‘İsrail’in gönlü Trump’tan yana’
Doç. Dr. Bilgehan Alagöz’e Ortadoğu’daki tansiyonun düşmesinin yolu, Rusya-ABD arasında diyalogun başlamasından geçiyor. Netanyahu’nun ABD seçimlerinde Trump zaferini beklediğini kaydeden Alagöz, Trump’ın İran’da rejim değişikliği planlarına sıcak bakmadığını belirtti.
Sitede okuİsrail’in 26 Ekim’de yaptığı İran misillemesi sonrasında tansiyon yükseldi. ABD, İran’ın karşılık vermesi durumunda doğrudan müdahil olabileceği tehdidinde bulundu. Tehdidin ardından Amerikan Hava Kuvvetleri’ne ait 12 B-52 yüksek irtifa bombardıman uçağı ve sayısı açıklanmayan miktarda savaş uçağı filoları, Ortadoğu’ya sevk edildi.
Öte yandan Hamaney, İsrail’e verilecek yanıtın güvenlik bürokrasisi tarafından görüşülüp her türlü senaryonun hesaplanacağını belirtti.
Batı basını, İran’ın “ABD seçim gecesi saldırı yapacağı” iddiasını ortaya attı. Amerikan seçimlerinde yarışan Cumhuriyetçi aday Donald Trump ve Demokrat aday Kamala Harris’in, dış politikada İsrail-İran denkleminde nasıl bir fark yaratacağı merak konusu oldu.
Ekim ayında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile telefonda görüşen Trump, İsrail’in “kendini savunma hakkına” vurgu yaptı ve Netanyahu’yu tebrik etti. Diğer yandan katıldığı Youtube röportajlarında ve podcastlerde konuşan Trump, İran’da rejim değişikliği planlarına sıcak bakmadığını ifade etti.
İsrail-İran gerilimini, İran’ın nükleer silah geliştirdiği yönündeki iddiaları, yaşananların Türkiye’ye etkisini ve ABD seçimlerinin Ortadoğu’ya olası yansımalarını, Marmara Üniversitesi’nden Doç. Dr. Bilgehan Alagöz ile konuştuk.
‘Ortadoğu’daki gelişmeler, ABD-Rusya geriliminin bir yansıması’
Ortadoğu’daki gelişmelerin Rusya ve ABD arasındaki krizin bir yansıması olduğunu ifade eden Doç. Dr. Alagöz, ABD’nin Ukrayna’yı kışkırtan politikaları sonucunda Rusya’nın İran ile olan işbirliğini artırma yolunu seçtiğini kaydetti:
“İsrail-İran ilişkileri yeni bir etaba geçti. Evvelinde örtülü bir savaş vardı. Her iki ülke de birbiri içerisinde istihbarat operasyonları veya nokta atışları gerçekleştiriyordu. Bu tür doğrudan saldırılar, olayın başka bir boyuta geçtiğini gösteriyor. Bölgemizdeki en reel durum, bu iki ülkenin de öyle veya böyle kendilerinin birer vekil güce dönüştüğü gerçeği. Ben İran-İsrail gerilimine bakınca, daha büyük perspektifte ilerleyen ABD-Rusya gerilimini görüyorum. Bu sebeple de bu olaya bakışım tamamen Rusya-Ukrayna krizi belirli bir seviyeye inmeden, orada ateşkes elde edilmeden, Ortadoğu’daki gerilimin de dinmeyeceği yönünde. Dünyada bir kutuplaşma var. Rusya-Ukrayna krizi bunun en keskin haline sebep oldu. Daha önce bir şekilde ABD ile diyalog kuran bir Rusya vardı. Ortadoğu ülkeleriyle de ilişkiler bu eksende gelişiyordu. Örneğin 2015 nükleer anlaşması ortaya çıkarken, ABD ve Rusya’nın bir şekilde ortak pozisyon elde ettiğini gördük. İsrail ilişkilerinde Rusya’nın belirli bir diyalogu vardı. Suriye ile müzakere sürecini gizli olarak başlatmıştı Rusya. Arabuluculuk misyonu dahi edinmişti. Rusya-Ukrayna kriziyle her şey perdelendi. Bu sebeple de ben, İran-İsrail gerilimini kesinlikle bunun büyük bir izdüşümü olarak görüyorum.”
