Çözüm sürecinin evrensel insan hakları anlayışına aykırı işlediğini savunan Dengir Mir Mehmet Fırat, birbirine bağdaşmayan iki sorunun, Kürt halkının hak ve özgürlükleri ile PKK'nın isteklerinin bir araya getirilip çözülmeye çalışıldığını söyledi. O bakımdan sürecin sonunda bir çıkmasa gireceği kanısında olduğunu vurgulayan Fırat, "İnşallah ben yanılıyorum" dedi. 6-7 Ekim ve Cizre olaylarını "Benim burnuma 1990'lı yıllarda Türkiye'nin tatbik etmiş olduğu devlet içindeki gayri yasal güçlerin provokasyonu kokusu gelmeye başladı" sözleriyle değerlendiren Fırat, Ak Parti hükümeti ile devletin özdeşleştiğini ve tek bir varlık olduğunu öne sürdü.
HDP'nin genel seçimlere parti olarak katılma kararını doğru bulmadığını belirten Fırat, Meclis'e girememiş bir HDP'nin adayları ile alternatif Meclis oluşturarak fiili ayrılma sürecinin başlayabileceğine dikkat çekti. Fırat, çözüm sürecinde üzerinde mutabık kalınan temel değişikliklerin seçim sürecinde yapılabilmesinin Ak Parti açısından çok zor olduğunu belirtti. Türkiye'nin Ortadoğu'da hiçbir tezinin tutmadığını da savunan Fırat, bu nedenle bugünlerde yanlış politikasından dönme manevralarının başladığını kaydetti. Fırat, "Kırmızı çizgiler hep Türk diplomasisinin veya Türk siyasetinin değişmez argümanlarından birisidir. Ama o kırmızı giderek her nedense renk değiştirir en sonunda yeşil olur" dedi. Fırat, Rusya'nın Ortadoğu yapılanmasında rol almamasının düşünülemeyeceğini söyledi.
Bir süre önce AK Parti'den ayrılan Dengir Mir Mehmet Fırat'ın Sputnik Radyosu ve Haber Ajansı 'nın Ankara Temsilcisi Yurdagül Şimşek'e yaptığı açıklamalar şöyle:
EVRENSEL İNSAN HAKLARI ANLAYIŞINA AYKIRI
- Çözüm sürecini yakından takip eden bir siyasetçi olarak, gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz; size göre süreç nasıl ilerliyor?
Süreç aslında hukuk anlayışına evrensel insan hakları anlayışına bana göre aykırı bir süreç izliyor. İki tane problemi hükümet bir şekliyle birbiriyle birleştirip tek bir sorun halinde, PKK, İmralı ve KCK ile görüşmeye başladı. Aslında Kürt sorunu dediğimiz sorun insan hakları sorunudur. Temel hak ve özgürlükler yani doğuştan kazanmış olduğumuz ki, 21. yüzyılda anlayış budur, temel hak ve özgürlükler doğuştan gelir. Birileri ile pazarlık edilemez, müzakere masasına konulamaz. Modern devletlerde, kendisini demokratik devlet olarak niteleyen ülkelerin yapacağı tek şey vardır. Bu temel hak ve özgürlükler üzerindeki yasakları kaldırıp o vatandaşını, o temel hak ve özgürlüklerden istifade etmesini sağlamaktır. Ancak başından beri yapılan bir hata var. PKK ile yapılan görüşmelerde müzakerelerde bu barış sürecinde, Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri bir pazarlık vasıtası haline getirilmiştir. Yani siz silahlı güçlerinizi Türkiye dışına çıkarırsanız şu hakkı vereceğiz, şunu yaptığınız taktirde şunu yapacağız gibi ana dilde ad, eğitim gibi konularda. Dolayısıyla aslında bir şekilde çıkmaza girmiştir.
