EKSEN

‘Suriye'de yabancı savaşçılar koordinasyon içinde. Burada bazı devletlerin rolü var’

Gazeteci ve yazar Musa Özuğurlu’ya göre Suriye’nin sahil kesiminde örgütlü bir Alevi hareketi yok. “Esad artıkları” argümanının kanunsuzluklar için bir kılıf olduğunu vurgulayan Özuğurlu, Suriye’deki yabancı savaşçıların da devlet düzeyinde bir aktör tarafından yönlendirildiğini kaydetti.
Sitede oku
Suriye’de 6 Mart’ta, ilk başta tutuklamaya direnme şeklinde başlayan olaylar, zaman içerisinde ciddi bir çatışmaya dönüştü. Şam’ın açıklamasına göre Suriye’nin sahil bölgesindeki silahlı grupların kurduğu pusu sonucunda, eskiden HTŞ olarak da bilinen Suriye’nin güvenlik güçleri ciddi kayıplar verdi.
Daha sonra bölgeye binlerce güvenlik personeli sevk eden Suriye hükmetinin başlattığı operasyonlar sonucunda çatışmalar daha da alevlendi. Suriye güvenlik güçlerinin 200’den fazla kayıp verdiği, silahlı grupların da yüzlerce kaybı olduğu açıklandı.
Fakat çatışmalar sürerken, Şam’a bağlı yabancı savaşçıların başını çektiği gruplar, Suriye’nin Lazkiye ve Tartus kırsallarındaki Nusayri ve Alevi köylerine yönelik baskınlar düzenleyerek sivillere yönelik saldırılar gerçekleştirdi. Birçok sivilin, özellikle erkeklerin, darp edildiği ve infaz edildiği şeklinde videolar, yabancı savaşçılara ait Telegram gruplarında paylaşıldı.
Şam hükümeti, “Beşar Esad yönetiminin artıkları” olarak adlandırdığı gruplara karşı yürütülen operasyonlar sırasında bazı “istenmeyen olayların” da yaşandığını belirtti ve faillere soruşturma açılacağının sözünü verdi. Eski HTŞ ileri gelenleri, bölgeyi ziyaret ederek halkı teskin etmeye çalıştı. Fakat katliamların 10 Mart’a kadar aralıksız devam etmesi ve daha çok infaz görüntüsünün internete düşmesi sebebiyle halkın tedirginliği son bulmadı.
Alevi ve Nusayri sivilleri hedef alan saldırganlığın hemen akabinde, Şam yönetimi ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasında bir taslak anlaşma yapıldı. Anlaşmada, SDG’nin askeri ve sivil idaresinin, bütünlüğünü koruyarak Şam’a “entegre olacağı” şeklinde bir madde de yer aldı. Türkiye, anlaşmanın uygulanışını takip edeceğini açıkladı.
Diğer yandan Suriye’de, SDG ile anlaşmanın ardından bir de geçiş dönemi anayasa taslağı açıklandı. Suriye Devlet Başkanı sıfatıyla Ahmet eş-Şera’nın imzaladığı anayasa metninde, Suriye’de kanunların temel dayanağının İslam hukuku olacağı yönündeki madde tartışma konusu oldu. Özellikle yabancı cihatçıların sahil kesiminde Nusayri ve Alevilere yönelik katliamlarının ardından böyle bir maddenin anayasaya girmesi, Suriye’nin gerek farklı mezhepten gerekse farklı dinden azınlıklarının eleştirilerine yol açtı.
Gazeteci Musa Özuğurlu, Suriye’deki gelişmeleri, yabancı cihatçıların Lazkiye/Tartus katliamları, Şam-SDG anlaşması ve anayasa taslağının yankıları ekseninde değerlendirdi.

‘İnsanlar, HTŞ’nin katliamları yapanlara yönelik herhangi bir tasarrufta bulunmadığına inanıyor’

