Suriye ziyaretine tepki gösteren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'a yanıt veren Abdüllatif Şener, " Devlet ciddiyeti her türlü alternatifi gözetmeyi, izlemeyi gerektirir. Bağlantıyı tamamen keserseniz, doğru politika uygulayamazsınız. Hükümetin ve yetkililerin beni tenkit etmek yerine benimle görüşmesini arzu ederdim" dedi.
AK Parti tarafından kurulan 58 ve 59. hükümetlerde bakanlık görevinde de bulunan Şener'in açıklamaları şöyle:
‘BEN ZATEN GİTMEK İÇİN ÇABA HARCIYORDUM’
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek başkanlığında bir heyet ile birlikte Suriye'ye gittiniz? Heyete nasıl dahil oldunuz?
Ben uzunca bir süredir Suriye'ye gitmek istiyordum zaten. Suriye'de, Irak'ta meydana gelen hadiseler Türkiye'yi de çok yakından ilgilendiriyor, tüm bölge ülkelerinin de geleceğini belirleyen olaylar yaşanıyor. 4-5 aydır çok sıkı bir talebim vardı, ama gerçekleşmedi. Ben başka kanallarla gitmeyi düşünüyordum, tek başıma gitmeyi hesaplıyordum. Bu arada bir görüşmemizde Perinçek, 'Biz Esad'dan randevu talep ettik, randevu talep edenler listesine senin ismini de yazdık, randevu verirse gelir misin?' dedi. Dedim ki, 'Ben zaten gitmek için çaba harcıyordum.'
Gitme isteğinizi bildikleri için mi adınızı yazmışlar?
Bilmiyorum. Yani randevu talebini güçlendirmek için yazdıklarını düşünüyorum. Çünkü ben daha önceden de tanıyordum, bir gazeteciyle konuşurken de sorduğu rivayet edilmişti bana. Dolayısıyla ben de Vatan Partisi'nden biri olarak değil ama Suriye'yi ziyaret eden heyet içerisinde bireysel olarak katıldım. Yaptığımız görüşmelerde de heyetten farklı bir noktada olduğumu, benim açımdan bu ziyaretin kişisel bir ziyaret olduğunu söyledik.
‘SURİYE’YE BEYRUT’TAN GEÇTİK’
İstanbul'dan Beyrut'a Türk Hava Yolları (THY) uçağı ile gittik. Beyrut'ta bizi havaalanında karşıladılar. Siyah jiplerle Suriye sınırına kadar götürdüler. Suriye sınırında yine siyah arabalarla Suriyeliler aldı ve bizi otele kadar götürdüler. Misafirliği Suriye yaptı, oteli Suriye devleti ayarlamış.
‘HASSUN HOŞ SOHBET BİR İNSAN’
Bu gidişimizde değişik yerleri ziyaret ettik. Örneğin bir hastaneye gittik, orada yaralıları ziyaret ettik, diğer bölgelerden göç eden, daha çok kimsesiz çocukların barınmasına açılmış bir kamu binasını gördük. Ona benzer 21 bina olduğunu söylediler. Daha sonra Şam'ın Baş Müftüsü (bizim Diyanet İşleri Başkanımıza eş değer sayabilirsiniz) Ahmet Bedrettin Hassun'u ziyaret ettik. Hoş sohbet bir insandı. Dışişleri Bakanı Velid Muallim'i ziyaret ettik. Ve Beşar Esad'ı ziyaret ettik. Tüm bu ziyaretlerimizde, gezilerimizde bölgeyi, olayları konuştuk.
‘BASIN TOPLANTISINA İLGİLİ YOĞUNDU’
Bu arada çarşı pazarı yaya değil ama arabalarla dolaştık. Otele gelip gidenler oldu. Suriye televizyonuyla bir kere otelde, bir kere de stüdyoda çekim yaptık. Dönüşümüzden bir önceki akşam, yani Sayın Hassun ve Dışişleri Bakanı ile yaptığımız görüşmeden sonra otelde bir basın toplantısı düzenledik. Çok kalabalıktı. 31 kamera, 6 haber ajansı vardı.