TÜRKİYE'NİN BİR PKK SORUNU VARDIR
Peki PKK sorunu yok mudur Türkiye'nin, tabi ki vardır. 30 yıldır ister düşük yoğunlu bir çatışma olarak nitelensin ama bir çatışma ortama vardır Türkiye'de. PKK'nın ilk çıkışı da Türkiye'de Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerinin verilmemesine karşı bir ayaklanma olarak başlamıştır. Ancak 30 yılı aşkın süre sonunda artık PKK sorunuyla Kürt halkının temel hak ve özgürlükleri ayrışmıştır. Şu anda aslında bakıldığı zaman PKK ile yapılan görüşmelerde bir kısmı temel hak ve özgürlüklerle ilgili talepler olmasına rağmen bir kısmı doğrudan doğruya partiyle ilgili taleplerdir. Genel başkanlarının veya önderlerinin hapis halinin ortadan kaldırılması veya iyileştirilmesi, siyaset üstündeki yasakların, sınırların kaldırılması, seçim barajının düşürülmesi veya bölgede özerk bir yapının oluşturulması. Yani PKK'ya has bir özerk yapının orada oluşturulması gibi talepler aslında doğrudan doğruya partinin talepleridir.
SÜREÇ BİR ÇIKMAZA GİRECEKTİR
Şimdi iki birbiriyle bağdaşmayan sorunun birbiriyle uyum sağlamayan sorunu biraraya getirip çözmeye çalıştığınız taktirde bir çok zorluklarla karşılaşırsınız. Bugün de aynı şey görünüyor. O bakımdan ben sürecin sonunda bir çıkmaza gireceği kanısındayım.
İNŞALLAH BEN YANILIYORUMDUR
Ama bütün arzum, hükümetin bu yanlış anlayışı bir yana bırakarak bu iki sorunu birbirinden ayırması ve o temel hak ve özgürlükler üzerindeki yasakları veya mani oluşları ortadan kaldırmalarıdır. O zaman göreceklerdir ki sorun çok daha kolay bir şekilde çözülme imkanına kavuşacaktır. Ama bütün dileğim; tabi 30 yıldır çok ızdırap çeken o bölge halkının, hatta 150 yıldır diyebileceğim o ayrımcılığın ortadan kalkmasını diliyorum, dua ediyorum. İnşallah ben yanılıyorum diye kendi kendime de söylüyorum. Çünkü ast olan barışın gelmesidir, insanların eşit vatandaşlık içerisinde birarada barış içerisinde yaşayabilmesidir. Bunun aksi olması hem Türk halkının hem Kürt halkının hem hatta yalnız bunlar değil komşu ülkelerin dahi bir şekliyle taciz edilmeleri, oradaki vatandaşın rahat etmemesi sonucunu doğurur. O bakımdan temellimiz bunun bir an önce hallidir.
ROJAVA, KOBANİ SÜREÇLE ÇOK İLGİLİ
- Süreç ile ilgili özellikle Kobani ve Rojava'nın konumu da çok tartışıldı. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, süreçle bu bölgenin ilgisi olmadığını da söyledi, Öcalan ile HDP, çözüm süreciyle yakından ilgisi olduğunu söyledi. Siz bu tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biliyorsunuz birinci dünya harbi sonrasında Kürtler dört ayrı egemen devletin sınırları içerisine dağıtılmış vaziyettedir. Ama bunların dili, kültürü aynıdır ve bir çoğunun arasında da akrabalık bağları vardır. Şimdi Türkiye kendisini Orta Asya'daki Türki cumhuriyetlerden ne kadar sorumlu hissediyorsa veya Irak'taki Türkmenlerle, Suriye'deki Türkmenlerle ne kadar alakalı hissediyorsa, hatta bunu Kıbrıs'a kadar uzatabiliriz, Kıbrıs'taki 140 bin kişilik bir Türk topluluğuyla ne kadar ilgilenirse, Kürtlerde kendi hemşerileri kendi akrabalarıyla o kadar ilgilidir. Dolayısıyla ne ilgisi vardır dediği zaman şahsen ben bunu anlamakta zorluk çektim. Çünkü kendi ifadeleri vardır, bu Türki cumhuriyetlerle, yani aynı ırktan olmaları nedeniyle eğer Azerbaycan, Ermenistan davasında, Azerbaycan'ın yanında yer alınabiliyorsa ve bunu çok açık, çok net hatta onların meclisinde ifade edebiliyor ise, Türkiye'deki Kürtler de Suriye, Irak'ta veya İran'daki Kürtlerle o kadar ilgilidir. Bunu göz önüne almayan bir Türkiye Cumhuriyeti yönetimi bana göre temelde hata yapıyordur ve yapmıştır. İkinci olarak Türkiye yalnızca onlarla değil Filistin'teki müslümanlarla, Myanmar'daki müslümanlarla, Sudan'daki müslümanlarla, din bağıyla bağlı olanlar için, hatta meclis kürsülerinde gözyaşı dökülebiliyor ise, müslüman olan yine kendi vatandaşının akrabasının orada kendi topraklarını savunmasını normal karşılamamak bana göre anormalliktir.