‘Burada tansiyonun inmesi için ABD ve Rusya’nın diyalog başlatması gerektiğini düşünüyorum’
Doç. Dr. Bilgehan Alagöz, İsrail’in bölgedeki saldırıları sonrasında İran’ın savaş istemediğini fakat en kötü senaryoya karşı da hazırlıklı olduğu değerlendirmesinde bulundu. Alagöz’e göre İsrail ve İran, birbirlerine yaptıkları saldırılar ile karşılıklı olarak askeri kapasitelerini test ediyor. Öte yandan Alagöz, Ortadoğu’da tansiyonun düşmesi için ABD ve Rusya arasında diyalog kurulmasının elzem olduğunu da belirtti:
“Netanyahu, Gazze operasyonları ile dünyaya ne kadar ileriye gidebileceğini gösterdi. Ama nihayetinde İsrail, kendi rasyonelliğini yitirmemiş bir devlet. Tabii bu İsrail rasyonelliği, insan ölümlerinin artması bağlamında bakmıyor olaya. Kendi ulusal güvenlik sınırları hangi boyuta erişebilir, nerelerde ilerlerse daha büyük riskler altına girebilir bunun hesaplaması var. Yani çoklu cephede savaşmanın uzun vadede İsrail’e çok büyük bir getirisi yok. Ama bir realite daha var: İran’ın bölgedeki vekil üç siyaseti aşama aşama genişliyor. İsrail’in Gazze politikalarına şiddetle karşı çıktığımız için, İran’ın yaptıklarını biraz daha önemsememiz gereken boyutta göremiyoruz. ABD’nin 2003 Irak işgali ile İran bir nüfuz kazandı. 2011’deki Arap halk hareketleri ile İran bunu maksimum seviyeye çıkardı. Bölgedeki Arap başkentlerinde milis kuvvetleri olan ve bölge ülkelerine gerilim yaratan bir İran var. Bunun da sınırlanması bir şekilde gerekiyordu. Aslında kapasitesinin çok üstüne çıkmış bir İran vardı. Şimdi herkes aslına rücu ediyor ve esasında olması gereken sınırlara çekiliyor gibi görünüyor. İran’ın savaş istediğini pek düşünmüyorum. Kendisine dönük bir saldırıya karşı kendisini hazırlıyor. En kötü senaryoyu da hesaplıyor.
Fakat İbrahim Reisi ölümü sonrası seçim sürecine, Pezeşkiyan kabinesine bakarsanız, Batı ile diplomasiyi canlandırmak isteyen bir ekip görüyoruz. Hamaney’e rağmen kurulmuş bir ekip değil bu. İran müesses nizamının en temelini Hamaney oluşturuyor. Burada savaştan ziyade belirli oranda müzakereyi devreye sokarak tansiyonu düşürmek zorunda hisseden bir İran var. İsrail’in de gücü belirli sınırlar içerisinde. ABD’nin mutlak desteği olmadan ilerleyemediklerini gördük. Taraflar canlı tatbikatlar yapıp birbirlerinin askeri kapasitesini yokluyor. Ben burada tansiyonun inmesi için ABD ve Rusya’nın diyalog başlatması gerektiğini düşünüyorum.”
‘İran Türkiye’nin düşmanı değil fakat dost kategorisinde de değil’
İran’ın nükleer silah üretmeye yaklaştığı yönündeki Batı basınında çıkan iddiaların Türkiye’de yeterince tartışılmadığını dile getiren Alagöz, İran’daki gelişmelerin yakından takip edilmesi gerektiğini söyledi. Doç. Dr. Alagöz’e göre Türkiye ve İran tam olarak dost ülkeler olmadıkları ve çeşitli sahalarda çıkar çatışması yaşadığı için, Türkiye’nin mevcut durumu inceleyip gelişmelere göre yeni doktrinler üretmesi gerekiyor:
“Türkiye’de bu konunun gereği kadar tartışılmadığını düşünüyorum. İran’ın nükleer bomba üretecek aşamaya gelmesi sanki Türkiye için hiç risk yaratmayacakmış gibi bir kanaat var. Bu neden kaynaklanıyor bilemiyorum. İran’ın Türkiye’ye savaş açmak veya saldırı yapmak için bir sebebi yok tabii. Ama komşumuzun böyle bir kapasiteye erişmesi, Ortadoğu denklemini altüst edecek bir durum. Ayrıca İran, belirli bir askeri kapasiteye ulaştıktan sonra revizyonist yaklaşımı benimseyen bir ülke. Devrimden beri yaptıkları tüm eylemler devrim ihracı, milis güçleri oluşturma vs. ile yayılmacılık söz konusu. Basra Körfezi’nde devam eden adalar krizi ve kıta sahanlığı sorunu gündeme geliyor. Askeri kapasitesini yükseltmesi İran’a özgüven sağlıyor. İsrail’e yaptıkları son saldırıda da katı yakıt teknolojisinin kullanılmasının ciddi bir karşılığı olduğunu gördük.
