İsrail'in başkenti Tel Aviv'de dikkat çeken bir reklam panosu ortaya çıktı. Reklam panosunda ABD Başkanı Donald Trump ile Suriye geçici hükümeti başkanı Ahmed eş-Şara gibi liderlerin yer aldığı görüldü.
Reklam sloganında ise “Abraham (İbrahim) İttifakı”na vurgu yapılırken, “Yeni Ortadoğu için Yeni Bir Şans" ifadelerine yer verilmesi dikkati çekti.
Trump ve Ahmed eş-Şara dışında afişte İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Suudi Arabistan prensi Muhammed bin Selman da yer aldı. Ayrıca görselde ABD’li senatör Lindsey Graham, Eski İsrail Başbakanı Naftali Bennett, Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı Muhammed bin Zayed, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Dubai Emiri Muhammed bin Raşid el-Mektum, Umman Sultanı Sultan Heysem bin Tarık, BAE Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed, Ürdün Kralı Ürdün Kralı II. Abdullah İbn El Hüseyin, Müslüman Âlimler Birliği Genel Sekreteri Muhammed el-İssâ da bulunuyor.
ABD Başkanı Donald Trump'ın Orta Doğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, yakın zamanda "Abraham Anlaşmaları'na" taraf olan ülkelerle ilgili büyük bir duyuru yapacaklarını söylemişti. Witkoff, "Birçok ülkede normalleşme bekliyoruz" ifadelerini kullanmıştı.
Öte yandan İsrail devlet kanalı Kan, Suriye geçici hükümeti başkanı Ahmed eş-Şara'nın, eylül ayında ABD'nin New York eyaletinde yapılması planlanan Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile ikili görüşme yapmayı planladığını iddia etti.
İsrail-İran ateşkesini, savaşın tekrar başlaması ihtimalini, ABD-İsrail ikisilisinn hedeflerini ve Türkiye'nin durumunu, Prof. Dr. Barış Doster’le konuştuk.
‘İran meselesi burada bitmedi’
ABD ve İsrail’in İran’daki amaçlarına ulaşamadığının altını çizen Prof. Dr. Barış Doster, meselenin ateşkes ile kapanmadığını ve çatışmaların bir noktada tekrar başlayabileceği değerlendirmesinde bulundu:
“Bu iş burada bitmedi. Uluslararası ilişkilerde yetkin her isim bilir ki, savaşsızlık durumu illa ki kategorik olarak barış anlamına gelmez. İsrail siyonizmi ve arkasına ABD emperyalizmini, onun yancısı olan Avrupa emperyalizmini, ve Avrupa’nın geleneksel üç büyük devleti İngiltere, Fransa ve Almanya’yı alarak İran’a saldırdı. İran’a saldırırken bu koalisyonun iki ana hedefi vardı. Birincisi, mümkün olursa İran’da rejim değişikliği yapmak. İkincisi de İran’ın nükleer kapasitesini tamamen tasfiye etmekti. Biliyoruz son yıllarda İran’ın vekil güçlerinin etkisi, İsrail tarafından önemli ölçüde kırıldı. İsrail’in de katkısıyla Baas rejimi yani Beşar Esad devrildi. İran uzantısı olan güçler Irak’ta önemli ölçüde kuvvet kaybetti. İran bu şekilde hayli yırpalanmıştı. İran içerisinde de rejimin ciddi meşruiyet sorunu var. Yoksulluk, yolsuzluk, beyin göçü gibi sorunlar var. Halkta mevcut rejime yönelik tepki var. İran rejimi ayrıca oldum olası Tahran’ın güvenini Şam’da, Bağdat’ta, Sana’da sağlama iddiasındaydı. Öncesinde de Şah rejimi dahil olmak üzere nükleer caydırıcılık sahibi olmak ulusal bir hedefti. İran bu açıdan adım adım ilerliyordu. Bu konularda ciddi bir darbe aldılar mı? Aldılar. Cumhurbaşkanları öldürüldü. Kasım Süleymani öldürüldü. İsmail Haniye, Tahran’da öldürüldü. Nükleer bilimciler öldürüldü. Fakat