EKSEN

‘İsrailliler, paravan şirketler ile Kıbrıs’ta mülk alıyor. KKTC'de nüfusumuzu bilmiyoruz'

KKTC Cumhurbaşkanı Adayı Prof. Dr. Mehmet Hasgüler'e göre Kıbrıs'ta ciddi bir nüfus sorunu yaşanıyor. KKTC'de yaşayanların yüzde 10'unun Türkçe bilmediğine dikkat çeken Hasgüler, diğer yandan İsrail vatandaşlarının yoğun mülk alımının da ciddi bir sorun olduğunu ifade etti.
Sitede oku
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, 19 Ekim Pazar günü sandık başına gidecek. Kıbrıslı Türklerin yapacağı cumhurbaşkanlığı seçimleri için sekiz isim adaylığını koydu. Eski Ulusal Birlik Partisi (UBP) lideri ve mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ve ana muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri Tufan Erhürman en iddialı iki aday konumunda. Diğer adaylar ise Osman Zorba (Kıbrıs Sosyalist Partisi) ve hepsi bağımsız Arif Salih Kırdağ, Ahmet Boran, Mehmet Hasgüler, İbrahim Yazıcı, Hüseyin Gürlek.
Pazar günü atılacak geçerli oyların yüzde 50'sinden fazlasını alan aday, dünyada yalnızca Türkiye'nin tanıdığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) yeni lideri olacak.
İlk turda kimse bu oranı yakalayamazsa seçim ikinci tura kalacak. Kayıtlı seçmen sayısı 218 bin 313 olarak açıklandı. Adayların propaganda ve kampanya süresi 18 Ekim Cumartesi günü mesai bitiminde seçim yasaklarının devreye girmesiyle bitecek.
Kıbrıs’taki siyasi tartışmaları, seçim öncesi atmosferi ve iki devlet-federasyon eksenindeki tartışmaları, KKTC Cumhurbaşkanı Adayı Prof. Dr. Mehmet Hasgüler ile konuştuk.
‘İsrailliler, paravan şirketler ile Kıbrıs’ta mülk alıyor’
KKTC’nin ciddi bir nüfus ve mülkiyet kriziyle karşı karşıya olduğunu aktaran Prof. Dr. Mehmet Hasgüler, İsrail vatandaşlarının Kıbrıs’ta aldığı gayrimenkullere dikkat çekti:

“İçeriden dışarıya gittiğimiz takdirde aslında iki tezin sözcülüğünü yapan hareketler, Kuzey Kıbrıs’ta temsili demokrasinin çöküşüyle birlikte çökmüş siyasi anlayışlardır. Ulusal Birlik Partisi ve Cumhuriyetçi Türk Partisi, iki ana akım siyasal parti olarak 51 yılın biriktirdiği sorunların altında ezilmiştir. Anladığım kadarıyla iki devleti savunanlar ne istediklerini bilmiyor. Federasyon imgesiyle hareket eden taraf da federasyonu güçlü bir şekilde savunmadıkları gibi ne yapacaklarını ve ne yapmayacaklarını anlatmaktan öteye gidemiyorlar. Tıpkı iki devletliliği savunanlar gibi. Kıbrıs’ta nüfus yapısı bozulmuş durumda. Kıbrıs Adası’nda 1974’te 120 bin olan nüfus bugün 2 milyonu bulmuş durumda. 217 bin seçmen var KKTC’de. Kıbrıs Cumhuriyeti verilerine göre Kıbrıslı Türk seçmen sayısı 70 bin civarında. 217 bin seçmen var toplamda. Dolayısıyla Türkiye’den de buraya ithal destekler geldi iki devletlilikle ilgili. İki devletlilik tezi, dışarıda ve içeride anlatılamadı. Hem dışarıda meşru değil hem içeride meşru değil. İçeride meşru olmaması doğal ama dışarıda da bir şey kazandırmamış bir iki devletlilikten söz ediyoruz. Türk Devletleri Teşkilatı’ndan, Batı’nın dışında olduğunu tasavvur ettiğimiz İslam İşbirliği Teşkilatı’na kadar bir kazanım sağlanamadı. İçeride ise devlet çökmüş durumda ve fonksiyonolarını yerine getiremiyor. Devlet nüfus ve mülkiyet yapısıyla çökmüş durumda. Normalde ‘failed state’ denilen yani başarısız devletlerden tek fark iç savaşın eksik olması. İç savaş da olsa tam başarısız devletlerde görülen bütün özellikle görülmüş olacak. Bunun üzerinde düşünmek gerekiyor. Kıbrıs’a dışarıdan bakınca İsrail denilen bir faktörün mülkiyet üzerinden ülkemiz siyasetine hem tanınmayan KKTC’de hem de tanınan Güney Kıbrıs’ta kümelendiğini görüyoruz. Bunun önemini anlamak için 1982’de İsrail saldırılarını yaptığında Yaser Arafat’ın Müslüman bir ülke yerine Ortodoks olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ne çıkıp geldiğini hatırlamak lazım. Silahlarıyla beraber gelmişti. Muazzam bir münasebetleri vardı. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin böyle bir ilişkisi vardı. Dönemin Dışişleri Bakanı İlter Türkmen, bunu ‘Beklenmeyen bir operasyon’ olarak lanse etmişti.