KÜRTLERDE ULUSAL BİLİNCİ OLUŞMAYA BAŞLADI
Ben şunu da düşünüyorum her musibet bir fayda da getirir. Eğer, Saddam Kuveyt'i işgal etmemiş olsaydı inanıyorum ki, bugün Kuzey Irak Kürt Özerk yönetimi olmayacaktı. Ama şuna da inanıyorum ki Rojava'da Kobani'de eğer bu çatışmalar olmasaydı, eğer Türkiye Cumhuriyeti devleti böyle ayrımcı bir siyaset izlememiş olmamış olsaydı, bana göre ilk defa Kürtlerin ulusal bilinci oluşmaya başladı, Kobani'de. Yani dört parçaya ayrılmış olan Kürtler ilk kez birlikte savaş vermeye başladılar. Perşemergesi, hatta İranlı peşmerge dahil olmak üzere, Türkiye'deki PKK güçleri veya diğer güçler, YPG aynı toprak için savaşmaya başladılar. Oradan savaş nedeniyle göç eden aileleri de besleyen, onları koruma altına alan da devletten çok halk oldu. Çok enteresandır, İstanbul'a gidip işçi olarak çalışıp, kazandığı aylığı o Kobani'den gelen ailelere yardım için veren insanların çoğunlukta olduğunu görüyoruz.
-Devlet kamplar açtı ama çok orada kalmadılar sanırım.
Hayır, o çok azdı zaten. Aynı şekilde Ezidi Kürlerle de ilgili. Bugün Güneydoğu'da köylere gittiğiniz zaman, bütün köylerde o Ezidilerin, Kobani'den kaçan Kürtlerin oradaki vatandaşlar tarafından kendi evlerinde iskan edildiklerini, içtikleri çorbayı paylaştıklarını görmek. Bu aslında bir ulusal bilincin varlığını gösteriyor. Bugüne kadar Kürtler arasında böyle bir şey yoktu. Belki 'Kobani niye bu kadar önemlidir' demesi, 'Kobani düştü düşecek' demesi belki bu sonucu doğurdu. Tabi bu niyetle söylenmemişti, iyi niyetle de söylendiğini söyleyebilmek de mümkün değil.
DEVLET İÇİNDEKİ GAYRİ YASAL GÜÇLERİN PROVOKASYONU
- Çözüm sürecinde 6-7 Ekim olayları çok tartışıldı, hatta sürecin bir süre askıya alınmasına da neden oldu. O aşıldı, haftasonu da bu kez Cizre'de PKK'lılar ile Hüda-Par'lılar arasında olaylar çıktı. Gerek hükümet gerek HDP, provokasyon alarak nitelendirdi. Siz bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz, Hüda-Par'ı n süreçteki rolünü nasıl okuyorsunuz?
Cizre olayından önce, Adana'da bir gazeteci ensesinden kurşunlanarak öldürüldü 1995'li yılları hatırlatır şekilde. Hemen akabinde Bingöl'de emniyet müdürüne saldırı oldu, bir iki kişi öldü orada. Hemen ertesi gün Cumhurbaşkanın bir açıklaması oldu dedi ki, bu olayı yapmış olanlar öldürüldü, üç tane PKK militanıydı denildi. Çok enteresan ondan sonra hemen arkasından bir yayın yasağı getirildi, ancak sızan haberlere göre de, bugün iki kişi daha tutuklandı, öbür gün bir kişi daha tutuklandı, onlardan serbest bırakılanlar oldu. Ondan sonra Hakkari'deki iki askerin sivil giymiş askerin sokak ortasında infazına gelindi. Ondan sonra 6-7 Ekim olayları patlak verdi. Bilemiyorum ama benim burnuma 1990'lı yıllarda Türkiye'nin tatbik etmiş olduğu gayri yasal güçlerin, devlet içindeki gayri yasal güçlerin provokasyonu kokusu gelmeye başladı. Dönüş de o tarafa doğru gözüküyor.
- Hala böyle güçler devlet için de var mı diyorsunuz?