'SİLAHLAR ALTINDA BİR SEÇİM, AMA HALKIN İSTEĞİNİ YANSITIYOR'
Benim gördüğüm Suriye şu: Şam'da ülkenin belli bir bölgesinde mutlak anlamda devletin bir hakimiyeti var. Zaten bu hakimiyeti hissediyorsunuz. Cumhurbaşkanı seçimlerinde de hissedersiniz. Çünkü 23 milyon nüfusu var Suriye'nin. Bunun 3.5 milyonu yurt dışına göç etmiş. Demek ki Suriye'nin içerisinde 19-20 milyon insan var, bir iki milyon daha az olabilir. En son seçimlere 11 milyon seçmen katılmıştı, oyların yüzde 88'ini Esad almıştı. Çok sayıda yabancı gazete ve gözlemcinin olduğu bir seçimdi bu.
Seçimle ilgili şaibe iddiaları da gündeme gelmişti o dönem…
Silahların altında bir seçimin olduğu doğrudur ama en azından çok yoğun bir gözlemci ilgisi altında yapılan bu seçimlerin Suriye halkının ne istediğini gösterdiğini düşünüyorum. Çünkü görüştüğümüz her Suriyeli uluslararası terör tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna inanıyor.
'Uluslararası bir terör saldırısıyla baş başayız' diyorlar. Bir kere şuna dikkat edin, muhalif silahlı gruplar bir bölgeye girmişlerse oradaki insanlar hemen kaçışmaya başlıyor. Ama devletin olduğu bölgelerde aynı şeyi görmüyorsunuz. Hatta bu bölgelerde nüfus artışı var. Bir Türkmen milletvekiliyle görüşmüştük. Onun verdiği rakamlara göre Şam'ın nüfusu artmış vaziyette, devlet egemenliğinin en güçlü olduğu ve halkın sükunet içerisinde bulunduğu Lazkiye, Tarrus şehirlerinin nüfusları 2.5 milyona çıkmış.
Halep’in ise yüzde 35-40'ı devletin, yüzde 60'ı muhalif grupların elinde. Muhalif grupların elinde beton yığınları var. Çok az sayıda insan yaşıyor, onları da çatışmalarda siper olarak kullandıkları için çıkışlarına, kaçışlarına izin vermiyorlar. Şayet verdiği rakamlar doğruysa sadece bu fotoğrafları bile halkın, can, mal, ırz, namus güvenliği için devletin şemsiyesini aradığını gösterir. Devletin hala halk açısından güven duyulan tek yer merci olduğu anlaşılır. Basına intikal eden o vahşet tablolarının muhaliflerin hakimiyetindeki bölgelerde cereyan ettiğini anlarız.
‘ILIMLI MUHALEFET DİYE BİR ŞEY YOK’
Bence ılımlı muhalefet diye bir şey yok. Türkiye'de bir IŞİD icat ettiler. Muhalefet cephesinde yapılan bütün insanlık dışı eylemler IŞİD bağlamında anlatılmaya çalışılıyor. Türkiye'de pek konuşulmasa bile BM'nin terör örgütü olarak kabul ettiği Nusra da aynı IŞİD gibidir. Ama işin asılına bakarsanız sadece günah tekesi olarak IŞİD ve Nusra'yı da görmenin de bir alemi yok. Devlet otoritesinin kalmadığı, devlet egemenliğinin kalmadığı yerlere, dünyanın en vahşi en profesyonel teröristleri akın ediyorlar. Oraları hallaç pamuğu gibi savuruyorlar. Hiçbir kuralları yok. Her türlü insanlık dışı eylemleri yapıyorlar ve güvensiz bir ortam oluşturuyorlar. Orası terör üretiyor. Yani IŞİD son sene ortaya çıktı ama öyle bir yapılanma sürekli yeni yeni örgütler üretir. Birbirinden farklı 200 grup var orada. Bu bir felaket tablosudur.
