“Devrim Ayetleri”, “Şeytan Evliyaları, “Abdestli Kapitalizm” gibi çok satan kitapların yazarı olan, “Devrimci Müslümanlar” grubunu kuranlar arasında yer alan Eren Erdem, radyomuza Siyasal İslam’la ilgili çarpıcı açıklamalar yaptı.
Siyasal İslam’ın ABD’nin Ortadoğu’yu yeniden imar projesi olduğunu belirten Eren Erdem, “Siyasal İslam’ın bir insan modeli var. Bu, batılı kapitalist üretim ilişkileriyle çok haşır neşir bir insan modeli. Bunlar kafası liberal bel altı muhafazakar” dedi.
“Türkiye’de de abdestli kapitalistler, devletin iktidar düzenini ele geçirerek kendi zenginlerini, seçkinlerini yaratarak bir tür tasfiye operasyonu yürütüyorlar” diyen Erdem, aynı yöntemin Mısır’da İhvan tarafından denendiğini ifade etti.
Eren Erdem, Siyasal İslam, tarihsel köklerinin olmayışı nedeniyle Ortadoğu’da irtifa kaybettiğini söyleyerek, “Siyasal İslam geleceği olmayan bir çıkıştır” ifadesini kullandı.
İşte Eren Erdem’le gerçekleştirdiğimiz söyleşi:
Siyasal İslam kavramı nasıl bir kavramdır? Nasıl tanımlamak lazım? Sizin yaklaşımınız nedir?
“Son 30 yıl boyunca, Ortadoğu’da emperyalist unsurların programlı bölüm içinde bölge siyasetinin omurgası olarak şekillendirmeye çalıştığı güdümlü bir kavram. İslam düşüncesinin bir siyaset felsefesi var, yok değil. Siyasal bir İslam var. Ama bugünkü siyasal İslam’la İslam düşüncesindeki esas o siyaset felsefesi çelişki arz ediyor. Bugünkü siyasal İslam, en temelde batı emperyalist dünyanın kapitalist üretim ilişkilerinin içerisinde konumlanmayı esas alan bir siyaseti omurga olarak belirliyor ve Ortadoğu’daki temel kavganın da merkezindeki ideolojik söylem olarak karşımıza çıkıyor.
“SİYASAL İSLAM, ABD’NİN ORTADOĞU’YU YENİDEN İMAR PROJESİ”
Siyasal İslam Türkiye’de mevcut iktidarın, Mısır’da Mursi hareketinin İhvan’ın daha güneye indiğimizde Suud-Katar havzasının genel siyaseti olarak tanımlanabilir. Siyasal İslam konumlanış itibariyle de Amerika’nın Ortadoğu’yu yeniden imar projesinin çok önemli bir ayağı. Bu ayak ne tür bir toplumsal model öngörüyor? Siyasal İslam’ın bir insan modeli var. Bu, batılı kapitalist üretim ilişkileriyle çok haşır neşir bir insan modeli. Biz bunlar için “kafası liberal bel altı muhafazakar” diyoruz.
“ABDESTLİ KAPİTALİSTLER TASFİYE OPERASYONU YÜRÜTÜYOR”
Türkiye’de de abdestli kapitalistler, siyaseti, devletin iktidar düzenini ele geçirerek kendi sınıfını yaratma ya da kendi zenginlerini, elitlerini seçkinlerini yaratarak bir tür tasfiye operasyonu yürütüyorlar. Aynı şekilde bunu Mısır’da denediler. Mısır’da da İhvan bu yönde bazı çalışmalar yürüttü.
“SİYASAL İSLAM ORTADOĞU’DA İRTİFA KAYBETTİ”
Siyasal İslam, tarihsel köklerinin veya referanslarının olmayışı nedeniyle de bugün geldiği nokta itibariyle Ortadoğu’da irtifa kaybetmiştir ve Siyasal İslam geleceği olmayan bir çıkıştır. Siyasal İslam, emperyalizmin çok ciddi yatırımlar yaptığı, ama Ortadoğu’nun ruh köklerine uyumsuz olması hasebiyle de geleceği olmayan, tabiri caizse sakat ve hastalıklı bir doğum.