Var. Tabi ki o zaman Hüda-Par'ın asıl kuruluş aşamasında ayrı bir ad altında devlet tarafından desteklendiği ve silahlandırıldığı sonradan açığa çıktı. Çünkü ondan sonra devlet tarafından yapılmış olan operasyonlara baktığınız zaman sanki elleriyle koymuş gibi, yakından tanınıyor gibi iki ufak operasyonla bütün lider kadrosu imha edildi. Hüda-Par tabi ki o bölgede oldukça etkin olan bir şey. Fakat her ne kadar siyasallaşmışsa da halen silahları var, o eskiden gelen yapı devam ediyor. Dolayısıyla o gün ilk kuruluşunda PKK'yı bir şekliyle veya Kürtleri bir şekliyle birbirine kırdırarak sonuç alma politikası Osmanlı'dan beri hatta Bizans'tan beri, Bizans'tan Osmanlı'ya tevarüs etmiştir, Osmanlı'dan da Türkiye Cumhuriyeti devletine tevarüs etmiştir. Bunun bir çok örnekleri vardır tarihte, yakın tarihimizde de vardır. Bana göre burada yapılmak istenen şey, o bölgedeki barışın sağlanma ihtimalini ortadan kaldırmasına yönelik provokasyonlardır. Ama bu provokasyonların içerisinde öyle dışarıdan bir şey aramak doğru değildir. Bana göre o 90'lı yıllarda kimler yapmışsa ya da örgütlenme bunu yapmış ise bugün de aynı örgüt bana göre canlıdır, faaliyet içerisindedir ve yönlendirmektedir oradaki oyları. Bunun hükümet tarafından bilinir olması gerektiği kanaatindeyim.
AK PARTİ DEVLET PARTİSİ POZİSYONUNU ALMIŞTIR
- Karanlık bir el deniliyor genelde…
Karanlık eller aslında bilinir, çünkü bugün hükümet ile devlet aslında özdeşleşmiştir, tek bir varlık olmuştur. Her ne kadar ilk başta Ak Parti'nin kuruluşunda 'bürokratik devletten demokratik devlete dönüştüreceğiz' sloganıyla başlamışsak da, bugün gelinen noktada görülüyor ki partiyle devlet içiçe girmiştir, AK Parti de maalesef bir devlet partisi pozisyonunu almıştır.
- Bugün AK Parti'yi öyle mi tanımlıyorsunuz?
Öyle. Çünkü yetkililere baktığınız zaman 'benim polisim, benim ordum, benim subayım, benim genelkurmay başkanım, benim kara kuvvetleri komutanım' diyor ise. Çünkü bunun ne benim ne AK Parti'nin olmaması lazım. Devletin yönetiminde yer alan insanlardır. Ama siyasi partiler halk ile devlet arasındaki bir köprü vazifesini görürler. Hiçbir zaman devletle özdeşleşmemeleri gerekir, özdeşleştiği taktirde o zaman tek parti dönemindeki CHP'nin vasıflarını kazanmaya başlar. O zaman işte Güneydoğu'da diyelim ki Tunceli yani Dersim katliamı, buna benzer bir sürü katliamlar yapılmıştır daha yeni yeni ortaya çıkıyor; bu döneme de geldiğiniz zaman Roboski çıkar karşınıza o da bir katliamdır. Çünkü, o zaman siz devletin yapısı içerisinde gayri yasal davranışlarda olanları da korumak mecburiyetinde kalırsınız. Dolayısıyla Roboski'de olduğu gibi faili ortaya çıkmaz. Ne olmuştur, 34 tane gencin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bu gençlerin yine Türkiye Cumhuriyeti devletinin en modern uçaklarıyla, hava kuvvetleriyle herhalde dünyada çok nadirdir, kendi vatandaşlarını katletmesi noktasına gelirsiniz. 33 kurşun da öyledir, 34 Roboskili de öyledir bana göre.
HDP'NİN PARTİ OLARAK SEÇİME KATILMA KARARI DOĞRU DEĞİL
- HDP, bilindiği gibi daha önce yüzde 10 barajı nedeniyle bağımsız vekillerle seçimlere giriyordu. 2015 seçimlerine ise parti olarak katılma kararı aldı. Bu konuda yapılan tartışmalara ve HDP'nin aldığı bu karara nasıl bakıyorsunuz?
Ben şu anda doğru bulmuyorum. Eğer 4-6 Ekim olayları olmasaydı HDP'nin barajı aşabileceği kanaatindeydim.
- HDP'nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde aldığı sonuç nedeniyle mi?