Benim gözlemim sonrasında ulaştığım net kanaat şudur: Esad devrilirse, ülkenin tamamında kamu güvenliği, devlet egemenliği kalmaz. Esad'ın hakim olduğu yerlerde okullar açık, devlet daireleri düzenli mesai yapıyor, hastaneler işliyor, kamu kurumları, güvenlik birimleri çalışıyor. Caddeler arabalarla dolu. Şam sokakları 2005’teki ziyaretim sırasında nasılsa şimdi de öyle. Dolayısıyla Esad devrilirse, hiçbir geleneği, etik kuralı, anayasası, kanunu, tüzüğü olmayan, nasıl devşirildiği bilinmeyen ve neler yapabileceği hiç kestirilemeyen gruplar ortalığı kasıp kavuracak, her şeyi yağmalayacaktır. Başta Türkiye olmak üzere bütün komşu ülkelere eylemler yapan bir felaket yuvası haline dönüşecektir. Esad giderse 10 sene sonra ölen sayısının Suriye'de 5 milyonu aşacağını düşünüyorum.
‘NORMAL BİR APARTMAN DAİRESİNDE GÖRÜŞTÜK’
Esad ile sarayda değil evinde görüşmüşsünüz. Ne gibi tezler ortaya koydu? Suriye'deki kriz 4 yılı aştı. Bu konuda ne tür mesajlar verdi?
Esad ile sarayında görüşmedik, sarayı diye bir şey yok. Eşi kültürlü bir kadın, kendisi de zaten Batı'da tahsil görmüş. Babasının sarayına gitmesinin yanlış olacağını söylemiş. Zaten Esad liderliği arzulayan birisi değildi. Hafız Esad'tan sonra abisi, kardeşi gelecekti; o vefat edince ısrarla Esad'ı oturttular. Ailece böyle saraylarda halktan uzakta değil, halkın içinde yaşamayı tercih edeceklerini belirtmişlerdi. Esad'ın 2005’te oturduğu ev, Türkiye'deki mütevazi bir ev gibi. Ne kapısında, ne kapısından kilometrece uzaklıkta herhangi bir güvenlik görevlisi görürsünüz. Bu kez de normal bir apartman dairesinde görüştük. Esad, 2 yıldır görüştüğü ilk Türk heyetinin biz olduğunu söyledi. Bizi kapıda karşıladı, merdivenlere kadar da yolcu etti. Yakın zamanda pek çok kişiyle görüştüğünü, ama en çok Türk heyetini görmekten mutlu olduğunu söyledi.
İlk kullandığı cümle zaten olaylara nasıl baktığını da gösteriyordu: 'Suriye'ye terör ihraç edilmiştir.' Uluslararası güçlerin Suriye'de tezgah kurduğunu düşünüyor. Ama biz olayların kurgulanışı, meydana gelişiyle bağlantılı herhangi bir değerlendirmesini sormadık, o da açıklamadı. Ama konuşmaların arasında ağırlıklı olarak Katar ve Suudi Arabistan'ın bu terörist gruplara büyük ölçüde destek olduğunu çok net bir şekilde söyledi. Biz daha çok Türkiye ile ilişkilerini, Türkiye'ye bakışını anlamaya çalıştık.
TÜRKİYE'DEN BEKLEMİYORLARMIŞ
Türkiye'ye bir kırgınlığı, kızgınlığı yok. Bunu hissediyorsunuz zaten. Hassun şöyle demişti: 'İnsanın hayal kırıklıkları hüzün getirir, biz Türkiye ile çok yakın dosttuk. Herkes bir şeyler yapsa bile Türkiye'den bunları beklemiyorduk. Onun için bütün Suriyelilerin gönlünde hüzün vardır.' Bir kere Türk halkına karşı herkes sıcak. Sadece Erdoğan, Davutoğlu ismi telaffuz ediliyor. Esad da aynı değerlendirmeyi yaptı: 'Çok büyük bir dosttuk, defalarca görüştük ve Erdoğan'dan bunu beklemiyordum. Biz Türkiye için savaşıyoruz.'