“SİYASAL İSLAM ANTİ AMERİKANCI GELENEKTEN UZAKLAŞTI”
Siyasal İslam Ortadoğu’nun köklerine oturmuyor, hitap etmiyor derken neyi kast ediyorsunuz?
Şunu kast ediyorum: Birincisi Ortadoğu’nun tarihsel gelenekleri var. Bir Filistin direnişi var. Bu direnişin ana örgütleyicileri FDHKC’ler en temelde anti emperyalist, anti Amerikancı bir ideolojik perspektife sahiptiler. Ortadoğu’da hareketler anti Amerikancı, anti emperyalist perspektife uzaklaştıkça büyük bir yabancılaşma içerisine girmeye başladılar. Toplum tarafından kabul görmemeye başladılar. İhvan kurulduğu dönem anti Amerikancı bir dille kuruldu. Türkiye’deki Siyasal İslam olarak Milli Görüş, bütün söylemlerinde anti Amerikancı, anti Siyonist bir söylemle ortaya çıktı. Kaddafi’den Esad’a kadar bütün bu hinterland bütün siyasetini anti emperyalist, anti Amerikancı bir söylem üzerinden konumlandırdı. Dolayısıyla şu çok açıktır ki Ortadoğu’da anti emperyalist, anti Amerikancı bir gelenek var. Siyasal İslam bu geleneğin dışına taştığı ölçüde bölge halkı nezdinde yabancı bir kavram olarak algılanmaya ve bölgeyle çelişmeye başladı. Siyasal İslam’ın en temel uyuşmazlığı bu.
“SİYASAL İSLAM BÖLGENİN HAZMEDECEĞİ BİR PERSPEKTİF DEĞİL”
İkinci uyuşmazlığı, en temelde batı felsefesini referans ediniyor. Bunu referans edinirken de, Kuzey Afrika’dan Çin’e kadar Rusya ve Hindistan da dahil bütün bu hinterland, ortaklaşmacı gelenekle tarih boyunca varolmuş ve ortaklaşmacı geleneğin pratiğinin ortaya çıktığı alana dönüşmüştür. Bu ortaklaşmacı kültüre yabancı bir söylem olarak Siyasal İslam bireyci, menfaatçi, kapitalizmi meşrulaştıran bir içerikle bölgede var olmaya çalıştığı için işte bu kültürle de çelişiyor. Siyasal İslam bölgenin aslında hazmedebileceği bir perspektif değil.
SİYASAL İSLAM HANGİ DİNAMİKLERDEN GÜÇ ALARAK KÖKLEŞTİ?
Oliver Roy, Siyasal İslam’ı, sosyalizmle batı kapitalizmi arasında üçüncü bir yol olarak ifade ediyor ama daha 1994 yılında etki alanı genişlese bile çöküşün kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Siyasal İslamı, yönetebilir, muktedir olabilir bir sistem olarak görmüyor. Ancak biz geçtiğimiz 20 yıl boyunca sürekli Siyasal İslam’ın yükselişine tanıklık ettik. Bu nasıl mümkün oldu? Siyasal İslam hangi dinamiklerden güç alarak kökleşti ve başta Türkiye olmak üzere pek çok coğrafyada iktidarı nasıl alabildi?
Bugün biz bölgede konumlanmış bir dünya görüşünü eğer kapitalizmle sosyalizm arasında bir yerde tanımlayacaksak, ben mesela İslam’ın esasen 3. yol olduğuna inanan biriyim. Ama Siyasal İslam’ın değil. Bu tanımlama yapacağım ideolojinin, görüşün perspektifi üretim modelinin sosyalizm ve kapitalizm dışında bir noktada örgütlenmesi gerekir. Siyasal İslam hunharca zenginleşmeyi, hunharca yoksullaştırmayı ve kapitalizmin çarklarına abdest suyu dökmeyi öngörüyor. Dolayısıyla da bu açıdan İslami sosyalizm veya İslami müslümanca bir sosyalizm okuması ihtiva etmiyor. Siyasal İslam en temelde Ortadoğu’da radikalizme alternatif bir seçenek olarak konumlandırıldı. Aslına bakarsanız tarihte hiç eşi benzeri görülmemiş, hiç olmamış bir tür radikalizm icat edildi, üretildi. Bu üretim de 11 Eylül saldırılarıyla çok paraleldir. Siyasal İslam’ın yükselişe geçtiği eşik 11 Eylül sonrasıdır, Amerika’nın Ortadoğu’yu işgali, Irak’ı işgali sonrasıdır. 11 Eylül ve öncesinde bölgedeki radikalizmin yaratıcılarının bizatihi Amerika olduğu gerçeğini biz daha sonraları çok net bir şekilde algıladık ve emperyalizm doğu havzasını işgal edebilmek için bir senaryo üretti. Emperyalizm doğu havzasındaki geniş halk yığınlarının kendisini hiç hoş karşılamayacağını bildiği için kendisiyle uyumlu bir bölge dininin ve dilinin gelişmesi adına ciddi yatırımlar yaptı.