Suriye’de özellikle Lazkiye ve Tartus’ta yaşanan olayları değerlendiren Özuğurlu, bölge halkının HTŞ’nin katliamları yapan gruplara yönelik tasarrufta bulunduğuna inanmadığını belirtti. Özuğurlu’ya göre HTŞ her ne kadar önlem aldığını belirtse de, bölgede köy yakma olaylarının sürdüğünü aktardı:
“Öncelikle son yaşanan olayların durulduğu söylenebilir ama birtakım yerlerde olaylar devam ediyor. Özellikle Lazkiye ve Tartus kırsallarından bahsediyorum. O bölgelerde insanların şu anda çok rahatsız olduğu, hala sokağa çıkamadığı birçok köy var. Bazı merkezlerde de bu durum geçerli. Yani gerginliğin devam ettiğini görüyoruz. Gelen son haberlerde köy arazilerinin yakılması, evlerin boşaltılarak yakılması gibi gelişmeler duyuyoruz. Dolayısıyla bu durumun devam ettiğini söyleyebiliriz. HTŞ yönetimi özellikle şehirlerde birtakım yerleri ziyaret ederek ortamı yumuşatmaya çalıştılar. İnsanlara garantiler de vermeye çalıştılar. Ama orada öyle bir durum söz konusu ki... HTŞ’nin kontrol noktaları var. Tüm yerel yöneticiler kendilerinden. Dolayısıyla insanlar, bu katliamları yapanlarla ilgili herhangi bir tasarrufta bulunmadıklarına inanıyor. Bu nedenle de çok samimi bulmuyorlar kendilerine yapılan ziyaretleri. Bu nedenle gerginlik de sürüyor. Tek tük haberler de kırsaldan gelmeye devam ediyor.”

‘Görünen o ki anayasa taslağını sadece Ahmet eş-Şera’yı destekleyen kesimler benimsiyor’

Suriye’deki yeni anayasa taslağının birçok kesimde rahatsızlık yarattığını vurgulayan Musa Özuğurlu’ya göre, anayasayı sadece Ahmet eş-Şera’yı destekleyen kesimler benimsiyor:
“Evet, HTŞ yönetim olarak, Şam’daki iktidarlarını bir noktaya taşımak istiyor. Ama bunun çok kolay olmadığı görülüyor. Kabaca üç bölgede sorun var: Dürzi bölgesinde, Alevi bölgesinde ve Kürt bölgesinde ciddi bir rahatsızlık söz konusu. Her ne kadar Kürtler anlaşma yapmış olsa da, anayasa taslağına bir itirazları var. Yani Esad dönemindeki rahatsızlıklarının devam ettiğini görüyoruz. Kürtlerin birtakım tanımlamalar konusunda ısrarcı olduklarını biliyoruz. Bu da özellikle kendileriyle ilgili. Bunu ‘azınlıklarla ilgili olarak’ da telaffuz ediyorlar ama asıl hedefleri kendileri. Alevi bölgesiyle HTŞ şu ana kadar kitleleri teskin edecek şekilde bir ilişki geliştirebilmiş değil. Dürzi bölgesinde de anayasaya bir itiraz var. Hükümetin anlayışı sebebiyle Dürzilerdeki rahatsızlık da sürüyor diyebiliriz. Geçici de olsa bir anayasa imzalanmış durumda ama bunu sanıyorum ki sadece Ahmet eş-Şera’yı destekleyen kesimler kabul ediyor. Hristiyanlar dahil olmak üzere diğer kesimler, bilhassa azınlık olarak tabir edilen kesimlerin bu anayasayı kabul etmediğini görüyoruz. Bu da ileride birtakım rahatsızlıkların ortaya çıkacağına işaret ediyor. Şu anda bu adım atılmış olsa dahi kabul görmemiş olması açısından ortalığı teskin edebilmiş değil.”

‘Yabancı savaşçılar koordinasyon içinde. Burada bazı devletlerin rolü var’

Suriye’deki yabancı savaşçıların devlet seviyesinde bir aktör tarafından kontrol edildiğini vurgulayan Özuğurlu’ya göre, yaşanan katliamlar öncesi detaylı bir saha çalışması yapılarak köylere giden yolların haritası çıkartıldı. Şam’ın Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile yaptığı anlaşmanın henüz bir çerçeve olduğunu ve detaylarının daha sonra şekilleneceğini dile getiren Özuğurlu, iki tarafın da tatmin olmadığı değerlendirmesinde bulundu:

“Yabancı savaşçılar meselesine değinelim. Bunlar, uzun süredir Suriye’de El-Nusra ve diğer birtakım örgütler içerisinde bulunarak savaşıyorlardı. Bunların bir koordinasyon içerisinde Suriye’ye getirildiğini söylememiz lazım. Bazı devletlerin burada rolü oldu. Bu savaşçıları El-Nusra’ya veya HTŞ’ye entegre etme işini de bu devletler üstlendi. Dolayısıyla nereye gönderildiklerini biliyorlar. Bu örgütlerle birlikte hareket eden dinamikler, bunlar devletler de olabilir, nereye gönderildiklerini biliyorlar. Suriye’de bu son sahil bölgesinde yaşanan olaylar öncesinde, anayollar hariç olan alternatif yolların dahi haritalarının çıkarıldığı ifade ediliyor. Dolayısıyla bu militanların kontrol altında olduğu ve belli bir yerden yönlendirildiği ortada. HTŞ, her tarafa hakim olabilecek durumda değil. Dolayısıyla bunlar, bir şekilde HTŞ adına da hareket etmiş oluyor. İş bunlara ihale edilmiş oluyor diyebiliriz. Diğer taraftan Nusra’nın ana kadrosunu elbette Suriyeliler oluşturuyor. Dolayısıyla Suriyeliler karşı karşıya gelmiş olmuyor yani bunu yabancılara yaptırıyorlar. Şam’da kontrol kendilerinde olduğu için bu işe yol verdikleri veya seslerini çıkarmadıkları yorumlarında bulunabiliriz rahatlıkla.