Evet. Bana göre o günkü seçmen profiline baktığınız zaman yüzde 15 hedeflenecek noktaydı. Ancak alınmayan o yüzde beş kesim tereddütleri olan kesimlerdi. Tamam bunlar demokratik söylemler, beklediğimiz söylemler ama samimiler mi diye sual işareti vardı o bakımdan hepsi vermedi.
- Cumhurbaşkanlığı seçiminde HDP'ye giden emanet oylar da vardı denildi, CHP ve MHP'nin ittifakından rahatsız olup HDP'ye gidenler de var denildi?
Hayır, incelediğiniz zaman oy dağılımını Selahattin Bey'in (Demirtaş) almış olduğu reyin içerisinde Ak Parti'den yüzde 3 oy vardır. Yani ne MHP'den ne CHP'den gelmemiştir
- MHP'den zaten gelmez ama soldan gittiği de söyleniyor…
Soldan da öyle çok önemsenecek bir rey HDP adayına gitmemiştir. AK Parti'deki Kürt oylarının bir kısmı gitmiştir, yapılan analizlerde bunu gösteriyor ki o yüzde 3 civarındadır. Ama buna rağmen Ak Parti adayı sayın Tayyip Erdoğan'ın yüzde 51'i bulmasının sebebi MHP tabanından oraya olan kayışlardır. Zaten MHP de bunun farkına vardığı için Devlet Bahçeli'nin Dersim ziyareti aslında o tabanın Ak Parti'ye kaptırmış olduğu milliyetçi muhafazakar tabanını geri kazanma operasyonudur bana göre.
ALTERNATİF MECLİS OLUŞTURABİLİRLER
Dolayısıyla ben doğru olduğu kanısında değilim. Ama şu olabilir, bunu gözden ırak tutmamak lazım. Bütün ısrara rağmen demokratik hiçbir ülkede olmayan yüzde 10 barajında ısrar eden hükümete karşı böyle bir davranışta bulunup Meclis'e girmeyebilir HDP. Ama girmediği taktirde de şu olabilir. O göstermiş olduğu ve seçilmemiş olan adaylarıyla alternatif bir Meclis oluşturabilir. Daha evvel olmuştu Avrupa'da olmuştu, onu Türkiye'de yapabilir.
FİİLİ BİR AYRILIĞA DOĞRU GİDİŞ DE BEKLENEBİLİR
-Yani mücadeleye öyle mi devam edebilir?
Mücadele ayrı bir aşamaya girmiş olur. Çünkü bir süre vermiştir bu sürecin neticelendirilmesi için. Eğer o sürede bu süreç tamamlanmadığı taktirde seçim sonrasında artık fiili bir ayrılığa doğru gidiş de beklenebilir.
- Meclis'te olmayan bir HDP, Türkiye açısından çok güç, zor günleri getirmez mi?
Alternatif bir Meclis'in kurulmasından daha büyük bir sıkıntı var mı? Dolayısıyla bu süreç çok önemli bir süreç. Görülebildiği kadarıyla hükümet mümkün olduğu kadarıyla oyalayıp seçim sonrasına ertelemeye çalışıyor. PKK yahut HDP de bunun farkında ve seçim öncesi halletmeye çalışıyor. Bu çekişme devam edecek gibi. Ama benim kanıma göre o üstünde mutabık kalınan temel değişikliklerin bu süreç içerisinde yapılabilmesi Ak Parti açısından çok zor.
AK PARTİ'NİN SEÇİM ÖNCESİ ADIM ATMASI ZOR
- Seçime giderken üstelik…
Çünkü seçime gidiyor. Bunun reaksiyonlarının ne olacağını aşağı yukarı tahmin edecektir. Hedef anayasayı değiştirecek çoğunluğa varmak olan bir siyasi partinin seçim öncesinde tabanını bir kısmını rahatsız edecek eylem ve işlemlere de pek tevessül etmeyeceği kanısındayım.
- Fiili bir ayrılık da bu süreçle birlikte gündeme gelebilir mi yani?
Gelebilir, artık sonuna gelinmiştir, üçüncü senesini doldurdu. Oyalamadan başka Kürt halkının temel hak ve özgürlükleriyle ilgili herhangi bir gelişme elde edilemedi. Aslında bana göre Meclis'in bir haftalık çalışmasına tekabül eder, istenirse. Hatta bir hafta da değil çok daha kısa sürede birkaç yasa ile bunu halletmek mümkün ama maalesef halledilemiyor.