“CEMAATLER ÜZERİNDEN MEŞRULAŞTIRILMAYA ÇALIŞILDI”
Siyasal İslam’ı Türkiye’de cemaatler üzerinden Ortadoğu’da belli başlı hareketler ve akımlar üzerinden meşrulaştırmaya çalıştı. Selefilik bu işte başı çekiyor. Elbette bir meşruiyet kazanamadı. Demokrasiyle kurduğu bir ilişki, demokrasi kavramıyla barıştık üzerinden kendisini o alanda meşrulaştırmaya çalıştı. Fakat bu demokrasi, bizim bildiğimiz anlamda bir halk demokrasisi yahut da toplumcu bir demokrasi değil. Aksine batılı egemenlerin demokrasi anlayışı zemininde örgütlendiği için aslında o monarşik karakterinden hiçbir şey kaybetmedi.
“SİYASAL İSLAM DEMOKRASİYİ ARAÇ OLARAK KULLANIYOR”
Türkiye’de demokrasi diye bir kavramdan bahsediliyor ama yüzde 10 seçim barajı var. Dolayısıyla Türkiye’de seçim barajını geçemeyen siyasetler bugün seçim barajını geçenler tarafından temsil ediliyor ve toplumun tamamını temsil etmeyen bir meclis toplumun tamamı adına karar veriyor. Siyasal İslam bu anlamda demokrasiyi araç olarak kullanabilme yeteneği kazandı. Daha doğrusu kazandırıldı. Bunun da tek bir sebebi var. Emperyalizm Irak deneyimi üzerinden bölgede askeri bir varlıkla etkin olamayacağını çok net bir şekilde gördüğü için ve bölgenin tarihsel dinamikleri emperyalizmle barışık bir siyaset içinde olmadığı için emperyalizm alternatif bir bölgesel siyaset yaratmak mecburiyetinde kaldı. Bu İhvan’ın bugünkü siyasetine girmesi, Türkiye’deki gelinen nokta, bölgedeki Selefi, Vahabi akımların politik müdahaleleri, El Kaide’nin yapmış olduğu terör eylemleri.
Bunları bir bütün olarak değerlendirdiğinizde Siyasal İslam doğuyu işgal projesi olarak ortaya çıktı ve bu işgal projesi de doğunun ruh kökleriyle uzlaşmaz bir kişilik yapılanmasıyla biçimlendiği için de bugün tasfiye olmak durumunda, tasfiyede oluyor zaten.
“İRAN, EMPERYALİZMİN BÖLGEDEKİ VARLIĞINI TEHDİT EDİYOR”
Tasfiye başlığına geçmeden önce bir şey sormak istiyorum. “Siyasal İslam’ın bir formu İhvan’dır, bir formu AK Parti’dir, bir formu Suudi Selefiliği’dir, bir formu da İran devrimidir” gibi bir görüş de var. Burada sınır nedir? Mesela az önce meseleyi, emperyalizmin içsel bir olguya dönüşmesi bağlamında ele aldınız. “Emperyalizm bire bir müdahalelerinde bir içsel olgu olarak bunu kullandı” dediniz. Eğer böyle ise bu İhvan, AK Parti ya da Selefiler ya da İran devrimi her biri farklı bir aktör olarak karşımıza çıkıyor. Bu noktayı nasıl açıklayabiliriz? Bu aktörlerin bu kadar çeşitli ve beş benzemez olması nasıl izah edilebilir?
