Gazeteci Serhat Ayan, Kemal Sunal'ın tiyatro ve sinema kariyerine nasıl başladığını, üniversiteye dönüş motivasyonunu ve hazırlama sürecini kendi ağzından anlattığı tezini inceledi.
Ayan, Kemal Sunal hakkında bilinmeyenleri Radyo Sputnik dinleyicilerine şöyle aktardı:
“Kemal Sunal'ın sinema kariyeri, tezin de işaret ettiği gibi, Türk sinemasının en hareketli ve aynı zamanda en kaotik dönemlerinden biri olan 1970'li yıllara denk gelir. 1972 yılında Ertem Eğilmez'in kendisini keşfetmesiyle sinemaya adım atan Sunal, başlangıçta tiyatro deneyiminin getirdiği yetkinlikle yan rollerde görünürken bile, kısa sürede izleyicinin sevgilisi haline gelmiştir. Bu on yıl, Türk sinemasında Arzu Film Ekolü'nün güldürüye damga vurduğu yıllardır. Ertem Eğilmez, Sadık Şendil gibi isimlerin önderliğindeki bu okul, toplumsal sorunlara mizah yoluyla değinen, sıcak, samimi ve halkçı komedi filmleri üretmiştir. Kemal Sunal, bu ekolün içinde Şener Şen, Adile Naşit, Halit Akçatepe gibi usta isimlerle birlikte çalışarak güldürü sanatını adeta bir laboratuvarda öğrenmiştir. 1980’li yıllar, tezin analiziyle, 12 Eylül askeri darbesinin Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yaşamında derin bir baskı ve denetim dönemi başlattığı yıllardır. Siyasi eleştirinin açıkça yapılamadığı, toplumsal tartışma alanının daraldığı bu ortamda, Kemal Sunal’ın güldürüsü, adeta bir toplumsal eleştirinin gizli dili haline geldi. İnsanlar, dile getiremedikleri itirazları ve aksaklıkları, sinema perdesindeki kahkahalar aracılığıyla dışa vuruyorlardı. Bu on yıl, Kemal Sunal’ın kariyerinde sosyal sorumluluk taşıyan komedi filmlerinin zirve yaptığı dönemdir. 'Kibar Feyzo', 'Davaro', 'Züğürt Ağa' ve 'Postacı' gibi filmler, dönemin en yakıcı toplumsal sorunlarını mizahın süzgecinden geçirerek sunmuştur. Sunal karakteri, bu filmlerde basit bir komik tip olmaktan çıkıp, "ezilen halkın sesi" rolünü üstlenmiştir. Onun tiplemeleri, sisteme karşı akılla ve saf dürüstlükle direnen, hakkı yenilse de boyun eğmeyen küçük insanı temsil etmiştir. Bu karakter, izleyiciye, çaresizlik içinde bile bir direnç ve umut duygusu vermiştir. 1990'lı yıllar, Kemal Sunal’ın tezinde de açıkça belirtildiği üzere, Türkiye’de özel televizyon kanallarının hızla yaygınlaşmasıyla sinema sektörünün derin bir krize girdiği bir dönemi işaret eder. Sinema salonları hızla kapanmış, film üretimi ciddi ölçüde azalmıştır. Tez, bu durumu "Türk sinemasının varlığından söz edilmeyecek aşamaya geldiği, üzüntü verici bir gerçek" olarak tanımlar. Ancak bu kriz, Kemal Sunal'ın popülaritesini azaltmak yerine, farklı bir mecra aracılığıyla pekiştirmiştir. Eski filmleri, televizyon ekranlarında defalarca gösterilerek büyük bir kitleye ulaşmış ve farklı nesillerin onu tanımasını sağlamıştır. Bu durum, Sunal’ın eserlerinin evrenselliğini ve kalıcılığını kanıtlamıştır.”