‘Bölge merkezli dış politika izlenmeli’
“Küresel emperyalizmin öncü devleti ABD. Bunu artık herkes kabul ediyor. Arkasındaki gücün Birleşik Krallık olduğu konusunda da kimsenin bir şüphesi yok. Stratejileri Birleşik Krallık oluşturuyor, yönetmeni Amerika ve bunun uygulayıcıları, aktörleri de İsrail ve buna benzer tetikçileri de vekil savaşçıları. Bunu artık herkesin kabul etmesi gerekiyor. Bunun karşılığında Sayın Bahçeli’den böyle bir önerinin gelmesinin samimiyet derecesinin sorgulanması gerektiği kanaatindeyim. Çünkü MHP bugüne kadarki siyasetlerinin hiçbir tarafında bahsettiği ülkelerin politikalarıyla yan yana gelebilmiş değildir. Oysa DSP’nin dış politikasının ana eksenini bölge merkezli dış politika oluşturur. Bu da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Yurtta barış, dünyada barış’ temelli dış politikasının üzerine kurgulanmış bir politikadır. Bu ne demek? Rusya, İran, Suriye, Yunanistan, Bulgaristan… Önce bunlarla iyi olacaksınız, ondan sonra ülkenin ekonomik çıkarlarının gelişmesi yönünde diğer devletlerle de siyasi ilişkilerinizi geliştirebilirsiniz.
Bugünkü manzarada Türkiye’nin bu sıkıntılardan kurtuluşu noktasında bir değerlendirmeye tabi tutacak olursak geçmişe dönüp baktığımızda küresel emperyalizmin her türlü dayağını yediğimiz noktada ABD, İngiltere, Avrupa Birliği ülkeleri bizim karşımızda olmuş. Her kurutuluşumuzda da SSCB’den itibaren başlayan Rusya ve Çin bölgesi olmuş. O zaman hepimizin aklı, fikri var. Oturup mantıklı bir düşünmemiz gerekiyor. Devletin kalıcı politikalarını karşımızdaki küresel güçlerin de ikna olacağı boyutuyla ortaya koyup bu ilişkilerimizin geliştirmemizin çok önemli olduğunu ben de kabul ediyorum ama bunu söyleyen ağız önemli. Bunu biz yıllardır söylüyoruz; Türkiye Rusya ile mutlak surette iyi ilişkilerini geliştirmek zorundadır. Özellikle Kurtuluş Savaşı’ndan itibaren başlayan, bu ülkelerin bize desteğini unutmamamız gerekiyor. Büyük sanayi yatırımlarımızı onların katkıları ile hayata geçirdiğimizi hiçbir zaman unutmamamız gerekiyor ve bunu geliştirmek için de ekonomi politikalarımızda bir paralelliği bura ile kurmamız halinde Türkiye’nin geleceğine ilişkin bir güvence oluşturabiliriz. Dolayısıyla gerçekten eğer o tip bir yaklaşım hayata geçirilebilirse Türkiye için doğru bir strateji olacaktır düşüncesindeyim.”
‘Asgari ücret tespit komisyonunun oluşumu yanlış’
“Asgari ücretin belirlenme yönteminin baştan ele alınması gerekiyor. Bu konuda biz DSP olarak Meclis’te de görüşlerimiz paylaştık. Zira Asgari Ücret Tespit Komisyonu adı altıda bir komisyon var. Türkiye’de bir işi çözmek istemiyorsanız işi komisyonlara atarsınız. Oralarda amiyane tabirle rezil rüsva olur, her şey dağılır gider. Asgari ücret ile çalışan toplum kesimi 10 milyon. Bu komisyonu oluşturan unsurların hangisinin bünyesinde asgari ücret ile çalışan bir tane işçi var? Devlet kadrolarında asgari ücret ile çalışan bir çalışan yok. Türkiye işveren sendikalarının bünyesindeki firmalarda asgari ücret ile çalışan bir tane işçi yok ya da işçilerin temsilcisi olarak bulunan Türk-İş’in öncülüğünü yaptığı sendika bağlantısı olan işçilerin hiçbirisi asgari ücret ile çalışmıyor. Bizim önerimiz şuydu; bu yapı sağlıklı bir yapı değil. 5’er tane temsilci yer alıyor, eğer bir denge unsuruysa… Bunun 1’e indirilmesini önerdik. Bunun yanında son 15 senedir bizzat asgari ücret ile çalışan en az 5 işçinin orada yer almasının sağlanmasını önerdik. Bu neyi getirirdi? Belki dengeleri tam olarak hayata geçiremeyebilirdi ama kamuoyunda asgari ücret düzeyinin nereye gelmesi gerektiği noktasında bir ikna süreci de hayata geçmiş olurdu? Biz 2025 yılı asgari ücreti için 26 bin 777 lira önermiştik; bu 22 bin lira olarak gerçekleşti. Biz yaklaşık olarak brüt ücretin net olarak ödenmesini önermişiz. 2026 için de 34 bin 811 lira olmasını önerdik. Açlık sınırı nerdeyse 30 bin lirayı aşmış vaziyette.”