Orada İran üzerine bir şerh atıyorum. İran Siyasal İslam’ı temsil ediyor mu? Evet İran İslam siyaseti yürütüyor. Ama Siyasal İslam bugün ideolojik bir terminoloji, kavram. İran bugün bahsettiğimiz bu yapılarla yan yana durmayan bir olgu, bir yapı olarak karşımıza çıkıyor. Bunda da temel nokta şu; İran devrimi zaten emperyalizme karşı yapıldı, biz her ne kadar İran devriminin sonrasında ikame edilen rejimin belli yönlerini eleştirsek de, her ne kadar ekonomik, politik anlamda da eleştirsek de içerik ve mahiyet açısından Amerikan emperyalizmine karşı yapılmış bir devrim olduğunu biz son 30 yıldır gördük. Gelinen nokta itibariyle İran bugün halen daha ısrarcı bir dille emperyalizmin bölgedeki varlığını tehdit ediyor. Doğru evet bölgede İslam’ın siyaseti var. Çünkü çok doğal, bölge İslam bölgesi, müslümanların yaşadığı bir bölge ve İslam zaten tarihsel olarak kendi siyasetiyle, felsefesiyle toplumlar tarafından benimsenmiş ve özümsenmiş bir ideoloji aslında. Bölgede İhvan ve diğerleri bu gerçekliğin dışında, bu esas olan İslam’ın siyasetinin dışında bir Siyasal İslam projesinin parçası olmaları hasebiyle zaten böyle bir perspektif ortaya koyuyorlar. Aslında Siyasal İslam’ın çok farklı izdüşümleri yok.
“REFERANSINI SELEFİZİMDEN ALIR”
Siyasal İslam’ın temelde inançsal referanslarını Selefizim’den alır. Örneğin Siyasal İslam’ın temsilcisi olduğunu ifade ettiğimiz unsurları yan yana koyduğumuz zaman AK Parti’de buna dahildir. Bunlar, ideolojik açıdan tümüyle Selefi hareketlerdir. Selefi anlayışın tarih felsefesine açtığı bir savaş var. Örneğin bunlar türbeleri bombalarlar. “Türbelere gitmek haramdır” derler. Böyle bir yaklaşım biçimleri var. Ortadoğu toplumu semboller üzerinden öğrenirler, yaşayarak öğrenirler, kitabi bir toplum değildir. Dolayısıyla insanlar zulme karşı mücadeleyi Kerbela’da öğrenirler, Hz. Zeynep türbesinde öğrenirler. İşte eğer Ortadoğu’da bir hareket sizin Kerbela’ya, Hz. Zeynep türbesine, Mekke’ye gitmenize engelleyici bir içerikle karşınıza çıkıyorsa bilin ki orada sizin tarihinize, kültürünüze ve varlığınıza savaş açmış bir emperyalistin parmağı vardır. Dolayısıyla biz Selefizmin tümüyle kendisini buraya konumlandırmış ve bu tarihsel birikimleri toplumun bilinç altından silip çıkarmaya yönelik bir inançsal akım olarak kendisini örgütlemiş olması açısından mutlak mahiyette emperyalizmin tasarladığı bir ideolojik birikim ya da ideolojik çöplük olarak karşımıza çıktığını görüyoruz. Selefizmin çok farklı iz düşümleri yoktur. Siyasal İslam’ın çok farklı iz düşümleri yoktur. Bunlar birbirlerinin fotokopileridirler. Mısır darbesine karşı AKP’nin bu kadar tepkisel olmasının yegane nedeni de zaten buydu. Bu sebeple Mısır darbesine bu kadar yoğun bir tepki gösterdi. Keza Türkiye’de seçimle başa gelen ve halkın yüzde 50’sinin oyunu aldığı iddia edilen hareket bugün Suriye’de azınlık rejimi diye BASS rejimini yargılıyor.
“SURİYE’DE 30 KİŞİLİK BAKANLAR KABİNESİNDE 3 KİŞİ ALEVİ”
Çok ilginç bir istatistik vereceğiz. Suriye’de 30 kişilik bakanlar kabinesinin 27’si Sunni’dir. Esad Alevi’dir. Esad’la beraber 3 kişi Alevi’dir. Suriye’nin devlet müftüsü Sunni’dir. Fetvalarını Sunni içtihadına göre verir.