Fakat İran askeri kapasitesini artırırken, içeride de ekonomik ve siyasi kırılganlıkları var. Halka karşı hamle yapabilmeleri mümkün değil. İran’da kimi sendikalar, savaş karşıtı açıklamalarda bulunmuş. İran halkı içerisinde, Suriye iç savaşına neden para harcandığını sorgulayan gruplar da vardı. Muhalif sesler dinmiş değil. İran hareketli bir toplum. Halka rağmen gözünü karartıp savaşa girecek bir İran görmüyorum. Fakat koşullar sebebiyle İran, askeri kapasitesini olası senaryoya dönük hazırlamış. Biz Türkiye olarak bundan belirli noktalarda endişe etmeliyiz. İran belki düşmanımız değil ama dost kategorisinde görebileceğimiz bir devlet de değil. İran’ın Türkiye’ye karşı agresif hareketleri var. PKK ile mücadelede ters pozisyonları var. Suriye’ye, Irak’a, Güney Kafkasya’ya bakış açıları tamamen bizimkinden farklı. O sebeple de tansiyonun dinmesinin, Türkiye’nin güvenlik politikalarını yeniden şekillendirecek bir bakış açısına dönüştüreceğini düşünüyorum. Uzun bir sürecin içindeyiz. İran-İsrail krizi belli bir süre için dinse dahi iki ülkenin askeri doktrinleri bu açıdan şekillenmeye devam edecek. Bu da Türkiye’nin kendi doktrinini ve askeri kapasitesini gözden geçirmesi için yeterli bir sebep.”
‘İran, nükleer söylemlerle caydırıcılık yaratıyor’
İran dini lideri Hamaney’in danışmanı Kemal Harrazi’nin nükleer açıklamasını değerlendiren Doç. Dr. Alagöz, İran’ın nükleer silah edinme arzusundan ziyade bu kozu kullanarak elini yükseltmek ve caydırıcılık yaratmak istediğini söyledi:
“Kemal Harrazi’nin açıklamaları önemli. Yani dış dünyaya daha ılımlı ve makul seviyeden bakan bir siyasi figür kendisi. Ama o dahi bugün İran’ın nükleer silah üretebilme kararının olası olduğundan bahsediyor. Şu anda ilk gündeme gelen, Nükleer Silahlardan Arınma Antlaşması. Bu küresel sistemden çıkış gündemde. Bu antlaşma tabii ülkelerin nükleer programlarının barışçıl amaçlarla şekillenmesini zorunlu kılıyor. Buna tarafsanız zaten nükleer silah üretmeyeceğinizin teyidini vermiş oluyorsunuz. İran, bu antlaşmadan çekilerek yeni bir caydırıcılık üretme stratejisi içerisinde. Ben günün sonunda İran’ın ‘Nükleer silah ürettim’ demesinin kendisine menfaat getirmeyeceğini düşünüyorum. Ama söylem olarak bu bir caydırıcılık yaratıyor. İran, bu yolda hiç olmadığı kadar kararlı. İran, kendisini güvende hissetmek için bunu yapıyor. İran’ın dünya ile angajmanı yok gibi bir noktada. İran’ın nükleer silah üretebileceği caydırıcılığını yaratmak, bölgede İran’ın elini güçlendiriyor. Bu yüzden İran’ın söylemi daha fazla dile getireceğini düşünüyorum. Fetva olayına ise ezelden beri gereksiz anlam yükleniyordu. İran’ı yakından tanıyan herkes bunun gerektiğinde değişebileceğini biliyordu. Ülkeyi yakından takip eden herkesin öngördüğü bir durumdu bu.”
‘Trump, Amerika’nın gücünün gerilediğinin farkında’
Donald Trump’ın ABD hegemonyasının gerilediğini fark ettiğini ifade eden Doç. Dr. Bilgehan Alagöz’e göre Trump’ın seçilmesi, ABD’nin Ortadoğu politikasını değiştirebilir. Alagöz’e göre Trump, İran ile vekil güçlerin sınırlandırılması karşılığında anlaşmaya gitmeye de açık olabilir:
“ABD seçim sonuçlarının Ortadoğu denkleminde fark yaratacağını düşünüyorum. Bir kere Kamala Harris’in net bir dış politika söylemi yok. Seçimleri kazanabilmek için bir koalisyon ile yol alıyor. Ve bu koalisyonun içerisinde giderek artan bir neocon varlığı görüyoruz. Özellikle Cheney’leri görmek tüylerimi diken diken ediyor. Otuz beş yaş üstü herkes Cheney’leri biliyor. Bunun ne anlama geldiğini biliyoruz. Kamala Harris’in kendi bekası için bu gruplara teslim olacağı algısı oluştu bende. Ama Trump’a baktığımızda, Amerika’nın gerileyen gücünün farkında ve bu gücü tekrar var etmek için küreselci müdahale politikalarının durması gerektiğini düşünüyor. Trump, ABD’nin kendisine ve kendini yeniden inşa etme sürecine odaklanması gerektiğinin farkında. Trump, enerji bağımsızlığını sağlayan bir Amerika’nın askeri harcamaları bu kadar yüksek tutması gerekmeyeceği düşüncesinde.