Filistinlilerin kaçış yeri olan Kıbrıs Cumhuriyeti, artık İsraillilerin geldikleri bir yer oldu. İran ile olan savaş sırasında 15 bin civarı İsrailli Larnaka’ya geldi. İşyerleri açıldı, toprak alındı buralarda. Rumlar bu rakamları veriyor. Tabii Akdeniz’de enerji meselesiyle ilgili de bunlar önemli. Kuzey Kıbrıs’ta da paravan şirketler vasıtasıyla mülkiyet alıyor İsrailliler. Bu seçimin görünmeyen yüzü, mülkiyet krizi üzerinden yapılan tartışmalar. Arkada paravan şirketler, önde Kıbrıslı Türkler var. Paravan şirketler İsrail yurttaşlarına ait. Kıyı bölgelerinde daireler yapıyorlar, mülkiyet alıyorlar. Bunların kuzeydeki yeri yüzde 20 midir, 25 midir, 15 midir bilmiyoruz. Nüfusunu bilmeyen bir ülkeyiz. Nüfusunu bilmeyen bir devlet, iki devletlilik savunabilir mi? Bu vaziyetler bizi çok zor durumda bırakıyor. Siz zaten devlet olma vasfını yerine getirmiyorsunuz. Kuzeyde nüfus bilinmiyor, eğitim planlanamıyor, elektrik nüfusa göre planlanamıyor. Türkiye’den gelen su 2040’a kadar idare edecekti, şimdi 2030 deniliyor. Çünkü bunların hepsi nüfusla ilgili. Siz nüfusa göre projeksiyon yapıyorsunuz ve nüfusunuzu bilmiyorsunuz. Sahadaki nüfus farklı. İnşaatlarda çalışan yabancı işçi sayısı çok fazla ve bunların bir kısmı insan kaçakçılığına sebebiyet veriyor. Bunlar basında raporlara giriyor. Üniversitelerin bir kısmı insan kaçakçılığı ile suçlanıyor. Bunlar bizim elimizde olan meseleler.”

‘Kimse size kendi kendinizi yönetme hakkını vermez. Bu mücadele gerektirir’

KKTC’nin 1959-1960 BM çözümü esasında adada ortak uzlaşı ve birlik ruhuyla Rum kesimi ile diyalogu başlatması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Hasgüler, şunları kaydetti:

“Kendi iç güvenliğimizi bile doğru dürüst tartışamıyoruz. Kuzey Kıbrıs’ın güvenliği Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı geçici 10. Maddeyle. Federasyon veya iki devletlilik isteyin fark etmez; neticede nüfusunuzu bilmiyorsunuz. Elinizde olan ve Rumlarınkiler dahil tapuların kaçını İsraillilere sattınız? Altyapı yapılamıyor, eğitim sistemi çökmüş. İki devlet diyorlar sonra. İsteyin, iki hatta üç devlet isteyin ama kendimizi idare etmekten aciz durumdayız. Nüfusunuzu yeni insanlarla artırıyorsunuz. Türkçe bilmeyen yüzde 10’a yakın nüfus var. Nüfus egemenliktir. Her paylaştığınız nüfusla egemenliğinizi paylaşıyorsunuz. Kültürünü, tarihini, kimliğini, dilini bilmeyen insanlarla egemenliğinizi paylaşıyorsunuz. Sözüm ona ulusal kurtuluş savaşı veriliyor, AB’ye girme hülyaları kuruluyor. Sizinle iş yapacak devlet bu vaziyetleri sekiz defa düşünür. Buna ilişkin yol haritası da yok, çözüm de yok. Bizde karma evlilikler var Türkiye’den mesela. Oğlum da karma evlilik mağduru. Vatandaşlık alamıyor. Kıbrıslı bir Türk ile Türkiye’den bir Türk, burada evlenmişse çocuğunun da eşinin de Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığı alıp AB vatandaşlığı alması imkansız oluyor. 2004’te de bu insanlar oy kullandılar hatta direkt Türk olanlar da oy kullandı. Sonra bu efendilerin abileri Talat, Kuzey’den güneye serbest geçişe bile izin vermedi. Şimdi AB pasaportu sözü veriyorlar. Beş yıldır Ersin Tatar iktidarda gördüğünüz rezaletleri yaptı. Peki siz muhalefet olarak niye alternatif müzakere süreci yaratmadınız tabandan yukarıya? Eğer bölünmeyi engellemek istiyorsanız, İsrail’in aktör olarak katılmasını engellemek istiyorsanız niye aşağıdan örgütlenmiyorsunuz? Akel var orada. İsrail tehdidi de bugün bizi birleştirmek için çok önemli bir mesele. Mustafa Kemal de İtalya tehdidine karşı 1936’da Yunanistan’a ve sair Balkan ülkelerine askeri blok önermiştir. Biz şimdi bu küçük kaya parçasında iki devleti konuşuyoruz. İki bin yıl önce Museviler Kıbrıs’ta ayaklandı, 240 bin kişi öldürüldü.

Siyonistler, haritalarına Kıbrıs’ı alıyor. Demek ki bizim bu ülkeyi Türk-Rum demeden ortak noktada buluşarak birlikte yaşamanın yolunu bulmamız gerekiyor. Böyle bir İsrail tehdidinde ‘Türkiye mi, İsrail mi’ denilince Rumların onda dokuzu Türkiye diyor. İki devletliliğin altı boş. Federasyoncular da ‘Acaba Türkiye bize kızar mı’ diyor. Böyle dediğinizde halkın yetkisini yok saymış olursunuz. Kimse size kendi kendinizi yönetme hakkını vermez. Bu mücadele gerektirir. 1960 statüsü, Kıbrıslı Türkleri sömürgelikten bağımsızlığa getirmiştir. 1878’de Osmanlı’nın askerini çekmesiyle 90 yıla yakın bir mücadeleyle bu işte sömürgelikten bağımsızlığa gidildi. Çok değişik gerekçelerle sosyalizm, Makaryos vs. bir yığın sebeple iki halk arasında devletten atılma veya ayrılma noktasına gelindi. Fakat tüm referanslar 1959-1960 anlaşmasında BM’ye kayıtlı olduğumuz statüye dönüyor. Kıbrıslı Türkler ve Rumlar, BM’nin kurucu halklarıdır ve orada çakılıdırlar. Biz bunu terk ettiğimiz anda bizi kimse dinlemez. Ayağımızı o teze basarak müzakere edersek bir yerlere gelebiliriz. Elimizde Maraş gibi bir varlık var. Mülkiyet krizine bağlantı kurabilir miyiz? Nüfus yapımızı uluslararası gözlemcilerle sayabilir miyiz? Üst bir güvenlik şemsiyesiyle bu adayı iki tarafın kurucu devlet olacağı, AB statüsüne sahip olabileceği bir noktaya getirebilirsek, halkın katılımıyla da bir arayış olursa başarılı olur. Fakat bizde siyasette halkı hiçbir kurum temsil etmiyor. 217 bin nüfuslu küçücük bir ülkede 80 milyon muhabbeti yapmaya gerek yok. Burada herkes söz sahibi olabilir. Dijital katılım yollarıyla nüfusun fikrini birkaç günde alıp ona göre politika üretebilirsiniz. Temsil demokrasisi burada çökmüştür. Önde olduğunu iddia eden adayların elinde de hiçbir şey yoktur. Hepsi sanal tartışmadır.”

Yorum yaz