Demokratik olduğu iddia edilen Türkiye’de sandık kurulmasına rağmen Bakanlar Kurulu’nda bir tane Alevi bakan yoktur. Şimdi bu çelişkiyi biz nasıl tanımlayabiliriz? Nereden bakarak doğru anlayabiliriz? İşte bakın bu çelişki El Kaide’leri ortaya çıkartan çelişkidir. El Kaide’lerin toplum tarafından meşrulaşmasını sağlayan okuma probleminin ta kendisidir. Ve bu yapılanmada bugün geldiğimiz noktada son derece ciddi bir sıkıntı yaşıyor. Çünkü bölgenin tarihsel devrimciliği, kültürel birikimi tasfiye ediliyor.
“AK PARTİ’Yİ İKTİDARA GETİRENLER İKTİDARDAN GÖTÜRECEK”
AK Parti iktidarının bir seçime dahi geremeyeceğini düşünüyorum. Bu toplumsal dinamitler karşısında çok ciddi duvara tosladığını Suriye ile yaşadığı krizin özellikle de Amerika’nın Suriye’ye tepeden dalacağı ümidiyle yaşadığı krizin Amerika’nın savaşı iptal etmesiyle beraber tabiri caizse ellerinde patladığını, Amerika’nın artık tek yolunun Ortadoğu’da müzakere olduğunu ve bu müzakereleri de AK Parti’yle yürütemeyeceğini biz çok net bir şekilde görüyoruz. Maalesef AK Parti’yi iktidara getirenler iktidardan götürecekler.
“MISIR’DA UYGULANAN REJİM ABD’NİN YENİ DİLİ”
AK Parti ve Müslüman Kardeşler belki de siyasal İslam projesinin merkezi konumundaydı. Körfez’deki Arap ülkelerini de sayarsak, Siyasal İslam bir sacayağı üzerinde yükseliyordu. Şimdi bunlardan Mısır gitti. Körfez ülkelerinin ise bu süreçte İhvan’a sırtını döndüğünü gördük.Bundan sonra neler beklemeliyiz?
İhvanı götüren Amerika oldu. Darbe sonrası Mısır’da uygulanan rejim, Amerika’nın bölgedeki yeni dili. Amerika artık önümüzdeki dönem bölgede bu dili kullanacak. Nasıl bir dil bu? Daha laik, daha bölgeye uyumlu bir dil.
“ABD, SURİYE’DE HİÇ BEKLEMEDİĞİ BİR KUVVET GÖRDÜ”
Arap Baharı’yla beraber Amerika bölgeyi yeniden imar etmeye dönük bir hevese ve heyecana kapıldı. Fakat iş Şam’a geldiğinde Amerika, karşısında hiç beklemediği bir kuvvet gördü. Şam bölgedeki direniş ekseninin tam merkezindedir. Yani Şii hilalinin tam ortasındadır. Ve Şii hilali silah, mühimmat, personel yani insan gücü açısından tüm varlığını bölgedeki Amerikan ve İsrail etkisine karşı konumlandırılmış hilaldir. Bu kadar açık, bariz bir yapılanmanın üstüne doğru hücum etmek emperyalizmin belki de bir ümit, bir şans veya farklı bir hesap üzerinden bir deneme olarak karşımıza çıktı. Geldiğimiz noktada Esad bu işi bitirdi. Artık Amerika Esad’la savaşamayacağını, operasyon yapamayacağını keza son operasyon hamlesi ki bir daha böyle bir hamleye girişemeyeceği de çok açık ve o hamlede de ciddi anlamda Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın desteğini alamayışı Amerika’yı çok ciddi anlamda tek bir seçeneğe adapte etti. Bu seçenekte şu; ya Ortadoğu’da biraz daha fazla didişerek bölgeden tasfiye olacaktı veyahutta bölge devletleriyle uyumlu siyaset yürüten müzakerelerle yürüten bir dil geliştirerek oradaki varlığını sürdürecekti. İşte bunu çok önceden okuması hasebiyle İhvan’ın Suriye ile yaşadığı mezhepsel ve siyasi çatışmanın kendisi aleyhine döneceğini bildiği için öncelikli olarak Mısır’da İhvan’ı tasfiye etti. İktidara taşıdığı Mursi’yi