‘SURİYE’YE TERÖRİST DİYEN, TÜRKİYE’YE DE TERÖRİST DER’
'Bu olayların gelişimi Türkiye'ye de zarar verecek. Suriye'ye terörist diyen, Türkiye'ye de terörist der. Suriye'nin bölünmesini isteyen Türkiye'yi böler' cümlesi de yine Esad'a aittir. Başta Rakka’dan İstanbul gibi büyük kentlere çok sayıda teröristin gittiğini, uyuyan hücreler halinde Türkiye'de çok sayıda teröristin bulunduğunu ifade ediyorlar. Esad da söylüyor.
Suriye krizinin çözülmesi için bir takım mekanizmalar devreye girdi. BM devredeydi, Rusya devredeydi. Tüm bunlara nasıl bakıyorlar?
1.5 ay önce biliyorsunuz Rusya'da bir toplantı oldu. Bu katılım sağlayan muhalifler gruplarla iyi bir noktaya geldiklerini ifade ettiler. Bunun devamı gelecek.
‘ÖZGÜR SURİYE ORDUSU'NUN SADECE ADI VAR’
Görüşülen grupların muhaliflerin tamamını kapsamadığına ilişkin yorumlar yapılmıştı…
1200 tane grup var, hiç birisi birbirini beğenmiyor. Özgür Suriye Ordusu'nun (ÖSO) da adı var, kendi yok zaten. Zaman zaman birbirleriyle çatışıyorlar, zaman zaman en ılımlı dediğiniz kesim tutuyor IŞİD'le, Nusra ile BM'nin terör örgütü olarak tanımladığı ve hakkında karar verdiği örgütlerle işbirliği halinde, Suriye ordusuyla çatışıyor. Dolayısıyla IŞİD’in, Nusra'nın Moskova'ya geldiğini düşünmüyorum. Katılacaklarını söyledikleri halde İhvan'a bağlı gruplar da gelmemişti. Ama yine de muhalefetten önemli bir kesim bu toplantıya katılmıştır. Umut ederim ki, daha sonraki toplantılara katılımlar daha geniş olur ve ciddi çözüm arayışlarına girilir.
‘MUHALİFLER DEVLET ÇÖKERSE NE YAPACAKLARINI BİLMİYORLAR’
Siyasi bir çözümün varlığına inanan var mı?
Bir kere muhalif gruplar da umutlarını yitirmişler. Yani artık işe bulaştıklarından çıkamıyorlar. 1200'e ulaşan muhalif grubun hiçbiri Esad gittiği zaman kendi başına neler geleceğinden emin değil. Daha kötü bir iktidar mücadelesiyle her birinin yok olma ihtimalini düşündüklerini zannediyorum. Ama silahlı muhalefet bir sektör haline gelmiş. Yasal olmayan ortamlarda kurulan para ilişkileri, bu kara sektörün kendi kurallarına göre fırsatlar oluşturmasını sağlar. Yani ABD bütçesinden yapılan insani yardımlar diye telaffuz edilen yardımlar, diğer uluslar arası fonlardan insani yardımlarla gelen paralar, Katar'ın, Suud'un doğrudan silahlı grupları finanse etmek için gönderdiği paralar ve muhalefetin hakim olduğu yerlerdeki yağmalanan değerler, kıymetler hepsi kara ve çirkin bir sektör oluşturmaktadır.
Şah-Fırat operasyonu gündeme geldi mi?