İran da şunu gösterdi: Tüm aldığı yaralara karşın, İsrail’i vurabilecek iradesinin, kararlılığının olduğunu gösterdi. İsrail’e ulaşabilecek füzeleri olduğunu da gösterdi. Bu füzeler ne kadar etkili oldu? Bu ayrı bir tartışma konusu. İran’da böyle bir cesaretin ve teknik altyapının olduğunu gördük. Tarihteki 6 Gün Savaşı’na gönderme yaparak Amerikalılar buna ’12 Gün Savaşı’ dedi. Buna isterseniz ilk raunt, ister ilk maç diyebilirsiniz. Bu iş burada bitmedi. İsrail’in yayılmacılığı, İsrail saldırganlığı, İsrail’i yöneten kadronun siyonizm iddiası ve arkalarına aldıkları ABD’nin desteği sayesinde bu iş burada bitti diyemeyiz. İran da her ne kadar hırpalanmış olsa da İran bir Suriye değildir. İran her ne kadar yaralanmış olsa da Irak da değildir. Devlet geleneğiyle, nüfusuyla, tarihsel iddiasıyla, bir imparatorluk artığı olmanın yüklediği özgüvenle, her iki dünya savaşında da İngiliz ve Rus işgali görmüş olmanın bilinciyle İran en kötü haliyle bile hesaba katılması gereken bir ülkedir. 90 milyondan fazla nüfusu, Türkiye’nin iki katı yüzölçümü vardır. Nüfuz için kullandığı önemli aygıtları vardır. Bunu Amerikalılar da, Avrupalılar da, İsrailliler de bilir. Buna ister ara, ister ateşkes diyin, ben bunun çok uzun süreceğini sanmıyorum. Taraflar uygun konjonktürü bulduğunda, ellerini kuvvetlendirdiğinde, yaralarını sardıklarında, karşılıklı atışların yapılacağını düşünüyorum.”
‘ABD, İsrail ve AB, İran’daki amaçlarına ulaşamadı’
Prof. Dr. Barış Doster’e göre ABD, İsrail ve Avrupa Birliği, İran’da rejimi devirme ve nükleer kapasiteyi imha etme amacına ulaşamadı:
“ABD emperyalizmi ve ABD emperyalizminin işgal aygıtı NATO ve ayrıca Avrupa, İran’da istediklerine ulaşamadılar. Ben hep şunu savunurum: ABD’nin İsrail’i savunması için İsrail’in NATO üyeliğine ihtiyacı yoktur. Gerekirse tüm NATO, İsrail için seferber olabilir. Peki muradına erdiler mi? Eremediler. Ne rejim değişti, ne de İran’ın nükleer kapasitesi sıfırlandı. Her ne kadar propaganda amacıyla ABD’nin siyasal elitleri ‘Bitti’ deseler de, bu işten anlayan isimler, İran’ın nükleer kabiliyetinin öyle kolayca tasfiye edilemeyeceğini açıkladılar. İsrail’in uzun zamandır emek vererek ördüğü, İran içinde bir insan istihbaratı ağı var. Bu konuda oluşturdukları kadro önemli ölçüde deşifre oldu. İran içinde kimin nerede kaldığını, nereden dron uçurulabileceğini saptayacak kadar İran’ın devlet aygıtına, sivil bürokrasisine, askeri yapısına, istihbaratına sızmış olan İsrail uzantısı kadrolar çok büyük ölçüde açığa çıktılar. Bunu çok kısa sürede telafi etmek, yeniden böyle bir örgüt kurmak çok zordur. Teknik istihbaratı kotarırsınız ama böylesi bir insan istihbaratı için kadroyu tekrar kurmak zordur. Rejim değişti mi? Değişmedi. Her ne kadar İran’ın Şah’ı, Amerika’dan mesajlar verse de, dünya küresel baronlarına selam yollamak adına kızını Yahudi bir Amerikalı ile görkemli ve görgüsüz bir düğünle evlendirse de, İran milleti, rejim muhalifleri dahil olmak üzere, dış düşman saldırınca kendi vatanını, yurdunu savunma konusunda büyük ölçekte irade gösterdi. İçeride rejim muhaliflerini kullanarak rejimi devirmenin, ülkeyi parçalamanın o kadar kolay olmadığını ABD, İsrail ve Avrupa gördü. Ancak emperyalizmin Ortadoğu’daki oyunları bitmez.”