‘Çalışanlar açlığa mahkûm ediliyor’
“Hükümetlerin, siyasetin ana misyonu halkını açlık sınırının altında yaşatmak mıdır, yoksa aç bırakmadan yaşatmak mıdır? Yoksulluk sınırı 92 bin lira; herkes yoksulluğa razı. Devletlerin ve siyasetin asli görevi insanları yoksulluktan kurtarmaktır. Demek ki gerek emekli maaşı, gerek asgari ücret 100 bin lira olmalı ki ‘bizim insanlarımız yoksul değil’ diyebilelim. Biz artık yoksulluğu unuttuk, aç kalmayalım derdindeyiz. İşveren tarafının aklından geçen 27-28 bin lira gibi bir rakam önümüzdeki yıl içinde insanları aynı formatta tutacaktır ve sıkıntılı yaşam devam edecektir.
Asgari ücretli olmayanlar da aynı kalemleri harcıyorlar; gıda, ulaşım, giyim… bu sepetin içinde tatil masrafı yok mesela. Koymaya kalkarsak durum daha da içler acısı. İnsanlar ölmesin düzeyinde bir maaş takdir edilecekse bu hangi parti olursa olsun siyasetin doğru ekonomi politikaları içerisinde olmadığının açık göstergesidir. Bunun mutlak surette düzeltilmesi gerekiyor.”
‘Köyler köylülere geri verilmeli’
“Güneyde ağaçta limon 2 lira, Ankara’da markette 60 lira. Devlet, aradaki farkın ne olduğunu gerçekçi boyutlarıyla tespit edebilmeli. Demek ki burada en çarpıcı girdi nakliye girdisi. Demek ki bizim ulaşım giderlerine ilişkin ciddi bir politika üretmemiz gerekiyor.
Türkiye DSP’nin iktidardan uzaklaştığı dönemden itibaren AB’nin bir elma şekeri uzatması karşılığında tarım nüfusunu yüzde 5’e indirdi. Bu ciddi bir hataydı. Türkiye bu hatadan ne zaman dönerse o zaman kurtulmaya başlayabilecektir. Bunun önerisini de yapıyoruz; acilen büyükşehir yasasını değiştirmemiz gerekiyor. Bu büyükşehir yasasını Sayın Cumhurbaşkanı büyükşehir belediyelerini kazanabilmek için büyükşehir sınırını vilayet sınırlarına genişleterek oradaki seçmenlerin oylarını almayı planladı. Başardı. Doğru bir strateji olmadığı 2024 seçimleri ile ortaya çıkmış oldu. Peki ne kaybettik? Tarımımızı, insanlarımızın kültürel yaşam özelliklerini kaybettik. Çünkü onlar köylerde yaşayamadılar, çoğunluğu büyük şehirlere gittiler. Büyükşehirlerde köyde yaşadıkları formatta yaşamaya devam etmek isteyince bu sefer toplumsal uyumsuzluklar artmaya başladı; trafikte, sosyal yaşamda, iş hayatında… Böyle bir toplum manzarası ortaya çıktı. Bir an evvel köyleri köylülere geri vermek zorundayız.
