‘İnsanlar, HTŞ’nin katliamları yapanlara yönelik herhangi bir tasarrufta bulunmadığına inanıyor’
‘Görünen o ki anayasa taslağını sadece Ahmet eş-Şera’yı destekleyen kesimler benimsiyor’
‘Yabancı savaşçılar koordinasyon içinde. Burada bazı devletlerin rolü var’
“Yabancı savaşçılar meselesine değinelim. Bunlar, uzun süredir Suriye’de El-Nusra ve diğer birtakım örgütler içerisinde bulunarak savaşıyorlardı. Bunların bir koordinasyon içerisinde Suriye’ye getirildiğini söylememiz lazım. Bazı devletlerin burada rolü oldu. Bu savaşçıları El-Nusra’ya veya HTŞ’ye entegre etme işini de bu devletler üstlendi. Dolayısıyla nereye gönderildiklerini biliyorlar. Bu örgütlerle birlikte hareket eden dinamikler, bunlar devletler de olabilir, nereye gönderildiklerini biliyorlar. Suriye’de bu son sahil bölgesinde yaşanan olaylar öncesinde, anayollar hariç olan alternatif yolların dahi haritalarının çıkarıldığı ifade ediliyor. Dolayısıyla bu militanların kontrol altında olduğu ve belli bir yerden yönlendirildiği ortada. HTŞ, her tarafa hakim olabilecek durumda değil. Dolayısıyla bunlar, bir şekilde HTŞ adına da hareket etmiş oluyor. İş bunlara ihale edilmiş oluyor diyebiliriz. Diğer taraftan Nusra’nın ana kadrosunu elbette Suriyeliler oluşturuyor. Dolayısıyla Suriyeliler karşı karşıya gelmiş olmuyor yani bunu yabancılara yaptırıyorlar. Şam’da kontrol kendilerinde olduğu için bu işe yol verdikleri veya seslerini çıkarmadıkları yorumlarında bulunabiliriz rahatlıkla.
Bunun yanı sıra SDG ile yapmış oldukları anlaşma bir taraftan güçleri yetmediği için yapıldı. Tüm Suriye’ye hakim olabilmeleri mümkün değil. Esad’ın devrildiği günlerde de bu soru soruldu: Bu kadar sayıyla nasıl Şam’a kadar ilerleyebilirler? Bu da ayrı bir tartışma konusu tabii. Ama şu anda HTŞ’nin, Suriye’nin her tarafına hakim olabilmesi mümkün değil. Zamanında 400-500 bin kişilik Suriye ordusu dahi kırsallara tam anlamıyla hakim olamıyordu. Aynı durum HTŞ için de geçerli. SDG ile yaptıkları anlaşmada kendi çıkarlarını da düşünüyorlar. Güçlerini tam olarak kullanamadıkları için yapmış oldukları bir anlaşma. Bir taraftan güneyde örgütler ve Dürziler ile sorunlar yaşıyorlar. Dolayısıyla ABD’nin oradaki birtakım hedefleriyle ilgili olarak yapmış olduğu arabuluculuk sonucunda iki tarafın bir araya geldiğini ve bir anlaşma yapmış olduklarını görüyoruz.
Tanımlamalara bakarsak, HTŞ’nin yaptığı tariflerin HTŞ’yi tam olarak tatmin ettiğini görebiliriz. Azınlıklardan, kapsayıcılıktan vs. bahsediliyor. Ama bu, SDG açısından tatmin edici ifadeler olmadığı için bu anlaşma ileride çeşitli rahatsızlıklara ve görüş ayrılıklarına yol açacak. Zaten bu taslak bir anlaşma. Yıl sonuna kadar heyetlerin bir araya gelip ayrıntıları ortaya koymaları gerekiyor. Yani çerçeve bir anlaşma. Anayasada da ‘Suriye Arap Cumhuriyeti’ ifadesinin kullanılması, cumhurbaşkanının Müslüman olması gerektiği ifadesinin sürdürülmesi, devletin ve anayasanın temel kaynağının İslam şeriatı olduğunun yazılması, SDG tarafında rahatsızlık yaratmış durumda. Bu sebeple HTŞ anlaşmayı yapmış olsa dahi rahat olamayacak gibi görünüyor. Diğer taraftan bu anlaşmayı gerçekten yapmış olmalarının sebebi, SDG’nin artık rahatlıkla kendi çizdiği yolda yürüyebilmesiydi. Bunun önüne de geçmek istediler. Bu elbette Türkiye’nin isteyeceği bir durum. Ancak Türkiye’nin burada bir rolü var mı, yok mu? Bunun da sorgulanması gerekiyor. İleride bu anlaşmanın ayrıntılarında neler ortaya çıkacak? Şu anda ‘örtülü özerklik’ deniliyor. Peki bu pratiğe dökülecek ve ileride fiili bir özerkliği ortaya çıkartacak mı? Zamanla göreceğiz.