bizzat kendi eliyle tasfiye etti. Bunu yapmasının sebebi, İhvan’ın Suriye’yle yürüteceği siyaset Amerika’nın bölgedeki etkisini kırmaya dönüktü esasen. Bu tasfiye Türkiye’de çok doğru okundu. Bütün AK Parti kanadı çok inanılmaz bir şekilde Mısır’a dönük bir propagandaya başladılar ve darbeyi yapan ordunun öldürdüğü insanların ciddi propagandası yapıldı. Ama ne tesadüf ki aynı dönem yani darbe olduğu dönem ramazan ayına kısmen denk gelmişti hatırlarsanız Irak’da El Kaide canlı bombaları tarafından toplam 719 insan öldürülmüştü. Bunlar Şii’ydi. Tek bir kişi dahi bunlar aleyhinde, bunlar lehinde bir cümle kullanmadı. AK Parti’nin bölgede ölümlere, yaşam kayıplarına dönük olarak bunu gerçekten de samimi bir duyguyla yapmadığını biz burada gördük. Demek ki burada bir siyasi propaganda vardı. Bu siyasi propaganda neydi? AK Parti Ortadoğu’da ya Esad’ın ya da Tayyip Erdoğan’ın var olabileceğini ikisinin birden var olamayacağını çok iyi çözümledi. Dolayısıyla bütün emperyalist dünyayı bütün batı dünyasını Suriye’ye operasyona ikna etmek için çok yoğun bir çabaya girişti. Neden? Bugüne kadar yürüttüğü Ortadoğu stratejisi onu buna mecbur kıldı. Çünkü bu çözümsüzlük Şam’ın ayakta kalışı, Baas’ın direnişi AK Parti’nin elini ayağını bağladı. Ve AK Parti Amerika’nın olası bir tavır değişikliği nedeniyle bölgede tasfiye edileceğini çok iyi biliyordu. Keza Gezi direnişini de dış mihraklarla ilişkilendirmesinin sebebi buydu. Başbakan’ın dış mihrak dediği şey aslında Amerika’ydı. Amerika’nın düğmeye bastığı varsayımıyla hareket etti, sonunun geldiği varsayımıyla hareket etti ve o nedenle bu kadar ciddi bir panik yaşadı.
“ABD, BÖLGEDE VAROLABİLMEK İÇİN SİYASAL İSLAMI TASFİYE EDECEK”
Amerika Ortadoğu’da var olmak için artık siyasal İslamı tasfiye edecek. Kendi yarattığı bu hastalığı kendisi tasfiye etmek zorunda kaldı. Ve ben Türkiye’de bu dönem bunun için bir siyasal seçenek üretmeye çalıştıkları kanaatindeyim. “Sizler darbeyle mücadele ediyorsunuz ama Türkiye askeri bir darbeye bundan daha yakın hiç olmamıştı” diye bir yazı yazmıştım. Çünkü ciddi bir AK Parti alternatifi üretilemediği için batılı emperyalist dünya her halükarda ordu seçeneğini devreye sokabilir ve post modern bir darbe örgütleyebilirdi. Halen daha böyle bir risk vardır ciddi anlamda.
“TÜRKİYE’DE, CİDDİ BİR SİYASAL ALTERNATİF ÜRETİLECEK”
Önümüzdeki dönem özellikle de yerel seçimlere kadar, yerel seçim periyodu içerisinde Türkiye’de çok ciddi bir siyasal alternatifin üretileceği kanaatindeyim. Ve bu alternatif Amerika’nın yeni alternatifi olacaktır. Bu alternatifin bölgede kullanacağı dil daha müzakereci, daha barışçıl, bölgedeki Esad varlığını, İran varlığını, Hizbullah varlığını kabullenen içselleştiren bir dil olacaktır.
“GÜLEN CEMAATİ ABD’NİN YENİ SİYASETİNİ TEMSİL EDİYOR”
İşte bu açıdan bugün Gülen cemaatiyle AK Parti kavgası birilerinin zannettiği gibi bakanlık kavgası, koltuk kavgası falan değildir. Gülen Amerika’nın yeni siyasetini temsil ediyor AK Parti eski siyasetini temsil ediyor. Kuvözde olan, yani yeni siyaseti imar edecek olan, eski siyaseti tasfiye etme girişimindedir.