Bunun yanı sıra SDG ile yapmış oldukları anlaşma bir taraftan güçleri yetmediği için yapıldı. Tüm Suriye’ye hakim olabilmeleri mümkün değil. Esad’ın devrildiği günlerde de bu soru soruldu: Bu kadar sayıyla nasıl Şam’a kadar ilerleyebilirler? Bu da ayrı bir tartışma konusu tabii. Ama şu anda HTŞ’nin, Suriye’nin her tarafına hakim olabilmesi mümkün değil. Zamanında 400-500 bin kişilik Suriye ordusu dahi kırsallara tam anlamıyla hakim olamıyordu. Aynı durum HTŞ için de geçerli. SDG ile yaptıkları anlaşmada kendi çıkarlarını da düşünüyorlar. Güçlerini tam olarak kullanamadıkları için yapmış oldukları bir anlaşma. Bir taraftan güneyde örgütler ve Dürziler ile sorunlar yaşıyorlar. Dolayısıyla ABD’nin oradaki birtakım hedefleriyle ilgili olarak yapmış olduğu arabuluculuk sonucunda iki tarafın bir araya geldiğini ve bir anlaşma yapmış olduklarını görüyoruz.

Tanımlamalara bakarsak, HTŞ’nin yaptığı tariflerin HTŞ’yi tam olarak tatmin ettiğini görebiliriz. Azınlıklardan, kapsayıcılıktan vs. bahsediliyor. Ama bu, SDG açısından tatmin edici ifadeler olmadığı için bu anlaşma ileride çeşitli rahatsızlıklara ve görüş ayrılıklarına yol açacak. Zaten bu taslak bir anlaşma. Yıl sonuna kadar heyetlerin bir araya gelip ayrıntıları ortaya koymaları gerekiyor. Yani çerçeve bir anlaşma. Anayasada da ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ ifadesinin kullanılması, cumhurbaşkanının Müslüman olması gerektiği ifadesinin sürdürülmesi, devletin ve anayasanın temel kaynağının İslam şeriatı olduğunun yazılması, SDG tarafında rahatsızlık yaratmış durumda. Bu sebeple HTŞ anlaşmayı yapmış olsa dahi rahat olamayacak gibi görünüyor. Diğer taraftan bu anlaşmayı gerçekten yapmış olmalarının sebebi, SDG’nin artık rahatlıkla kendi çizdiği yolda yürüyebilmesiydi. Bunun önüne de geçmek istediler. Bu elbette Türkiye’nin isteyeceği bir durum. Ancak Türkiye’nin burada bir rolü var mı, yok mu? Bunun da sorgulanması gerekiyor. İleride bu anlaşmanın ayrıntılarında neler ortaya çıkacak? Şu anda ‘örtülü özerklik’ deniliyor. Peki bu pratiğe dökülecek ve ileride fiili bir özerkliği ortaya çıkartacak mı? Zamanla göreceğiz.

Türkiye, anlaşmaya olumlu yaklaşmak zorunda hissetti kendisini fakat işin pratiğinde yapılan uyarılara dikkat edecek olursak, Milli Savunma Bakanlığı anlaşmanın nasıl uygulanacağını takip edeceklerini söyledi. Türkiye açısından amort bir durum var. Suriye’nin birliğine yapılmış olan vurgular, iktidar tarafından belli ki kabul edilmiş durumda. Ama Türkiye daha fazlasını da isterdi. YPG’nin Suriye ordusuna nasıl katılacağı henüz netlemiş değil mesela. Bir kolordu olarak mı katılacaklar? Tüm askerler farklı birliklere mi dağıtılacak? Belli değil. Türkiye açısından hem olumlu hem olumsuz görülebilecek bir durum. Kürtler açısından bir kazanım ama yeterince bir kazanım değil. Hem anlaşmaya hem anayasa taslağına bakmak lazım. Bazı maddeler, SDG’nin tanımlamaları açısından örtüşüyor olsa da hem HTŞ hem SDG tam olarak tatmin olabilmiş değil.”

