“İran’ın 2011’den bu yana üzerine inşa ettiği dış politika söyleminde Direniş Ekseni politikası büyük bir yer alıyordu. İran’ın bölgede tekrar nüfuz mücadelesi içinde olduğu, Körfez ülkelerine ve Türkiye’ye karşı kendince elde ettiği en büyük kazanımdı aslında. Son 10-15 gün içerisinde yaşananlardan ziyade hep 2020’ye işaret ediyorum. İran için dönüm noktası 2020’de başladı. Bu politikanın en büyük mimarı olan Kasım Süleymani o yıl öldürüldü. Akabinde İbrahim Anlaşmaları geldi. Suikastlar yaşandı. Azerbaycan’ın topraklarını Ermenistan’dan kurtarması olayı da İran için önemli travmaların işaretlerinden biriydi. Yerine gelen İsmail Kaani de yetkin olmadığı yönünde eleştirildi fakat başka da bir seçenek yoktu. Bir diğer kritik dönüm noktası da 7 Ekim hadisesi oldu.
Hamas’ın saldırılarından sonra İsrail’in başlattığı operasyonları İran, ‘kurtuluş senaryosu’ olarak görme eğilimine girdi ve bir nevi kumar oynadı. Bu kumarın sonunda İran, Suriye’den çekilmek zorunda kaldı. İran’da içeride daimi olarak devam eden paralel tartışmalar vardı. Daha koyu muhafazakarlar bu politikanın en önemli savunucusuydu. Reformistler ise Suriye’de harcanan paraları eleştiriyordu. Aynı zamanda bunun Rusya ve Çin ile olan ittifakı derinleştirmesine mütevellit bu politikanın içeride daha otoriter bir rejim tesis ettiği kanaatindelerdi. İran’ı uluslararası toplumdan soyutladığı düşünülüyordu. Hatta Cevad Zarif’in bu sebepten dolayı Ruhani hükümeti döneminde kısa süreli istifasına şahit olduk. Daha sonra ses kayıtlarında, Devrim Muhafızları’nı eleştirdiğini gördük. Dip dalga tartışma İran’da zaten vardı. Bugün gelinen noktayı ayrıca 19 Mayıs’ta İbrahim Reisi’nin ölümüyle başlayan süreçle de beraber okumak gerekir. Aslında İran, 7 Ekim 2023’ten sonra Devrim Muhafızları’nın baskısıyla girmiş olduğu bu maceralı süreçte, yani İsrail ile doğrudan savaş aşamasına gelen süreçte büyük bir güç kaybettiğini fark etti. Reisi’nin ölümünden sonra daha reformist bir kabinenin oluşması da Hamaney tarafından teşvik edildi. İran’da büyük ekonomik kırılganlıklar var. Bunun sürdürülebilirliği mümkün değil. İsrail’le gelinen noktada büyük bir maddi ve askeri harcama söz konusuydu. Bu sebeple de zaten uluslararası topluma mesaj veren bir İran’ı yaz aylarından itibaren görmeye başladık. Tabii bizim elimizde sadece açık kaynak verileri var; arka planda dönenleri bilemiyoruz.
Özellikle Putin’in son açıklamalarında İran’ı işaret etmesini veri olarak kabul ediyorum. Putin, Suriye ile ilgili detaylı bir açıklama yaptı. Orada, İran’ın büyük bir kapasitesi olmasına rağmen direniş sergilemediğini söyledi. Biz Suriye sahasında İran unsurlarını gördük: Şii milisleri, Hizbullah’ı, Devrim Muhafızları Ordusu’nu gördük. Rusya genelde hava ordusu ekseninde destek verdi. Sahada birebir mücadele eden unsurların İran kaynaklı olduğunu gördüğümüz için Putin de bunu işaret etti. Yani İran’ın bir nevi gönüllü çıkış yaptığını ima ediyor. Rusya-İran ilişkilerini de düşünürsek bunu Putin’in söylüyor olması bence çok önemli bir veri. Keza ben de böyle yorumluyorum. İran, bunu sürdüremeyeceğini anladı. Üstüne ABD’de Trump seçildi ve Trump’ın İran’a yönelik yoğun ekonomik baskı uygulayacağı da aşikar. Hal böyle olunca İran, ulusal sınırlarına dönmesi gerektiğini tespit etti ve istemese de geri çekiliş yaptı. Bu da tabii ki reformistlerin olumlu karşıladığı bir süreç çünkü onlar açısından Batı ile müzakere süreci oluşmuş durumda şu anda.”
‘İran aslında bu sürecin en büyük kazananı olarak İsrail’i değil, Türkiye’yi görüyor’
“İran aslında bu sürecin en büyük kazananı olarak İsrail’i değil, Türkiye’yi görüyor. İran basınında mütemadiyen Türkiye’ye yönelik saldırgan ve hakarete varan açıklamalar görüyoruz birçok yetkiliden. İsrail’de de ilginç bir şekilde benzer bir tablo var. Hem İsrail hem de İran şu anki tablodan hoşnut değil. Öte yandan ıskaladığımız bir şey var: İran’ın burada uzun süredir milislerinin olması sadece İsrail için tehdit değildi; Türkiye’nin güvenliği açısından da sıkıntılar yaratıyordu. Dolayısıyla İran, Türkiye’ye dönük istikrarsızlık yaratan bir ülkeye dönüşmüştü son 10 yılda. Hal böyle olunca İran’ın Türkiye’yi neden hedef aldığını anlamak kolay. Ben şu aşamada İran’ın hiçbir şekilde İsrail’i kışkırtacak bir tavır içine gireceğini zannetmiyorum. Odak noktaları tamamen ABD ile orta yol bulabilmek.