‘Atlantik İttifakı zafer kazandı demek için çok erken’
Savaşların coğrafi değişimler yahut ekonomik kaynakların paylaşımı ekseninde gerçekleştiğine dikkat çeken Prof. Dr. Doster, mevcut durumda ABD ve İsrail’in bunları amaçladığını belirtti. Soğuk Savaş döneminin tekrarının yaşanmadığını da ifade eden Doster, Atlantik İttifakı’nın jeopolitik arenada zafer kazandığını söylemek için çok erken olduğunu belirtti:
“Siyaset tarihinden biliriz ki dünyada savaşlar, ülkelerin, coğrafyaların, bölgelerin paylaşımı, yeniden dağılımı üzerinedir. Keza yer altı ve yer üstü zenginliklerinin, ekonominin yeniden dağılımı üstüne savaşlar yapılır. Yani ya coğrafyanın şekillendirilmesi ya da ekonomik kaynakların el değiştirmesi söz konusu. İsrail’in güvenlik ihtiyaçları, Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yatakları, Körfez ülkelerinin güvenlik ihtiyaçları, İran’da rejim değişimi, İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin bölünmesiyle ortaya çıkabilecek, ‘ikinci İsrail’ denilebilecek bir Kürdistan’ın, belki de Akdeniz’e sahili olacak şekilde kurulması, son dönemde Rusya ve Çin’in bölgede artan nüfuzunun dizginlenmesi gibi meseleler, ABD’nin Ortadoğu’daki ajandasındaki maddelerdir. En birinci madde de İsrail’in güvenliğidir. Dünya eski dünya mı? Evet, Suriye’de Ortadoğu güçlerinin, Avrasya güçlerinin bir mağlubiyeti söz konusu. Evet, İran’da işler çok da istenildiği gibi gitmedi. Hem Atlantik İttifakı hem de İran rejimi açısından istenildiği gibi gitmedi. Ama şunu çok rahat söyleyebiliriz: Dünya, eski dünya değil. Lübnan’daki, Filistin’deki, Libya’daki, Suriye’deki kimi mağlubiyetlere, kayıplara, geri çekilmelere rağmen dünya hala Soğuk Savaş’ın dünyası değil. Olmadığını, Ukrayna Savaşı’ndaki gidişattan anlıyoruz. Olmadığını, NATO’da ‘pamuk eller cebe’ denilmesinden anlıyoruz. ABD’nin sürekli Çin’e karşı gündeme getirip geri adım attığı ticaret savaşından anlıyoruz. Şanghay İşbirliği Örgütü’nün, BRICS platformunun genişlemesinden, Küresel Güney’deki ittifak çabalarından anlıyoruz. Kimi işler Atlantik karşıtları, Avrasya güçleri açısından istendiği gibi gitmeyebilir. Ama bu demek değildir ki maç bitti, tarihin sonu geldi. Bu demek değildir ki bir kez daha Atlantik İttifakı kazandı. Tarihsel bilinç içinde bu sürekli git-gellerin, bilek güreşlerinin ışığında süreci incelemek lazım.”