Türkiye, anlaşmaya olumlu yaklaşmak zorunda hissetti kendisini fakat işin pratiğinde yapılan uyarılara dikkat edecek olursak, Milli Savunma Bakanlığı anlaşmanın nasıl uygulanacağını takip edeceklerini söyledi. Türkiye açısından amort bir durum var. Suriye’nin birliğine yapılmış olan vurgular, iktidar tarafından belli ki kabul edilmiş durumda. Ama Türkiye daha fazlasını da isterdi. YPG’nin Suriye ordusuna nasıl katılacağı henüz netlemiş değil mesela. Bir kolordu olarak mı katılacaklar? Tüm askerler farklı birliklere mi dağıtılacak? Belli değil. Türkiye açısından hem olumlu hem olumsuz görülebilecek bir durum. Kürtler açısından bir kazanım ama yeterince bir kazanım değil. Hem anlaşmaya hem anayasa taslağına bakmak lazım. Bazı maddeler, SDG’nin tanımlamaları açısından örtüşüyor olsa da hem HTŞ hem SDG tam olarak tatmin olabilmiş değil.”
‘Ortada örgütlü bir Alevi hareketi yok’
“Bir dönemler 400-500 bini görmüş, sonraları sayısı 150 bine düşmüş bir Suriye ordusu vardı. Böyle bir ordudan bahsediyoruz. Tamam ordu dağıtıldı, Esad gitti ama herkesin aynı fikirde olmasını bekleyemeyiz. Burada HTŞ karşıtı olanlar, Esad yanlısı olanlar, Esad’a sadık kalmak isteyenler var. Mesela bu yeni sürecin olumsuzluk olduğunu düşünenler var. Dolayısıyla bunlar arasında, bu yönetime ve örgüte karşı mücadele edecek olanlar çıkacaktır. Bunlar içerisinde Aleviler de olacaktır. Bunları ‘Tamamı Esad kalıntısıdır’ diye tarif etmek, sahayı yanlış tanımlamak olacaktır.
Görüştüğüm çok insan oldu. Bunlar içerisinde Alevi askerler de vardı. Bunlar silahlarını teslim etti ve ‘Yeni bir yönetim var. Bize dokunmazlarsa bu düzen içerisinde yaşamaya çalışacağız’ dediler. Tüm bu rahatsızlık, Esad’ın gitmesinden sonra nerede oluştu? Sahil bölgesinde. Çünkü tedirgin olan bölge orasıydı. Mesela bir kadın öğretmen var, o öğretmene ‘Seni Dera’ya tayin ettik’ diyorlar. Ama böyle bir öğretmenin, HTŞ militanlarının olduğu veya cihatçıların hakim olduğu bir ortama gitmesi demek, o öğretmeni tecavüz veya hayat riskiyle karşı karşıya bırakmak anlamına gelecektir. O öğretmen bu teklifi tabii ki kabul etmeyecektir. Çok sayıda doktor ve sağlık personeli, hastanelerden kovuldu. Bu insanlar artık işsiz. Aleviler ve sahil bölgesinde yaşıyorlar. Devlet memurları keza öyle. Veya Şam’dan evlerinden tek bir eşya dahi alamadan göç etmek zorunda kalan insanlar oldu. Ölümle tehdit edildiler. Bu insanlar sahil bölgesine aktı.
Birçok insan hiçbir gelirleri olmadan açlıkla boğuşuyorlar. ‘Esad kalıntısı’ denilen bu insanlar, eski asker olsunlar veya olmasınlar, bu topluma karşı kendilerini sorumlu hissedip harekete geçmek istediler. Bunların hepsi silahlarını teslim etmiş değildi ve bu insanlar birtakım yerlerde eylemler yaptılar. Ama Alevilerin çoğunluğunun bu askerlerle birlikte hareket ettiğini söyleyemeyiz. Örgütlü bir Alevi hareketi söz konusu değil. Burada çok büyük öfke içerisinde olan, Esad’ı tekrar isteyen insanlar olabilir. Hatta Mahir’in yönlendirmesiyle hareket edenler bile vardır. Ama bunların hiçbirisi, bu olayların yaşanmasını gerektirmiyordu. Zaten böyle bir bahane bekleniyordu. Ramazan ayından yaklaşık 20 gün öncesinde, Alevilerin patlamak üzere olduğu haberlerini alıyorduk. Nitekim Ramazan ayı içerisinde böyle olaylar yaşandı.
Bugün itibarıyla SDG bölgesinden birtakım yardım kamyonları hazırlandı Alevi bölgelerine gönderilmek üzere. ‘Özerk bölge yardım kamyonları’ yazmışlar üstlerine. Tülay Hatimoğulları’nın bir açıklaması var. ‘Bize Türkiye’den bir tepki söz konusu. Eleştirildi bu durum. Katliamın hemen ertesinde böyle bir anlaşma yapılması eleştirildi. Bunu Suriye’deki tarafa bildirdik’ dedi. Orada bu rahatsızlığın olduğunu görüyorlar ve şimdilik böyle bir jest yapıyorlar. Ama ‘Esad kalıntısı’ tanımlaması, o bölgede işlenebilecek herhangi bir kanunsuzluğun temelini oluşturabilecek bir durum. Ben, Kürt cenahının böyle ifadelerin ne anlama geleceğini bilecek kadar tecrübeli bir siyasal bilince sahip olduğundan eminim.”