ORTADOĞU'DA TÜRKİYE'NİN HİÇBİR TEZİ TUTMAMIŞTIR
- Ortadoğu adeta kaynıyor, Suriye başta olmak üzere Irak'ta çatışmalar var. Türkiye'nin de 'güvenlikli bölge', 'uçuşa yasak bölge' gibi tezleri var, siz Türkiye'nin Ortadoğu'da politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ortadoğu'da Türkiye'nin hiçbir tezi tutmamıştır, ortaya atılan hiçbir tez tutmamıştır. Giderek de Türkiye, Ortadoğu'da en büyük yalnızlıkla karşı karşıyadır. Bütün tarihi boyunca olduğu gibi. Aradaki ittifaklara baktığınız zaman Mısır, Suudi Arabistan körfez ülkeleri diğer bazı Arap ülkeleriyle beraber bir grup oluşturuyordu. Bunun yanında Rusya, Suriye, İran ayrı bir grup oluşturuyordu ayrı bir odaktı. Türkiye ise Katar ile bir odakçıktı. Fakat son anda Suudi Arabistan'ın baskısı ile Katar, yön değiştirip Mısır'a yanaşmaya başladılar. Dolayısıyla Türkiye, birara Başbakanlık müşavirlerinden herhalde birisi Türkiye'ye onurlu yalnızlık, değerli yalnızlık diye, herhalde epeyi diplomatları güldüren öneri ortaya atmıştı. Herhalde o noktaya vardık, şu anda onurlu bir yalnızlığın içerisindeyiz Ortadoğu'da. Dolayısıyla Suriye'deki üç ayda Şam Emevi Camii'nde namaz kılacağız iddiaları da boşa çıktı.
TÜRKİYE ORTADOĞU'DAKİ BÜTÜN DENGELERİ ALTÜST ETTİ
Ancak, Türkiye'nin bu davranışı bana göre Ortadoğu'daki bütün dengeleri de altüst etti. IŞİD'in ortaya çıkması, işte bu çatışmalar, tamamen bana göre bu dengelerle fazla oynanmış olmasından dolayıdır. Türkiye burada bana göre hata yaptı. Suriye'de uçuşa yasak bölgenin filan oluşacağı kanaatinde değilim. Zaten yanaşmıyorlar.
YANLIŞ POLİTİKALARDAN DÖNME MANEVRALARI
Şimdi giderek Türkiye'nin bu yanlış politikasından dönme manevraları başladı. Mısır meselesi, bunun yanında herhalde İsrail meselesi ve bir yerde de Suriye konusundaki iddiaları da zaman içerisinde ortadan kalkacaktır. Ama Ortadoğu bundan sonra hiçbir zaman eski Ortadoğu olmayacaktır. Artık dengeler tamamen bozulmuştur. Herhalde bir Tunus kendisini kurtardı bir şekliyle bu işten. Ama işte Libya'da iç çatışmalar var. Ortadoğu'da şiddetli çatışmalar var. Artık Suriye'nin bir bütünlüğünü devam ettirmesi bana göre mümkün değil. Irak'ın bütünlüğünü devam ettirmesi mümkün değil, bir parçalanma sürecine girecektir. Bu domino taşları gibi birbirini bütün Ortadoğu'da etkileyecektir.
TÜRK SİYASETİNDE KIRMIZI ÇİZGİLER EN SONUNDA YEŞİL OLUR
- Siz Türkiye'nin bir Mısır bir İsrail politikasında değişiklik bekliyor musunuz? Hükümet tarafından Mısır konusu dile getiriliyor ama insan hakları gibi bazı şartlara da bağlanıyor.
