EKSEN

'ABD Rusya'yı deviremedi ve çok kutupluluk kaçınılmaz bir gerçek oldu'

Prof. Dr. Hasan Ünal'a göre Ukrayna'da barışın önündeki en büyük engel Avrupa ülkeleri. Trump yönetiminin Çin'e veya İran'a karşı askeri müdahaleden kazançlı çıkamayacağını ifade eden Ünal, Suriye meselesinde ise Türkiye'nin tüm politikasını gözden geçirmesi gerektiğini kaydetti.
Sitede oku
ABD Hazine Bakanlığı, ABD ile Ukrayna arasında "ekonomik ortaklık" anlaşması imzalandığını duyururken, anlaşmanın bugüne kadarki askeri ve finansal desteği karşılığında ABD'ye Ukrayna'nın doğal kaynaklarına erişim imkanı sağlayacağı belirtildi.
Açıklamada, ABD Başkanı Donald Trump'ın liderliğinde Hazine Bakanlığı ve ABD Uluslararası Kalkınma Finansmanı Kurumu'nun (DFC), program yönetimini tamamlamak ve bu önemli ortaklığı ilerletmek için Ukrayna ile çalışacağı aktarıldı.
ABD Hazine Bakanı Scott Bessent da konuya ilişkin değerlendirmesinde, Trump'ın Rusya-Ukrayna arasında kalıcı bir barışın sağlanmasına yönelik çabalarına işaret etti.
Bessent, "Bu anlaşma Rusya'ya, Trump yönetiminin uzun vadede özgür, egemen ve müreffeh bir Ukrayna'yı merkeze alan bir barış sürecine bağlı olduğunu açıkça göstermektedir." değerlendirmesinde bulundu.​​​​​​​
Söz konusu anlaşmanın, bugüne kadarki askeri ve finansal desteği karşılığında ABD'ye Ukrayna'nın doğal kaynaklarına erişim imkanı sağlayacağı belirtildi.
Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dmitriy Medvedev, "mineral anlaşması" olarak da bilinen bu mutabakat hakkında, sosyal medya platformu Telegram'da yaptığı açıklamada, “Trump sonunda Kiev rejimine Amerikan yardımlarının bedelini maden kaynaklarıyla ödetti” dedi.
Küresel krizleri, ABD'nin tıkanan Ukrayna girişimlerini, Trump-Zelenskiy mineral anlaşmasını, Suriye'deki gelişmeleri ve Türkiye'nin Suriye'den bu noktadan sonra atabileceği adımları, Prof. Dr. Hasan Ünal ile konuştuk.

‘Rusya’nın devrilmemesi, çok kutupluluğu geri dönülemez bir gerçek haline getirdi’

ABD Başkanı Donald Trump’ın Ukrayna’da çatışmaları durdurma yönünde attığı adımların karşısındaki en büyük engelin Avrupa olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Ünal, Avrupalı ülkelerin Ukrayna’ya verdiği finansal ve askeri desteğin bekleneni ve tahminleri aştığını dile getirdi:

“Çok kutupluluğa gidişle ilgili konu önemli. Ukrayna meselesinde galiba şöyle oldu: Rusya’nın devrilmemesi, çok kutupluluğu geri dönülemez bir gerçek haline getirdi. Eğer ki Rusya, kendisine uygulanan ekonomik yaptırımlar ve askeri başarısızlık ile diz çökmüş olsaydı, tek kutuplu dünya düzeninin zaferi olarak ilan edilecekti bu. Çin’in yükselişi de bir süre Batı dünyasında gözardı edilecekti. Ancak Rusya’nın hem finansal hem de askeri olarak çökmemesi; hatta tem tersine kendisine yaptırım uygulayanların ekonomik olarak çökmesi ve askeri başarısızlığa uğraması, çok kutupluluğu bir gerçek haline getirdi. Trump ile ilgili konu biraz şöyle: Donald Trump birçok konuda ‘Bakın görün neler yapacağım’ der gibi geldi iktidara. Belli konularda da belli kişilere karşı intikam duygusuyla geldi. İntikam duygusunda biraz haklı da olabilir zira adama az çektirmediler. Dış politika konusunda da birçok şey söyledi. Mesela ‘Ben olsaydım Ukrayna’da savaş çıkmazdı’ dedi. Muhtemelen doğru bir şey ama ‘olsaydı olmasaydı’ ile olmuyor. Ama üç aşağı beş yukarı bu konuda hem fikir olabiliriz.