‘Ortada örgütlü bir Alevi hareketi yok’

Suriye’nin sahil bölgesinde yaşanan olayların “Esad artıkları” veya “Alevi hareketi” olarak nitelendirilmesinin sadece kanunsuz davranışlara bir kılıf olacağının altını çizen Özuğurlu, Şam’a karşı herhangi bir örgütlü Alevi hareketi bulunmadığını ifade etti. Musa Özuğurlu’ya göre Alevileri rahatsız eden politikalar bulunsa da, silahlı birtakım kişilerin saldırılarının genellenmesi, yabancı savaşçıların katliamlarına adeta kılıf oluyor:

“Bir dönemler 400-500 bini görmüş, sonraları sayısı 150 bine düşmüş bir Suriye ordusu vardı. Böyle bir ordudan bahsediyoruz. Tamam ordu dağıtıldı, Esad gitti ama herkesin aynı fikirde olmasını bekleyemeyiz. Burada HTŞ karşıtı olanlar, Esad yanlısı olanlar, Esad’a sadık kalmak isteyenler var. Mesela bu yeni sürecin olumsuzluk olduğunu düşünenler var. Dolayısıyla bunlar arasında, bu yönetime ve örgüte karşı mücadele edecek olanlar çıkacaktır. Bunlar içerisinde Aleviler de olacaktır. Bunları ‘Tamamı Esad kalıntısıdır’ diye tarif etmek, sahayı yanlış tanımlamak olacaktır.

Görüştüğüm çok insan oldu. Bunlar içerisinde Alevi askerler de vardı. Bunlar silahlarını teslim etti ve ‘Yeni bir yönetim var. Bize dokunmazlarsa bu düzen içerisinde yaşamaya çalışacağız’ dediler. Tüm bu rahatsızlık, Esad’ın gitmesinden sonra nerede oluştu? Sahil bölgesinde. Çünkü tedirgin olan bölge orasıydı. Mesela bir kadın öğretmen var, o öğretmene ‘Seni Dera’ya tayin ettik’ diyorlar. Ama böyle bir öğretmenin, HTŞ militanlarının olduğu veya cihatçıların hakim olduğu bir ortama gitmesi demek, o öğretmeni tecavüz veya hayat riskiyle karşı karşıya bırakmak anlamına gelecektir. O öğretmen bu teklifi tabii ki kabul etmeyecektir. Çok sayıda doktor ve sağlık personeli, hastanelerden kovuldu. Bu insanlar artık işsiz. Aleviler ve sahil bölgesinde yaşıyorlar. Devlet memurları keza öyle. Veya Şam’dan evlerinden tek bir eşya dahi alamadan göç etmek zorunda kalan insanlar oldu. Ölümle tehdit edildiler. Bu insanlar sahil bölgesine aktı.

Birçok insan hiçbir gelirleri olmadan açlıkla boğuşuyorlar. ‘Esad kalıntısı’ denilen bu insanlar, eski asker olsunlar veya olmasınlar, bu topluma karşı kendilerini sorumlu hissedip harekete geçmek istediler. Bunların hepsi silahlarını teslim etmiş değildi ve bu insanlar birtakım yerlerde eylemler yaptılar. Ama Alevilerin çoğunluğunun bu askerlerle birlikte hareket ettiğini söyleyemeyiz. Örgütlü bir Alevi hareketi söz konusu değil. Burada çok büyük öfke içerisinde olan, Esad’ı tekrar isteyen insanlar olabilir. Hatta Mahir’in yönlendirmesiyle hareket edenler bile vardır. Ama bunların hiçbirisi, bu olayların yaşanmasını gerektirmiyordu. Zaten böyle bir bahane bekleniyordu. Ramazan ayından yaklaşık 20 gün öncesinde, Alevilerin patlamak üzere olduğu haberlerini alıyorduk. Nitekim Ramazan ayı içerisinde böyle olaylar yaşandı.

Bugün itibarıyla SDG bölgesinden birtakım yardım kamyonları hazırlandı Alevi bölgelerine gönderilmek üzere. ‘Özerk bölge yardım kamyonları’ yazmışlar üstlerine. Tülay Hatimoğulları’nın bir açıklaması var. ‘Bize Türkiye’den bir tepki söz konusu. Eleştirildi bu durum. Katliamın hemen ertesinde böyle bir anlaşma yapılması eleştirildi. Bunu Suriye’deki tarafa bildirdik’ dedi. Orada bu rahatsızlığın olduğunu görüyorlar ve şimdilik böyle bir jest yapıyorlar. Ama ‘Esad kalıntısı’ tanımlaması, o bölgede işlenebilecek herhangi bir kanunsuzluğun temelini oluşturabilecek bir durum. Ben, Kürt cenahının böyle ifadelerin ne anlama geleceğini bilecek kadar tecrübeli bir siyasal bilince sahip olduğundan eminim.”

Yorum yaz