Nitekim İran’ın son açıklamalarına ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevad Zarif’in The Economist makalesine bakarsanız bunu görüyorsunuz. ‘Biz aslında burada barışı tesis edelim’ diyorlar. İran’ın söylemleri çok güzel fakat icraatleri tam tersi oluyor. Söylemde ise Batı Asya barış ittifakı teklif ediyor, Türkiye dahil Müslüman ülkeleri öne sürmüş. Yani söz sahibi olmak istiyorlar. İran şu anda Türkiye’nin edinmiş olduğu rolün kendilerini kısıtladığını biliyor. İsrail’i provoke edeceklerini düşünmüyorum. Tüm odak noktaları ABD ile başlayacak nükleer müzakere sürecinde kendilerini kuvvetli etmek. İsrail’in de çok fırsat bulacağını zannetmiyorum. Hep Trump’ın Netanyahu’ya sıcak davranacağı gibi yanlış bir algı var. Ben tam tersi olarak düşünüyorum.
Trump belli alanlarda Netanyahu’ya izin veriyor zira kendisinin ana odak noktası Rusya-Ukrayna Savaşı. Trump bunu yaparken Ortadoğu’da oyalanmak istemiyor. Hal böyle olunca ben Netanyahu’nun kalkıp İran’a provokatif ataklarda bulunacağını da düşünmüyorum. Trump göreve başlayana kadar herkes yapabileceğini yapmaya çalışıyor. Ama İsrail’in şu aşamada çok farklı politikalar geliştirebileceğini zannetmiyorum. Çünkü şu anda Körfez’de de istediği desteği alamıyor. Körfez Arapları da İran milislerinin bölgeden çıkmış olmasından memnun. Onlar için de en büyük tehdit öyle veya böyle İran’dı. İran’ın yayılmacılığının sınırlanmış olması ve bölgede istikrarlı yapı oluşması, Körfez’in de beklentisi. İsrail’in bunu tersine çevirecek davranışları ne Türkiye’de ne de Körfez’de kabul görmeyecektir. Dolayısıyla böyle bir maceracılığa gireceğini düşünmüyorum.”
‘Önümüzdeki dönemde sorunlu bir Türkiye-İran ilişkileri bekliyorum’
“Türkiye’nin İran’a yaklaşımı ile İran’ın Türkiye’ye yaklaşımı arasında ciddi bir sorun var. Bir tehlikeli aşama da İran’ın YPG’ye dönük bazı pozitif mesajlar göndermesi süreci. Bunu da dikkatle takip etmek gerekiyor. İran’ın İsrail karşıtı söylemleri ile Türkiye’nin İsrail’e karşı itirazlarını da aynı kefeye koymamak lazım. İki ülkenin birlikte İsrail’e karşı varoluşsal düşmanlık bakış açısı yok. Türkiye, İsrail’in insanlığa aykırı uygulamalarını eleştiriyor. İran ise İsrail’i tamamen haritadan silmeye odaklanmış durumda. Bu ikisi arasında temel bir fark olduğu için ortak politika mümkün değil. İran her ne kadar söylem olarak İsrail’i ‘en büyük tehdit’ konumuna koysa da uygulamada en büyük tehdit konumuna Türkiye’yi koyuyor her dönem. Politikaları bu yönde. Özellikle Güney Kafkasya’da, Irak’ta vs. kendisinin Türkiye tarafından çevrelendiği düşüncesi var. Bu sebeple sürekli olarak Türkiye’yle yapılan işbirliğini ortadan kaldıracak negatif eylemlere ve söylemlere girişiyor. Dünyada özellikle Batı’da İran karşıtı politikalar ön plana çıkabilir Trump koltuğa oturduktan sonra. Türkiye burada kendi tercihleri ile yol alacaktır.
Batı dünyası, belirli taleplerle geliyor diye Türkiye bunu tamamen içselleştirecek değil. Türkiye’nin İran ile ilgili kendi öncelikleri var. Sınır güvenliği, terörle mücadele ve bölgedeki halkların güvenliği konuları var. Hal böyle olunca Türkiye’nin mutlak Batı bloku içinde İran politikası oluşturmasını beklemek gerçekçi değil. Aynı şekilde Türkiye, İran’ı tamamen koruyup kollayacak bir politika da tesis etmeyecektir. Zaten İran, bunu destekleyecek bir Türkiye politikası oluşturmuyor. Diplomasi devam edecektir ama ben önümüzdeki dönemde sorunlu bir Türkiye-İran ilişkileri bekliyorum. Özellikle İran’ın Direniş Ekseni siyasetinden, ciddi stratejik değişim sürecine girdiğini görüyoruz. Reformistler de Orta Asya’yı ve Güney Kafkasya’yı işaret ediyordu. Tekrar buraya odaklanacaklarını düşünüyorum. Zaten Türkiye-Azerbaycan ve Orta Asya ilişkileri ortada. Zengezur Koridoru dahil ihtilaflar yaşanacağını düşünüyorum.”