‘İbrahim Anlaşmaları zirvesine hemen ulaşamayabilir’
Prof. Dr. Barış Doster’e göre İsrail’in dünyadaki imajının zayıflaması ve Suudi Arabistan’ın iç kamuoyu sebebiyle, İbrahim Anlaşmaları’nın en kısa sürede hayata geçirilmesi pek mümkün gözükmüyor:
“İbrahim Anlaşmaları’na gelelim. Bu anlaşmaların zirvesi, İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki nihai barış olacaktı. İşler öyle ilerlemedi ve o iş öyle olmadı. Bu aşamadan sonra Suudi Arabistan’ın öncülük ettiği Körfez’deki Arap rejimleri ne yapar? Onların ABD’ye yaklaşımını hepimiz biliyoruz. Suudi Arabistan son dönemlerde Çin ve Rusya ile adımlar attı. Mesela İran-Suudi barışını Çin kotardı. Fakat geleneksel ABD ve İngiliz nüfuzu sürüyor. Filistin meselesini de bunlar iç kamuoyuna mesaj vermek için araçsallaştırıyor. Samimi şekilde bir Filistin davası gütmediklerini biliyoruz. Bugünkü konjonktürde İsrail ve Suudi Arabistan’ın, ABD’nin arzuladığı şekilde İbrahim Anlaşmaları’nın zirvesini tam bugün kotarmak pek mümkün değil. Çünkü İsrail tarihinde ilk defa Batı’da da sorgulanır oldu. Tabii siyasal seçkinler değil, sokaktaki namuslu, sıradan vatandaşlar sorguluyor İsrail’i. Bu bağlamda İsrail’in 2. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi soykırımından da kaynaklanan, ‘ABD emperyalizminin ve Avrupa emperyalizminin’ kolu kanadı altında olgunlaşmış dokunulmazlık hürriyeti, artık İsrail’in Filistin’deki vahşetinden sonra, Lübnan’daki katliamlarından sonra aynı seviyede değil. Bir de tabii İsrail içinde de ciddi çatlaklar söz konusu. Netanyahu’nun yönetim anlayışı, kendisi ve karısı hakkındaki ciddi yolsuzlukluk iddiaları ve bunun İsrail’deki muhalefet partilerinde oluşturduğu bir tepki var. Bunu yabana atmamak lazım.”
‘Atatürk dış politikası izlenmeli’
“Terörsüz Türkiye” sürecinin, ABD’nin ve İsrail’in bölgedeki adımlarından sonra başladığına dikkat çeken Prof. Dr. Doster, Türk dış politikasının Avrasya eksenine kayması gerektiğini vurguladı:
“Terörsüz Türkiye denilen iktidar projesi ki bu halk tarafından ‘yeni açılım süreci’ olarak tanımlanıyor, bölgesel süreçlerden sonra oldu. İktidar bloku sıklıkla Türkiye’deki PKK terör örgütü uzantılarının adını, adresini, ayakkabı numarasını bildiğini söylüyordu. PKK terör örgütü, Türkiye’de eylem yapabilme kabiliyetini yitirmişti. Ne oldu da Terörsüz Türkiye gündeme geldi? Başta Suriye’deki gelişmelerden dolayı gündeme geldi. PKK terör örgütünün Suriye uzantısı olan PYD/YPG terör örgütünün, Suriye’de adeta devlet içinde devlet olarak konumlanması durumu var. Sonra gidip Suriye’nin lideri haline gelen, HTŞ lideri Ahmed eş-Şara ile görüştüler. Taleplerini dile getirdiler. Silahlı bir güç olarak terör örgütünün Suriye içinde varlığını muhafaza ettiğini, Suriye ordusuyla pazarlık yapıp koşullarını dayatabilmesi bir durum yarattı: ABD emperyalizmi, Suriye’de Esad devrildikten sonra nüfuzu artan, Golan Tepeleri işgalinin yanına Suriye topraklarında tampon bölge yaratan İsrail’in de bu PYD/YPG terör örgütüne karşı açık ve büyük bir desteği var. İsrail zaten Suriye’nin bölünmesinden büyük bir memnuniyet duyacağını zikretti. O yüzden mevcut koşullarda Irak’ın kuzeyinde, Barzani aracılığı ile her ne olduysa, bu kez de Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG terör örgütü aracılığıyla ABD-İsrail ikilisi aynı şeyi yapmak istiyor. Bu konuda maalesef hayli mesafe de kaydettiler. Bu bağlamda Türkiye’nin yapması gereken, ABD ve İsrail tehdidine karşı, bu emperyalist barbarlığa karşı, bu saldırının mağduru olan bütün bölgesel güçlerle; mesela İran’la, buna ‘dur’ diyen Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerle, mümkün olan en geniş ittifakı ve işbirliğini kurmaktır. Jeopolitik de, güvenlik pratiği de bunu dayatmaktadır. En önemlisi ise, bizim Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın, kurucu önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bölge merkezli dış politikası, emperyalizmle araya mesafe koyan dış politikası, Moskova ile dostluğu önemseyen dış politikası, o dönemin büyük gücü Londra’ya karşı ihtiyatlı dış politikası, bugün de Türkiye’nin bağımsızlığını, egemenliğini koruma ve geliştirme amacıyla izleyebileceği tek dış politikadır.”