arasılık yoluyla sahip olmak… Benim poetikam bu. Benden önce Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi de böylesine bir yararlanmayı edinmişler. Benim de bu geleneği sürdürme gibi bir poetikam var. Ben bu şiiri ‘sahih şiir', ‘otantik şiir' diye kabul ediyorum.
'DOSTOYEVSKİ'NİN TÜRKİYE'DEKİ KARŞILIĞI TANPINAR OLABİLİR'
Benzer tartışmalar Rus edebiyatında da çok irdelendi. Örneğin Dostoyevski, Gonçarov gibi yazarlar, eserlerinde Batı ve Rus kimliğini gelenek ve modernite çerçevesinde ele aldılar. Bu anlamda Rus ve Türk edebiyatı arasında tarihten gelen bir paralellik var galiba?
Doğrudur, var. Çünkü Rus toplumu ağırlıklı olarak Slav-Ortodoks toplumudur. Böyle olunca, bizim gelenekselliğimiz ile Rusya'nın gelenekselliği arasında bir paralellik var, tabii farklı dinsel bağlamlarda. Avrupalılaşma ve Batılılaşma, Deli Petro döneminden itibaren Rus toplumunun hayatını ne kertede değiştirebildiyse, Tanzimat'tan bu yana bizim hayatımızı da ona paralel şekilde değiştirdi. Bunun elbette romana yansıması oldu. Rus ve Türk roman geleneği arasında bu anlamda bir yakınlık var. Tabii bu yakınlığın kendine özgü spesifik koşullarını göz ardı etmemek gerekir. Dostoyevski'nin Türkiye'de bir karşılığını bulmak çok fazla mümkün değil, ama bize özgü olanın korunması, sakınılması açısından bakıldığında Ahmet Hamdi Tanpınar ile bir karşılaştırma yapılabilir. Ama tabii Dostoyevski'nin insan karakterleri çok daha derin, temelli ve kuşatıcıdır bana sorarsınız. Zaten insan tipi üretme sorusu gelince akla gelebilecek ilk isim; aşılmamış, büyük bir yazar olarak Dostoyevski olacaktır.
Geçtiğimiz günlerde St. Petersburg'da Rus okurlarınızla bir araya geldiniz. Buluşma nasıl geçti?
Etkinlik, St. Petersburg Devlet Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü tarafından Rus-Türk Kültür Vakfı'nın katkılarıyla düzenlendi. Panel biçiminde gerçekleşti, iki genç şair arkadaşım benimle ilgili tebliğler sundular. St. Petersburg Devlet Üniversitesi Türkiyat Bölüm Başkanı Nikolay Telitsin dostumuz da konuşma yaptı. Oradaki Türkiyat öğrencilerinden sorular geldi. Örneğin, "Dostoyevski gibi son derece karamsar, derin, ruhsal meseleleri iyice deşen bir yazar, nasıl oluyor da Türk ulusu gibi oldukça neşeli bir millet tarafından beğeniliyor?" gibi bir soru sorulmuştu. Ben de şunu söyledim; "Tabii Rusya'da da insanlar her zaman Dostoyevski'nin insanları gibi değildir. Arada Ruslar da eğleniyorlar. Rusların da şenlikli oldukları anlar vardır; Türklerin de kederli oldukları anlar vardır. Böylesine bir totalizasyona gitmek çok yanlış" dedim. Onun dışında benim şiirimle ilgili sorular oldu. Çok memnun kaldım açıkçası.
'RUSLAR TÜRK EDEBİYATINI BİZDEN DAHA İYİ TAKİP EDİYOR'
St. Petersburg Devlet Üniversitesi Türkiyat Bölüm Başkanı Nikolay Telitsin, şiirlerinizin St. Petersburg'da 50 yıldır okutulduğunu söyledi. Peki siz şiirlerinizin Rusya'da bu kadar ilgi gördüğünü biliyor muydunuz?
Asla ve kat'a bilmiyordum ve gerçekten çok şaşırdım. St. Petersburg Üniversitesi Türkiyat Bölümü'nün Türkiye'deki yazarları, Türk üniversitelerinin Türkiyat bölümlerinden çok daha yakından ve çok daha büyük bir ilgiyle takip ettikleri gibi bir sonuç çıktı ortaya. Çünkü Türkiye'de hiçbir üniversitenin Türk Dili ve Edebiyatı bölümü, "50 yıldır Hilmi Yavuz'u okutuyoruz" diyemez. Çünkü okutmamışladır. Son 5-10 yıldır edebiyat müfredatına girmemiz söz konusu. Kendi ülkesinde 50 yıldır okunmayan bir şairin yabancı bir ülkede 50 yıldır okunuyor ve öğretiliyor olması, benim için muhteşem bir sürpriz oldu.
'ANTON ÇEHOV İLE HİKAYECİLİK DE BİTTİ'
St. Petersburg'daki söyleşide "Aleksandr Soljenitsin'le birlikte büyük Rus romancıları geleneği bitmiştir" dediniz. Neden böyle sizce?
Ben orda bunu söyledim; ama daha sonra eksik söylediğimi fark ettim. Sadece Soljenitsin ile birlikte büyük Rus romancılığı sona ermedi, Anton Çehov ile birlikte hikayecilik de bitti. Bugün Çehov çapında büyük bir hikayeciden söz edemiyoruz. Bu tabii genel bir küreselleşme sürecinin getirdiği bir şey olabilir. Türkiye'de de aşağı yukarı durum bu. Bizde de hikayeciler, romancılar var ama mesela "Sait Faik" yok bana sorarsanız. Diyeceksiniz ki "Siz çok muhafazakârsınız, belli bir yerde donmuş kalmışsınız", itiraz etmem. Benim fikrim bu. Sait Faik ile birlikte hikayecilik bitti bana göre. Romana gelince Orhan Pamuk gibi birtakım romancılar var. Onlar biraz da medyanın ve uluslararası kamuoyunun parlattığı yazarlardır. Ama bir Ahmet Hamdi Tanpınar bugün yok mesela… Bu genel küreselleşmenin, gecikmiş modernliğin ve çevrede kalan ülkelerin merkeze eklemlenme çabasının getirdiği bir sonuçtur diye düşünüyorum.
'NOBEL'İ YAŞAR KEMAL ALMALIYDI'
Peki Türkiye'de de Yaşar Kemal'ın ardından büyük romancı geleneği bitti diyebilir miyiz?
Yaşar Kemal hiç şüphesiz çok büyük bir romancıydı. Bunu ölümünden önce yazdığım birkaç yazıda da belirtmiştim. Dolayısıyla bu, ölümü sonrası bir övgü değil. Hatta St. Petersburg'da benimle yapılan bir konuşmada "Nobel Ödülü almak, Orhan Pamuk'tan çok önce Yaşar Kemal'in hakkıydı" dedim. Yaşar Kemal ile birlikte aslında belli bir tür roman yazarlığı da bitti.