Savaşı durdurabilecek mi? Şimdi Trump, Ukrayna’daki savaş başladıktan kaç yıl sonra geldi başa. Peki hala durdurabilir mi savaşı? Bence hala durdurabilir. Bu savaşı bir şekilde durduracak. Burada beklenmeyen faktör şu oldu ki bunu belki kendisi de beklemiyordu: Avrupa’yı kendi haline bıraktıktan sonra Avrupalı ülkelerin Ukrayna’yı savaşa devam etme konusunda bu denli kışkırtacağını hesaplamadı. İşin doğrusu mesela ben herhangi bir İngiltere hükümetinin, herhangi bir Amerikan yönetimiyle bu kadar ters düştüğünü hatırlamıyorum. Bosna konusunda ters düşmüşlerdi Clinton döneminde. İşin bugün bu noktaya gelmesini beklemiyordum. Mesela Avrupa’da Merz’in yapmaya çalıştıkları akıl dışı şeyler. Merz, Taurus füzelerinin kullanımından bahsediyor. Sanki nükleer savaşı veya en azından sınırlı bir nükleer çatışmayı göze almış gibi davranıyorlar. Dolayısıyla Trump’ın stratejisindeki en önemli sıkıntılardan birisi bu. İkincisi de Ukrayna ile imzalanacak olan nadir elementler, değerli madenler, petrol, doğalgaz, limanların işletilmesi, yeraltı-yer üstü zenginlikleri vb. birinci mesele haline geldi. Kamuoyunda ‘Bakın ben hiçbir şeyi bedavaya yapmıyorum. Benden öncekiler bedavaya para yağdırdı. Nereye gittiği belli değil’ algısı yaratıyor. Ortadoğu için de aynısını diyordu. ‘Ben olsam tüm petrole el koyardım’ diyordu. Ukrayna’da da Trump’ın böyle bir başlangıç yapması işleri şöyle değiştirdi: Zelenskiy’e müzakere fırsatı vermiş oldu.

Eğer böyle bir anlaşmayı elde etmek istiyorsa, iyi kötü Amerika ile müzakere etmesi gerekecek. Her ne kadar Zelenskiy Beyaz Saray’da rezil edilip aşağılandaysa bile, Avrupa’nın desteği ile kendisine müzakere alanı yaratabildi. Peki kendisine bir şey elde edebildi mi? Hayır. Sonuçta aşağı yukarı Trump’ın istediklerinin hepsini içeren bir anlaşmayı imzalamış şimdi. Tabii Zelenskiy neticede bir müzakere pozisyonu yakalamış oldu burada. Avrupa’nın finansal ve askeri desteği bunu sağlamış oldu. Peki Trump’ın önceliği bu konu mu yoksa Rusya ile savaşın durdurulması mı? Bu konu biraz karmaşık ve sisli hale geldi. Savaşın durdurulmasının çok önemli olduğunu söylüyor Trump’ın ekibi. Hatta Trump’ın umrunda da değil. ‘Kırım zaten gitti. Dört oblast da gitsin’ diyor. Peki Zelenskiy’i nasıl bu hedeflerden vazgeçireceği sorusu bir probleme dönüştü. Zelenskiy bunu imzalayamaz. Bu bölgelerden vazgeçtiğini imzalayamaz. Bunu imzalayamazsa, bir de mineral anlaşmasına göre NATO güvencesi garantisi de yok, o zaman geriye ne kalacak da Zelenskiy bunu imzalayıp kamuoyuna bunu başarı olarak sunacak? Mümkün değil. 2022’den beri hepimizin söylediği noktaya geldik. Şimdi o neo-nazilerin de kendisini yok etmesinden, öldürmesinden korkan bir Zelenskiy yok artık. Çekip gidip İngiltere’de güzel bir hayat sürdürebilir. İsrail vatandaşı yanılmıyorsam, oraya da gidebilir. Tabii muhtemelen İngiltere’yi tercih edecektir; ne hikmetse herkes orayı tercih ediyor. Zelenskiy bunu imzalayamaz.