“KAVGA, İKTİDARLA ABD ARASINDA SÜRÜYOR”
Bu yeni alternatifin kültürel, politik, ekonomik kodları nelerdir? Az önceki saydığınız iki unsur da geçtiğimiz dönemin iktidar bloğunu oluşturan unsurlar. Kısa vadeli bir proje olmadığını biliyoruz bunun. Bu nasıl bir alternatif haline dönüşecek? Eğer alternatifin bileşeni bir önceki dönemin iktidar ortağıysa bu iş nasıl olacak?
Washington’un bölgesel manivelaları siyasi değişim ve dönüşümleri dolayısıyla Pensilvanya’da da tecelli ediyor. Aslında Pensilvanya bugün her bardağın şeklini alabilecek bir iktidar ortağıdır. Çok büyük bir ihtimalle bölge devletleriyle müzakere eden, bölgeyle barışık ve bölgedeki Amerikan etkisinin kırılmaması adına bunu yapan bir siyaset olacak. Kavga, Türkiye’deki muhaliflerle iktidar arasında değil, kavga Gülen cemaatiyle iktidar arasında sürüyor. Gülen cemaati nezdinde Amerika’yla iktidar arasında sürüyor. Amerika “bölgeye müdahale edebilir miyim, buna yeterli kamuoyu desteği toplayabilir miyim, Avrupa devletlerinden bir ittifak oluşturabilir miyim” ümidiyle son ana kadar AK Parti’yle devam etmekte ısrar etti. Ama İngiltere’nin, Almanya’nın ve Fransa’nın son tahlildeki tutumu Putin’in, Rusya’nın net tavrı, Amerika’nın bu ittifakı sürdüremediği gerçeğini Amerika’nın önüne koydu. Türkiye yeni dönemde Ortadoğu’da savaşın değil barışın yanında bir görüntü verecek en azından. Bu Ortadoğu’da bir toplumsal ittifakın oluşması açısından da yararlı olabilir ama en nihayetinde bu da Amerikan stratejisi olacaktır. Bu da uluslararası bir siyaset ve strateji olarak örgütlenecektir.
“RADİKAL SİYASET GÜNDEMİ ARTIK İŞGAL EDEMEYECEK”
28 Şubat örneği var. 28 Şubat’ta bir tür “bastırılanın geri dönüşü” diye bir teori üzerinden AK Parti’nin tekrar varlık kazanıp dönmesi, siyasal iktidarı alması durumu var. Bugün, Mısır’da İhvan’ın kapatılması, üyelerinin tutuklanması gibi 28 Şubat’ı andıran, özellikle hükümet temsilcilerinin sıkça dile getirdiği olaylar yaşanıyor. İhvan deneyimiyle Türkiye’dekini mukayese ederek ele alırsak, Siyasal İslam için tekrar böyle bir geri dönüş, 2-3 sene sonra iktidarı devralma; kısmi bir güç kaybının ardından daha güçlü bir şekilde iktidarı ele geçirmek gibi şey öngörmüyor musunuz? Yani bu süreç kesin olarak bitti mi?
Kesin olarak bitti. Artık bu Ortadoğu açısından mümkün değil. Şimdi bakın 28 Şubat ve 28 Şubat’taki milli görüşün içinden AK Parti gibi bir siyasetin çıkması gibi bir süreç çok doğaldı zaten. Dönemin konjonktürüne uygundu. Ama bugünkü konjonktür buna uygun değil. 28 Şubat‘ta Mübarek Mısır’daydı, Kaddafi Libya’daydı. Tabiri caizse diktatör olarak tanımlanan unsurlar bölgede çok ciddi bir etki ve güç sahibiydiler. Ama bugün bölge gerçekten de küreselleşme çarklarının yoğun biçimde dönmesini sağlayacak ciddi bir siyasi değişim yaşadı ve bu değişimin içerisinde demokrasi kavramıyla bölge bu kadar haşır neşir olmuşken, her ne kadar bu egemenliğe demokrasisiz de olsa bu denli radikal bir siyasetin artık çok ciddi anlamda gündemi işgal edemeyeceği açık. Amerika aslında bölgede radikal siyasetin varlığını istiyor ama radikal siyasetin bölgede etkin hale getirebilmek için kullandığı argümanlar bu siyasetin gelişmesini engelliyor.