Bu tip konuları açmayı pek gerekli görmedik ama satır aralarında şunları söylediler: 'Suriye topraklarındaki bir alanı bizimle mutabakat sağlamadan boşaltıp yine Suriye toprağında bir başka yere kurmak uluslararası hukuka uymaz. Bu topraklar her ne kadar teröristlerin işgali altında bile olsa, bu geçici bir dönemdir. Devlet hakimiyeti temin edildiğinde, Suriye'nin toprak bütünlüğü esastır.’
Hem sizin Vatan Partisi'nde yer alarak gitmeniz hem de böyle bir heyetin Suriye'ye giderek Esad ile görüşmesi hükümet tarafından da eleştirildi. Hatta Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da bu tepkiyi dile getirdi. Bu eleştirileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu eleştirileri gereksiz görüyorum. Devlet ciddiyeti her türlü alternatifi gözetmeyi gerektirir. Siz bağlantıyı tamamen kesip ne olup bittiğini görmezseniz, doğru politika uygulayamazsınız. Eğer devlet olarak herhangi bir görüşme yapmayı arzu etmiyorsanız, size düşen görev bu ziyareti eleştirmekten öte, bu ziyareti yapanlarla görüşerek, olup bitenin ne olduğu konusunda bilgilerinizi ve stratejinizi test etmenizdir. Yani hükümetin ve yetkililerin ben benimle görüşme arzusu taşımasını arzu ederdim, tenkit etmek yerine.
'BÖYLE BİR SALDIRI KARŞISINDA HANGİ DEVLET NE YAPABİLİRDİ?
Sonuçta Suriye’de çok sayıda insan öldü. Esad'ın yaptıklarına yönelik büyük eleştiriler var. Bunlar gündeme geldi mi?
Bu konuda herhangi bir şey söylemedik. Bakın, Türkiye'nin dört bir tarafında genç insanlarımız örgütsüz olarak sokaklara döküldüler, bu Gezi eylemlerini başlattılar. Sivil demokratik eylemlerdi bunlar, hiç taşkınlık yoktu, silah taşıyan yoktu. Göstericilerden tek bir kişinin birini silahla öldürdüğüne ilişkin bir haber dahi ortaya çıkmadı. Bu eylemleri bastırmak için muhtemelen, eylemin son dönemlerinde çok da profesyonel gruplar işin içine sokuldu. Buna rağmen, bu kadar sivil görüntülü eylemler sonrasında, on civarında gencimiz güvenlik güçlerinin kurşunlarıyla öldürülmüştür. Ülkenin başbakanı da ‘Polis destan yazıyor’ demiştir.
Suriye'de şu an 35 bin yabancı var. En ağır silahları kullanma yeteneği beceresi olan terörist grupların yer aldığı saldırılar var. Böyle bir saldırı karşısında hangi devlet ne yapabilirdi? Terör çetesi New York'u işgal etmiş olsaydı, sivilleri de kendisine siper etmek suretiyle ABD'nin nasıl bir eylem yapacağını ben merak ediyorum. İnsan hakları elbette var. Ama ben muhalif ve muhaliflere destek olan ülkelerin de Esad kadar suçlu olduğunu düşünüyorum.
Son günlerde Musul'a olası bir operasyon gündemde. Türkiye'nin katkısının ne olacağı da tartışılıyor. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha tam bir yapı ortaya çıkmış değil. Ben Irak'ta IŞİD unsurunun tasfiye edilmesi gerektiğini düşünüyorum her şeyden önce. Bölge ve Irak'ın toprak bütünlüğü açısından en büyük tehlike şu anda IŞİD'in varlığıdır. Devlet egemenliğinin olmadığı yerlere hep kaygıyla bakarım. IŞİD'in hakim olduğu bölgelerde tekrar Irak devletinin hakim olması gerektiğini düşünüyorum. Musul da bu açıdan önemlidir. Devlet güçlerinin Musul’u alması gerekmektedir. Onun haricinde bir değerlendirmem yoktur.