Kırmızı çizgiler hep Türk diplomasisinin veya Türk siyasetinin değişmez argümanlarından birisidir. Ama o kırmızı giderek her nedense renk değiştirir en sonunda yeşil olur. Trafik işaretleri gibi, o kırmızı önce sarıya sonra yeşile döner. Onun için ben onları çok ciddiye almıyorum, hiçbir şarta tabi olacağı kanısında da değilim. Fakat orada yapılmış olan hatalar vardır. Bizim bir ülkenin iç işine karışma gibi bir lüksümüz yoktur. Hele Arap dünyasında böyle bir lükse sahip değiliz biz. Çünkü biz hem Osmanlı'yı kabulleniyoruz, bir yerde Osmanlıcayı canlandırmaya çalışıyoruz, Osmanlının torunları veya devamı olduğunu söylüyoruz. Arap ülkesinin, Ortadoğu'nun Osmanlı tarafından 300-400 yıl yönetildiğini ve bu yönetimine karşı Arapların, İngilizlerle beraber savaş verdiğini unutuyoruz. Araplar arasında 14-15 tane devlet olmasına rağmen ve bunlar çeşitli zamanlarda birbirleriyle çatışmasına rağmen tek bir gün müşterek gün olarak kutlanır, o da Cemal Paşa'nın 100'e yakın Arap entellektüelini astığı gün, bütün Araplar için yas günüdür. Bunların hiç birini görmeden yeni Osmanlıcılık adı altında bir hayale kapılmanın çok büyük bir sonuç vereceği kanısında değilim.
RUSYA'NIN ORTADOĞU YAPILANMASINDA ROL ALMAMASI DÜŞÜNÜLEMEZ
— Suriye ile ilgili Rusya'da devrede. Muhalifler ile rejim yanlılarını Ocak ayı içerisinde Moskova'da biraraya getirmeyi de planlıyor. Bunu nasıl değerlendirirsiniz, bir sonuç alınabilir mi sizce?
Her zaman Akdeniz Rusya için stratejik önemde olan bir bölgedir. Bu bölge içerisinde konuşlanabileceği tek yer de Suriye limanıdır. Orada bir üstü de var. Dolayısıyla Rusya'nın Ortadoğu'ya bigane kalması veya Suriye'ye konusunda bigane kalmasını düşünmek mümkün değildir. Çünkü, soğuk savaş döneminde dünyanın iki kutbundan birisiydi. Bugün yine askeri gücü itibariyle, deniz kuvvetleri itibariyle güçlü olan bir ülkedir. Ekonomik krizine rağmen bütün şeye rağmen güçlü olan bir ülkedir. Dolayısıyla Suriye'yi nazarı itibare almaması diye bir şey düşünülemez. Ortadoğu'nun yapılanmasında rol almaması düşünülemez. Dolayısıyla etkin olacaktır.
ORTADOĞU'NUN HARİTASI DEĞİŞİYOR
Suriyeli muhalifler denen kesim ise çok enteresan paramparça olan bir yapıdan hergün yeni bir yeni yapı çıkıyor, her gün birkaç yapı da çöküyor. Dolayısıyla aslında bir varlık da gösteremiyorlar Suriye'de. Herhalde en son olarak Esad rejimi Halep'i de bir şekilde onlardan kurtardı ama şu anda çatışan IŞİD güçleri. Yani onların elinde silah muharebe edecek güç var. Ama daha önce söylediğim gibi Suriye'nin artık bir bütün olarak devamı mümkün değil. Büyük ihtimalle ikiye veya üçe bölünecektir. Yani Ortadoğu haritası değişmeye başladı. Belki Şiilerin yoğun yaşadığı bölgede bir Şii devleti kurulacaktır ki, buna diğer azınlıkların da dahil olacağı kanısındayım. Öbür yandan belki bir Sünni devletin kurulması mümkün. Kürtler yavaş yavaş yeni bir oluşumun peşinde. Kürtleri gözönünde tutmak lazım, Ortadoğu'nun mazlum bir halkı dört parçaya ayrılmış. Bunların da zaman içerisinde birleşmeleri mümkün olabilir. Öyle gözüküyor gelişmeler. Ama Irak'ın da varlığını koruyabilmesi çok zor. Sünniler ile Şiiler, bu arada Kürtler birarada tutabilecek bir güç böylesine bir ortamda mümkün gözükmüyor. Zaman içerisinde orada da bir bölünme veya birleşme de olabilir onları da göz önünde tutmak lazım. Yani Suriye'deki bir Sünni bir yapıyla Irak'taki bir Sünni yapı birleşebilir, tek bir yapı oluşabilir. Suriye'deki Kürtlerle yani Rojava Kürtleri ile Güney Kürdistan dediğimiz Irak Kürdistan'ın kısa bir sürede birleşebilme ihtimalleri ortaya çıkabilir. Bunlar arasında belki barış sağlandığı taktirde ortak pazar gibi oluşabilir, sınırlar ekonomik olarak kaldırılabilir. Ama bunlar tabi bu sürecin sonucuna bağlı. Bir insan ömrü belki buna pek yeterli olmaz.