O zaman ne yapacaklar? Rusya, ateşkes anlaşması istemediklerini söylüyor. Barış anlaşmasını tercih ediyorlar. Avrupalılar da diyor ki ‘Ukrayna ordusunun savaşacak dermanı kalmadı. Acilen ateşkese ihtiyaç var. Bizim Ukrayna’yı desteklemek istememizden ve ABD desteği olmadığından bunu yapmak için zamana ihtiyacımız var’ diyor. Rusya da bunu 3. Minsk Anlaşması olarak düşünüyor. Yani ateşkes adı altında Ukrayna’ya silah verecekler, cephane verecekler, Avrupalı askerler de Ukrayna’yı ayağa kaldırmak için ellerinden geleni yapsın ve savaş kaldığı yerden devam etsin. Rusya bu tuzağa yeniden düşmez. Dolayısıyla Rusya, ateşkes değil bir anlaşma ile savaşı sona erdirmek istiyor. Öyle görünüyor ki Trump’ın özel temsilcisi Witkoff bunları da görüşmüş ve bir uzlaşmaya varılmış. Peki bu uzlaşma yürüyecek mi? Anladığım kadarıyla Ukrayna, Kırım’dan vazgeçtiğini resmileştirecek. Diğer dört oblast ile ilgili bir şey söylemeyecek ama bir ateşkes veya anlaşma devreye girecek. Anlaşmanın garantisini Amerika’nın sağlaması bekleniyor. Yani nedir bu? Ukrayna’ya bir tür silah ambargosu olması lazım. Avrupalı ülkelerin Ukrayna’ya silah ve mühimmat sevk edememesi lazım. Amerika bunu garanti ederse ve Ukrayna’nın tarafsız bir ülke olarak kalacağını garanti ederse, belki bir anlaşmaya doğru gidilebilir. Ama savaşın yeniden başlaması ihtimali, yani Amerika’nın da dahil olacağı şekilde savaşın tekrar başlaması ihtimali zayıf. Tabii Trump ve ekibinde işler garip. 12 saatte her şey değişebiliyor. Rahmetli Demirel, ‘Demokrasilerde 24 saat çok önemlidir’ diye bir lafı vardı. Amerika’da 12 saat bile çok önemli.”

‘ABD hiçbir askeri simülasyonda Çin’i yenemiyor’