Eğer Trump seçilirse ben ilk önce Rusya-Ukrayna krizine odaklanacağını ve bunun da İsrail-İran krizine de olumlu yansıması olacağını düşünüyorum. İran’da bir rejim değişikliği hedeflemediğini söylemesi de önemli. Yani İran müzakere masasına oturduğu müddetçe ve ABD’nin talepleri oranında bölgedeki milis güçlerini sınırladığı müddetçe orta noktada buluşabilirler. Öte yandan Trump’ın, Netanyahu’ya karşı kişisel bir kızgınlığı var. Özellikle Netanyahu’nun Kasım Süleymani suikastında geri adım attığını unutmadı. Diğer yandan Trump, bölgedeki Arap ülkelerini de dengede tutmak istiyor. Yani burada Filistin konusu bu denli sıcakken, bu ilişkilerin belirli bir seviyeye gelmesi gerektiğini söylüyor. Nitekim İsrail basınına göre Trump ve Netanyahu arasındaki son konuşmada, Trump seçilirse göreve başlamadan Gazze operasyonlarını durdurma talimatını vermiş. Bunlar önemli açıklamalar.
Hep Trump’ın öngörülemeyen bir siyasi olduğu düşünülüyor ama bence öngörülebilir bir adam; yapacağı şeyi söylüyor ve yapıyor. Ama ABD’nin kendi içerisinde ciddi bir tartışma da var. Askeri-bürokratik mekanizmalarda bir kavga var. Ortadoğu’daki operasyonları yürüten CENTCOM’un, Doğu Akdeniz’deki askeri varlığı artırma amacı güttüğünü düşünüyorum. İsrial burada kullanışlı oldu. Yani İsrail mi ABD’yi kullanıyor yoksa ABD mi İsrail’i? Burada hatlar karışıyor. Trump’ın burada mücadele etmek zorunda olacağı bir klik var. Burada ikinci dönemi olduğu için Trump daha iddialı bir yaklaşım sergileyebilir zira bir daha seçim kazanma iddiası olamayacak. Klasik bir Amerikan siyaseti tabii ki de devam edecek. Ama Kamala mı, Trump mı derseniz, Ortadoğu’da istikrar için ben Trump’ı daha pozitif karşılıyorum. Bu sebeple seçim sonuçlarının etkileri olacaktır şüphesiz.”
‘İsrail’in gönlü Trump’tan yana’
İsrail’in seçimlerde Trump’ın kazanmasını arzulayacağı değerlendirmesinde bulunan Doç. Dr. Alagöz, diğer yandan Körfez ülkelerinin de Trump zaferini beklediğini dile getirdi:
“İsrail’in gönlü de Trump’tan yana diyebiliriz. Trump, İsrail’i gözden çıkardı gibi bir durum yok. Trump, İsrail’in güvenliğini sonuna kadar tesis edecek. Ama burada İsrail’in güvenliği, İsrail’e dönük güvenlik tehdidi üreten yerler ile yeni etaplar başlatılarak dindirilecek. Burada en büyük tehdit olarak İran gözüküyor. İran’ın da ekonomik yaptırımlardan ferahlama arzusu varsa ki bunu kesinlikle gözlemliyorum, bunun için de Trump ile yeni bir sürece girmeleri gerekiyor. Hal böyle olunca İsrail’in tehdit algıları da alt seviyelere inecek. Netanyahu da bu güvenlikçi söylemlerle toplumun karşısına çıktığında muhalif seslerle karşı karşıya kayabilir. Ama şu anda İsrail’e füzeler atıldığı ve halk buna şahitlik ettiği için Netanyahu ayakta kalıyor. Burada Trump’ın yaklaşımı daha çok bu olacaktır. Bir de Arap dünyasında da genç jenerasyon var. Onlar da Filistin davasıyla tekrar tanıştı. Geçen Suudi Veliaht Prensi Selman da ‘Benim umurumda değil ama gençler bunu keşfetti. İsrail ile doğrudan anlaşamam’ dedi. Belki de Filistin davasının Arap dünyası tarafından sahiplenilmesi gerekiyor. İslam devriminden beri İran bu konuyu çok köpürttü ve Arap dünyasını davadan koparttı. Belki de bu konu tekrar Arap dünyasının gündeminde olmalı. Bu ihtimalin de Trump döneminde daha yüksek olduğunu düşünüyorum. Körfez dünyasının öneminin farkında olan bir Trump var karşımızda.”