Yazarın Benim Adım Kırmızı isimli romanından uyarlanan oyunun ilk temsili Tataristan G. Kamal Devlet Tiyatrosu’nda gerçekleştirildi. Temsilin yönetmeni ve Magnitogorsk Puşkin Drama Tiyatrosu Baş Senaristi Maksim Kalsin, Uluslararası Haber Ajansı Rusya Bugün’e verdiği demeçte ilk temsille ilgili görüşlerini ifade ederken Orhan Pamuk’u Rusya’da sahneleme fikrinde nerelerden yola çıktığını anlattı ve Türk yazarın eserleriyle ilgili değerlendirmelerini paylaştı.
Kazan kenti, Benim Adım Kırmızı romanının ve tiyatro oyununun ruhunu taşıyor
“Oyunun seyirciler üzerindeki etkisini görebilmek ancak üçüncü gün mümkün oldu. Oyunda oldukça karmaşık konuların işlenmesine ve hatta temsilin 3,5 saat sürmesine rağmen işlenen konuları ilgiyle izleyen ve bu tür temaların işlenmesine ihtiyaç duyan bir seyirci kitlesi gördüm. Çok sayıda olumlu yorumlar aldım. Bir romanı sahneye uyarlamak genelde zor iştir. Post modern romanı sahnelemek ise iki kat daha zordur. Buna Pamuk’un zor ve çelişkili bir yazar olması da eklendi. Bu bağlamda, ilk başta biraz macera gibi görünen böyle bir adım atma kararı aldıkları için Kamal Tiyatrosuna teşekkür ederim. Benim Adım Kırmızı’nın dünyada ilk defa Tataristan’ın başkenti Kazan’da tiyatro sahnesine çıkmasının sembolik bir anlamı da var. Kazan Doğu ile Batı’nın buluştuğu bir yerdir. Orhan Pamuk romanlarının laytmotifi, genel olarak baştan sona kadar nakarat gibi işlenen başlıca fikri, iki dünyanın iç içe geçmesi birbirine örülmesi fikridir. Kazan tabii ki bir Rus kentidir ancak aynı zamanda farklı bir kültür topluluğunun, genetik bir Türk hafızasının var olduğu bir mekândır. Bu açıdan bakılınca, konu aslında mekâna uygun, mekân konunun ruhunu taşıyor.
Sahnede kahramanın özgeçmişini anlatırken uyguladığımız sanat yönteminden bahsetmek istiyorum. Ekranda kahramanın şekilleri Osmanlı minyatürleri, Avrupa Rönesansı tabloları ile değişerek giderek modern sanatın çıkmazı ve aynı zamanda ölümünün kutsallaştırılmasının kaçınılmaz bir simgesi haline gelen Kazimir Malevich’in siyah kare tablosuna kadar geliyor.
Benim Adım Kırmızı’yı Karamazov Kardeşler’le kıyaslarsak
Pamuk, hiç kuşkusuz dünya çapında bir yazar. Nobel Ödülü’ne layık görülmesine kadar da, Rusya’da 90’lı yılların sonuna doğru eserlerinin çevirileri yayımlanmaya başladığında Kara Kitap’ı okudum ve hemen seçkin bir yazar olduğunu hissettim. Benim Adım Kırmızı’ya gelince, işlenen uç düzlemler ve eserin kendi iç gizemine bakılacak olursa Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler romanıyla kıyaslanabilir. İşlenen tüm ilişkiler ölümle sonuçlandığı için eseri bir ağıt gibi algılıyorum; başkahramanlar ölüyor, dört ressamın, hatta ayrıca Osmanlı minyatürünün “ölümünü” de görüyoruz. Ressamlar Avrupa’nın sanatsal geleneklerinden ilham umuyor, hatta belki de onlarda kurtuluş arıyor yine de neticede kendi geleneklerini kaybediyorlar.
Orhan Pamuk’un romanları, post modern geleneklere göre kuşkuya yer verilmeden tamamen Avrupai bir edebi formatta yazılmış olmalarına rağmen tam bir Türk ruhu taşıyor. Zaten Orhan Pamuk’a boşuna Türk Umberto Eco demiyorlar. Umberto Eco romanlarında iyi tarafları, eksiklikleri, çelişkileri ve paradoksları ile Avrupai İtalyan dünyasının en yoğunlaştırılmış hislerini görüyorsak Pamuk da özel yöntemlerle, farklı kesitlerde, faklı düzlemlerde ve her şeyden önce Türk okurlara Türk İslam dünyasını anlatıyor.
Orhan Pamuk’u Tolstoy veya Dostoyevski ile asıl yakınlaştıran ise bir ülkenin ötesinde, bir zamanın ötesinde bulunması ve dünya insanı olmasıdır. Türk gerçeklerini ve kavramlarını işlese bile Pamuk’un romanları evrensel değerlere sahip. Ve işte bu nedenle bir Avrupalı, bir Amerikalı veya bir Rus olsun onları seve seve okuyor.
Orhan Pamuk, tiyatrodan etkinlik haberini alınca oyunu bizzat izlemek amacıyla Kazan'a Nisan ayında gelmeye karar verdiğini söyledi.