Demokrasi ve özgürlük. Bu en temelde Ortadoğu işgalinin parolası olarak karşımıza çıktı. Amerika’nın sarf ettiği bu iki kilit kavram, gerçekten toplumların ihtiyacı olan kavramlar. Doğu toplumları ülkede bu dilin gelişmesini engelliyor. Bölge liberalize oldu. Yani o bu türden bir diktatör kavrayışın ortaya çıkması için çok uygun değil.
28 ŞUBAT’IN SEBEBİ NEYDİ?
Bir diğer yönüyle Milli Görüş’ün 28 Şubat’taki tasfiyesi ile AK Parti’nin dönüşü mukayese edildiğinde bu İhvan sürecine çok büyük benzerlikler göstermiyor. Çünkü Milli Görüş’ün 28 Şubat’ta yaşadıklarının temelinde yatan esas neden ekonomik nedenlerdi. Milli Görüş ciddi anlamda atıl sermayenin Türkiye’den tasfiyesini ve Arap sermayesinin Türkiye’de örgütlenmesini esas alan bir faaliyet içerisine girmişti. Yani tehdit olarak algılanmasına ve darbe yapılmasının iktidardan geri çekilmesinin sebebi buydu zaten. Ama bugün baktığımız zaman İhvan’ın ve AKP’nin böyle bir kaygısı yok. Aksine Türkiye’yi Avrupa’ya açık bir pazar haline getirmekte ve en ileri icraatları yapmış iki hareket. Batılılar bu açıdan bugünkü iktidarlardan rahatsızlık duymazlar. Dolayısıyla bu şekilde okuduğumuz zaman karşımıza çıkan yegane politik dönüşüm Şam merkezli bir okumayla ilişkilendirilebiliyor. Dolayısıyla Şam bir kriz yaşarsa benim bugün burada ifade ettiğim tüm tezler çökebilir. Şam’ın ayakta kalma ihtimali çok yüksek görülüyor. Dolayısıyla da bu ihtimal üzerinden okuduğumuzda Siyasal İslam’ın geleceği yoktur diye görüyoruz.
DEVRİMCİ MÜSLÜMANLIK NE ANLAMA GELİYOR?
Siz kendinizi “Devrimci Müslüman” olarak tanımlıyorsunuz. Bu
Tanımın özünde ne var? Ya da siyasal İslam’dan farkı nedir?
Devrimci Müslümanlığın devlete bakışından bahsedeceğim birkaç cümleyle. Çünkü ne olduğunuzu anlamanın en kolay yolu bu. Devrimci Müslümanlık devlet dizilimini yahut hizalanmasını Medine referanslı okur. Siyasal İslam Emevi hanedanlığını referans olur. Çok ciddi bir kırılma var burada. Emevi hanedanlığı dini olan bir devlet modeli ortaya koymuştur. Medine’deki Hz. Peygamberin uygulaması ise tüm dinlere eşit mesafede olan bir devlet modeli ortaya koymuştur. Yani daha seküler ve dini olmayan bir devlet anlayışı ortaya koyma öngörüsüyle ortaya çıkar. Ve Medine’de Peygamber’in devlete atfettiği tek bir kavram vardır ‘adalet’. Bir kere devrimci Müslümanlar bunu istiyor. Devrimci Müslümanlar İslam devleti istemiyor, devrimci Müslümanlar Yahudilerle, Hıristiyanlar, Ateistlerle, Müslümanlarla, Alevi, Sünni’siyle hep beraber yaşayabilecekleri bir devletin ve bunu da adalet zemininde örgütlenebileceğini öngörüyorlar. Ve bizim siyasal İslamda yaşadığımız temel kırılma şu: Biz diyoruz ki; kapitalist ekonomi politiğe karşı İslam’ın ekonomi politiği. Bu da en temelde mülk Allah’ındır ibaresiyle mülkiyetin ortak olması perspektifine dayanıyor. Ve bölgede tabiri caizse İslami bir sol, İslami bir sosyalist perspektifin bir devlet dizilimine tecelli etmesi öngörüsüyle hareket ediyoruz.