Amerikan Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun Çin ile ilgili söylemlerini değerlendiren Prof. Dr. Ünal’a göre ABD’nin Çin’i ekarte etmesi mümkün gözükmüyor. ABD ordusunun gerçekleştirdiği askeri simülasyonlara atıfta bulunan Ünal, Amerikan ordusunun hiçbir senaryoda Çin’e karşı konvansiyonel bir çatışmayı kazanamadığına dikkat çekti:
“Eğer Marco Rubio’nun açıklamaları stratejik değerlendirmenin ürünü ise, İran-Çin politikası ortaya çıkabilir. Ancak bana ezbere söylenmiş laflar gibi geldi. Ukrayna’dan çıkmak, ‘ateşkesi sağladık’ dedirtmek, Avrupa’ya taşeronluk verdiklerini söyler gibi bir davranış da olabilir. Hangisi olduğunu göreceğiz. İran’ın üzerine gitmek ayrı bir fasıl, Çin’in üstüne gitmek ayrı bir fasıl. Çin’in üzerine gitmek öyle kolay bir iş değil. Çin artık son 10 yılda o denli hazırlıklar yapmış durumda ki... Bir kere askeri olarak her türlü Amerikan girişimine fevkalade hazırlıklı durumdalar. Bu konuda geliştirdikleri teknolojiler de öyle görünüyor ki Amerika’nın ilerisinde. Çinliler bu gümrük vergisi ve diğer konularda da hazırlık yapmışlar. On yıl öncesinden konunun buraya gelebileceğini görmüşler. Dünyaya o kadar açılmışlar ki, ABD ile olan ticaret büyük bir rakam olsa da toplam dış ticaret hacimlerinde daha düşük bir orana tekabül ediyor. Bunun tümünün kaybedilmesi dahi Çin’in büyüme hızını düşük oranda etkileyecek durumda. Çin’i kuşatmak, Tayvan’da vekalet savaşı çıkartmak vs. çok büyük şeyler. Bugüne kadar yapılan tüm savaşlarda Çin ile bir vekalet savaşı veya doğrudan savaş, çok süratle nükleere dönüşüyor. Amerika konvansiyonel savaşta her şeyini kaybediyor, feci bir duruma geliyor ve ancak nükleer savaş tehdidiyle kendisini kurtarabiliyor. Rusya’yı da yanlarına alamadılar. Ruslar açıkça ‘Çin’le olan ittifakımız sapasağlam’ diyor. Çin başka bir şey daha yapıyor. Batı dünyasına birçok açıdan vuruyor. Amerika’ya kendi stoklarındaki rezervleri ve FED kağıtlarını azaltıyor hızla. Burada aslında Batılı ülkelerin Rus rezervlerine el koyması da çok etkili oldu. Siz bu rezervlere el koyma meselesini gündelik politikanın bir parçası haline getirirseniz güven ortadan kalkar ve kimse sizde rezerv tutmak istemez.”
‘İran’a karşı askeri harekata girişirler mi? Bu çılgınlık olur’
ABD’nin İran’a askeri müdahalesi ihtimalini ‘çılgınlık’ olarak tanımlayan Prof. Dr. Hasan Ünal, şunları kaydetti:
“İran da oldukça karmaşık bir konu. Bir yandan İran’ı hemen vurup kıracaklar gibi görünüyor ama öte yandan İran da onlara epey zarar verebilir. Başta ABD’nin bölgedeki kuvvetleri olmak üzere İsrail’e de zarar verebilirler. İran’ın çok alt bir askeri teşkilatı denilen, öyle mi bilmiyoruz, Husilerin ABD donanmasına yapabildiklerini görünce, İran’ın bizzat kendisinin ölümle yüz yüze gelince neler yapabileceğini tahmin edebiliyoruz. İran’a karşı askeri harekata girişirler mi? Bu çılgınlık olur. Acaba İran’ı ölümle tehdit edip sıtmaya mı razı etmek istiyorlar? İran bunu yutar mı? Bundan çok emin değilim.”

‘Esad devrildi, sığınmacılar neden dönmüyor?’

Beşar Esad’ın devrilmesi ile birlikte Suriye’de Türkiye’nin değil, İsrail’in kazandığının altını çizen Prof. Dr. Ünal, Türkiye’nin Suriye’de neler yapabileceğini ve bu adımları nasıl atabileceğini anlattı:

“Suriye’deki Esad rejiminin çökmesiyle birlikte, ‘Bu, İsrail’e sunulan en büyük zaferdir’ demiştik. İsrail, kurulduğu 1948 yılından itibaren sürekli savaş halinde olduğu, bayağı hacimli bir devleti tek kurşun atmadan adeta teslim alır gibi oldu. Bunun, İsrail’e sunulan en büyük zafer olduğunu söyledik ve bu doğru çıkıyor. Suriye’deki bu rejimi bu kadar radikal İslamcı bir örgüte teslim edecek şekilde teslim etmek, Suriye’nin parçalanmasına yol açar dedik. Bu da İsrail’in milli ülkülerinden biriydi. Bu da gerçekleşiyor. Bu açıdan bakınca Suriye’yi biz fethetmemişiz aslında. Her ne yaptıysak İsrail’e hediye etmişiz gibi oluyor. Bu tümüyle doğru bir değerlendirme olmayabilir ama kabaca bakınca böyle. Hangimiz bunu öngörmedik Allah aşkına? Hangimiz bunu yazıp çizmedik? Suriye’yi zorlarsanız, üçe dörde bölünür, buradan da Türkiye’nin hiçbir ulusal çıkarı korunmuş olmaz. Tam tersine çok kötü şeyler ortaya çıkar dedik. Ama bunlara bakmadılar. Armudun sapı, üzümün çöpü dediler. ‘Halep bizim olacak’ dediler. Plakalar dağıtıldı. Bu şirketlere ihale verildi, sonra iflas etti aynı şirketler. Komedi konusu oldu. Sonra bana çemkirmeyen kalmadı. ‘Sen öngöremedin’ dediler. Ben neyi öngöremedim? Ben, Esad devrilmez demedim. Esad devrilirse neler yaşanabileceğine dair öngörülere bulundum, onlar da doğru çıktı.

Bu durum nasıl kotarılır? Türkiye’nin Ukrayna politikası hariç geriye kalan tüm ana konularının; Suriye, Kıbrıs, Türkiye-ABD ilişkileri, Türkiye-İsrail ilişkilerinin yeni değerlendirmeye tabi tutulması ve ince ayara tabi tutulması gerekiyor. Bunları kaba hatlarıyla bile bilemiyor durumdayız. Mesela İsrail ile normalleşmek mümkün mü yoksa şu anki fetih basınında devam ettiği gibi, İsrail’i Suriye’de dövüp, ‘aman abi’ dedirterek önümüzden kaçmasını mı sağlayacağız? Buna mı hazırlanıyoruz? ‘Bu coğrafyada bizim sözümüz geçiyor her yerde’ diyorlar. Bazı kanallarda diziler varmış. Türk istihbaratı uçanı kaçanı yakalıyor, atmosferin dışında bile operasyona imza atıyor. Ortadoğu’yu konuşmaya gerek bile yok. ‘Bizim borumuz ötüyor’ deniliyor. Eğer böyleyse, bunlara inanmaya devam edeceksek, parti devam etsin. Ama bana öyle geliyor ki parti çoktan bitti; şimdi gerçeklerle yüzleşme zamanı. Suriye’de biz bu işe niye girdik? Buradan başlamak lazım. Şimdiki durumu önümüze koyup buradan en az zararla nasıl çıkacağımıza bakmak lazım. Esas önceliklere odaklanmalıyız. PKK-PYD’nin istemediğimiz şekilde devletleşmesi için neler yapabiliriz? Bunun için ABD ve İsrail nasıl pazarlık ederiz? Gücümüzü nasıl kullanırız? Şam’daki HTŞ ile ne konuşuruz? Bölgedeki Arap ülkeleri ile nasıl bir koordinasyon sağlayabiliriz? Hepsinin incelenmesinde fayda var. Sığınmacıları geriye nasıl göndeririz? Hepimize onlarca yıl çemkirdiler. Sığınmacıları Esad ile anlaşıp gönderelim deyince ‘Esad katil, bu insanlar zor kurtuldu. Geri dönseler kıtır kıtır kesecekler’ dediler. Tamam şu anda Esad ve ordusu yok. Sığınmacılar niye gitmiyor? Niye böyle bir konu yok? Eğer biz bu HTŞ hükümeti ile bu kadar iyiysek, bunlarla bir deniz yetki alanı müzakerelerine başlayalım. Bunun nasıl yapılacağını önce onlara öğretelim, sonra tamamlamaya çalışalım. En azından elimizde bir belge olsun.”

Yorum yaz