RUSYA-BATI ARASINDAKİ GEÇİCİ BİR ÇATIŞMA ALANI
- Türkiye- Rusya başta enerji konusu olmak üzere çok yakınlaştı. Rusya, Ukrayna krizi ile ilgili Batı ile sorun yaşıyor, bunları nasıl değerlendiriyorsunuz,Rusya bu krizi aşabilir mi, Batı ile Rusya yeniden ilişki kurabilir mi?
Kurarlar. Rusya öyle bir noktaya gelmiştir ki, Batı ekonomisine entegre olmuş durumdadır. Zaten Batı'nın bu son olaylar nedeniyle Rus ekonomisiyle oynamalarındaki etkinliği de buradan oluşuyor. Çünkü o entegrasyon vardır. Tabi Rusya belki bir yerde o Çarlık Rusya'sını veya komünist dünyanın var olduğu dönemde Sovyetler Birliği dönemindeki bazı alışkanlıklarla, komşu olan hatta ırkdaş olan Ukrayna gibi, bazı uluslararası yahut daha çok demokratik usullere uygun olmayacak biçimde, mesela Kırım'da olan olay, Kırım belki içselleştirilebilirdi ama Ukrayna'nın toprak bütünlüğünün ihlali bana göre çok doğru bir şey değil. Çünkü Rus vatandaşı veyahut köken olarak Rus olan insan sayısına baktığınız zaman bugün Rusya'nın dışında kalan eski Sovyetler Birliği devletlerinde, Kazakistan'dan tutun Ermenistan'a kadar oldukça bir Rus nüfusu var. Dolayısıyla her Rus nüfusunun olduğu yere müdahalenin çok kabul edilebilir dünyada kabul edilebilir olacağını zannetmiyorum. Ama bir şekliyle bana göre anlaşacaklardır. Yani yeni bir soğuk savaş dönemine girilmesini ne Rusya ne de Amerika ve Batı'nın sıcak bakacağı kanısında değilim. Rusya yer altı yerüstü, insan potansiyeli olarak zengin bir ülke. Giderek bir hukuk devleti oluşmaya başladı yani bir devlet algısı oluşmaya başladı. Dolayısıyla bunları ben geçici birer çatışma alanı olarak görüyorum. Bir şekliyle bir anlaşma sağlanacaktır.
RUSYA İLE TÜRKİYE BİRBİRİNİ YOK SAYAMAZ
Türkiye ile olan ilişkilerine baktığımızda ise Türkiye'nin en büyük ticari partnerlerinden birisidir Rusya. Öyle de olması lazımdır, çok yakın komşu sayılır Karadeniz'de. Rusya'yı gözardı edebilmesi Türkiye'nin mümkün değil. Rusya'nın da Türkiye'yi yok sayması mümkün değil. Ufak tefek problemler her zaman olabilir ama bu birlikteliğin ben giderek daha çok yakın bir ilişki şeklinde, ekonomik, sosyal, kültürel alanda gelişeceği kanısındayım ve gelişmesi iki ülke açısından da faydalı olur.
GÜNAY AKIM'DA TÜRKİYE'YE YÖNELME DOĞRU ADIM
- Rusya'nın Güney Akım projesini iptal ederek Türkiye'ye yönelmesi çok tartışıldı, siz o konuda ne dersiniz?
Doğrusu da o bana göre. Türkiye coğrafi yapısı itibariyle ve enerji kaynaklarının konumları itibariyle bir nevi Asya ile Ortadoğu'yu Avrupa'ya bağlayan bir köprü. Enerjinin bol olduğu bir alan Ortadoğu, Rusya ve bu enerjiye çok muhtaç olan bir Batı sanayisi. Dolayısıyla Türkiye güvenli bir geçiş yolu enerji konusunda. Türkiye'ye yönelmeleri doğru bir adım, öbürüsü biraz zorlamaydı bana göre. Belki o günkü konjonktür onu icap ettiriyordu ama normal olan bu son olan karardır. Hatta aynı şekilde Kıbrıs açıklarında elde edilen doğalgazın da çıkış yolu sadece Türkiye'dir başka yer değildir. O bakımdan Rusya-Türkiye ilişkilerinin ben zaman içerisinde çok çok gelişeceği kanasındayım.