Kentlerin çeperlerinde organize tarım bölgelerinden bahsediliyor. İstanbul surlarının dibinde taze soğan yetiştirmekle tarım olmuyor ki… Umarım bir gün Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda yeniden radikal bir karar alır ve bu işi düzeltir. Biz tarımımızı kurtaramazsak hiçbir şeyimizi kurtaramayız.”
‘Ekonomiden şikâyet yüksek’
“MHP bakımından da baktığımızda ekonomide ciddi bir kaygı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü hiçbir söylemlerinde ekonomi yok. İktidarı Cumhurbaşkanı yönetiyor, Anayasamızda öyle diyor. Yeni sistemin kapsamı içerisinde bazı değerlendirmeler yapmamız daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Ekonomi yönetiminde hadiseleri hakikaten sıkıntılı boyuttan refaha yönlendirecek kadro olmadığı ortaya çıkıyor. Sayın Mehmet Şimşek’ten iktidar partisinin mensupları dahi rahatsız haldeyse vatandaş ya da muhalefet ne yapsın sorusu önümüzde. İktidar partisinin milletvekilleri kendi bölgelerinde yapmaya çalıştıkları yatırımlar ya da hizmetlere ilişkin Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan ciddi derecede bir blokaj ya da bir frenleme geldiğini açık açık söylüyorlar. Demek ki şikayetçiler, mutlu olsalar bunu demezler.”
‘Erken seçim çok zor’
‘CHP kuruluş kodlarından uzaklaştı’
“CHP ciddi bir savrulmanın içerisine girdi. Kuruluş kodlarından uzaklaşarak bu süreci başlattı, bunu kabul etmemiz gerekiyor. CHP’nin belirli bir kesiminde mutlak butlan beklentisi vardı. Biz bunun olmayacağını her fırsatta dile getirdik. Çünkü mutlak butlan demek o kuruluşun yasal unsurların oluşmaması sonrasında oluşabilecek bir karar olması gerekiyor. Oysa CHP öyle ya da böyle kurultaylarını yapmış, Yüksek Seçim Kurulu tarafından da onaylanmış, mazbatasını almış bir parti. O kongreler yapılırken yalan, yanlış işler dönmüş müdür, alışveriş olmuş mudur? Bunlar Ceza Mahkemelerini ilgilendiren hususlar. Özellikle Sayın İmamoğlu ile ilgili ortaya konulan hadiseler deyim yerindeyse yenilir yutulur boyutta değil. Bunu kabul etmemiz gerekiyor. ‘Diploması 35 sene sonra neden iptal edildi?’ deniyor. Evrakı sahte olarak düzenlettirdiyseniz ya da yasalara uygun bir süreci işletmeden bir belgenin sahibi olduysanız devlet bir gün gelir ve bunu bulur; hukuk da orada devreye girer ve gereğini yapar. 4 bin sayfaya yakın bir iddianame var ve hukukçular bu iddianamenin boş olmadığını söylüyorlar. Bu noktaya gelmiş bir CHP’nin ısrarla Sayın İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanlığına kendisini hedeflemiş olmasını ben başka bir siyasetin taktiği olarak görüyorum. Bizim bu konudaki görüşümüz şu; bu saatten sonra Sayın Özgür Özel CHP’nin Cumhurbaşkanı adayıdır. Bunun dışında bir adayı ön plana çıkarmaya çalışması parti olarak da kendilerini kötü olma noktasına taşıyacaktır. Özellikle 38. Kurultay’dan sonra parti içerisinde yaşanan ayrışma her ne kadar görünür gibi değilse de bir realite. Bugün CHP’nin 138 vekili var; yarıya yakını Sayın Özgür Özel ile aynı istikamette düşünen ya da hareket edecek vekiller değiller. Bunlar da muhtemelen önümüzdeki günlerde farklı boyutlardaki bir stratejinin paydaşı olabilirler. 2026 yılı CHP’nin iç işleyişi açısından daha hareketli günlere gebedir diye öngörüyorum.”