EKSEN

‘ABD ve bazı Batılı ülkeler, Saddam oyununun aynısını İran’a da oynayabilir’

Dr. Ali Semin'e göre ABD, İsrail'i kullanarak İran'ın caydırıcılık kapasitesini test ediyor. Benzer yöntemler ile Irak'ın 1990'dan itibaren yıpratıldığını ve 2003'te işgal edildiğini hatırlatan Ali Semin, ABD'nin "kolay lokma" haline getirmek istediği İran'ı baskı altına almaya başladığı değerlendirmesinde bulundu.
Sitede oku
İsrail’in İran’ın füze parçası ve yakıtı ürettiği tesisleri vurmasının üzerinden bir hafta geçti.
Batılı kaynaklar, İran’ın İsrail’e ABD seçim gecesinde misilleme yapacağı iddiasını ortaya attı.
Bir diğer dikkat çeken açıklama ise İran dini lideri Hamaney’in danışmanı Kemal Harrazi’den geldi. Harrazi, İran’ın nükleer doktrinde değişikliğe gidebileceği imasında bulundu.
Öte yandan ABD, 26 Ekim’deki İsrail saldırısından sonra İran’ın cevap vermesi durumunda, misillemeyi İsrail ile birlikte yapabileceği tehdidinde bulunmuştu. Bu kapsamda ABD’nin en büyük stratejik bombardıman uçaklarından olan B-52’den 12 adedinin Ortadoğu’ya sevk edildiği tespit edildi. Sevk edilen B-52 bombardıman uçaklarından 6 adedi, Katar’a yerleştirildi.
ABD ayrıca bölgeye F-22, F-16, F-15 ve F-18 savaş uçağı filolarını da göndermişti.
İsrail ve İran arasında artan gelirimi, İsrail’in hava saldırısının etkilerini, İran’ın misilleme yapıp yapmayacağını, ABD seçim süreci öncesi artan gerilimi, İran’ın nükleer silah üretme kapasitesi hakkındaki iddiaları ve İran’da “rejim değişimi” planlarını, Ortadoğu, Avrasya ve Asya-Pasifik Araştırmaları Merkezi (ODAP) Direktörü Dr. Ali Semin ile konuştuk.

‘İsrail, İran’ı vurarak 1988’den bu yana İran’ın egemenliğini ilk defa doğrudan ihlal etmiş oldu’

İsrail ve İran arasındaki saldırıları değerlendiren Dr. Ali Semin, özellikle İsrail’in doğrudan hava harekatı neticesinde İran’ın Irak ile olan savaşından bu yana ilk kez egemenliğinin direkt olarak ihlal edildiğini vurguladı. Saldırıların yıkım boyutundan ziyade, uluslararası konjonktürde yarattığı değişimle okunması gerektiğinin altını çizen Semin, diğer yandan ABD ve İsrail algı çalışmalarının, İran içerisinde ciddi bir istihbarat ağı kurdukları izlenimi yarattığını belirtti:

“ABD’nin, İsrail’in daha önce özellikle İsmail Haniye saldırısından sonra İran’a yönelik iddiaları oldu. ‘İran 48 saat içinde saldıracak’ gibi açıklamalar yapıldı. Ben bunları taktiksel olarak değerlendiriyorum. ‘Bizim bilgimiz var, saldıracak’ şeklinde taktiksel açıklamalar. İran’da da şöyle bir durum var. Bölgemizde son dönemde ‘Danışıklı dövüş mü var? Acaba birbirlerine haber vererek oyun mu oynuyorlar?’ şeklinde söylemler yaygınlaştı. Başlangıçta öyle görülebilirdi. 13 Nisan, 1 Ekim saldırıları öyle görülebilirdi. Fakat bunların da bir yere kadar sınırı olması lazım. İran çünkü bu İsrail saldırılarına tam anlamıyla karşılık vermediği vakit hem bölgesel, hem küresel hem de kendi organize ettiği milis güçleri anlamında caydırıcılığını da kaybediyor.

O yüzden bana kalırsa İsrail’in İran’a yaptığı son saldırıda şunun altını çizmek lazım: 1980-1988 yılları arasındaki İran-Irak Savaşı’ndan sonra ilk defa yabancı bir ülke, İran’ı uçaklarla vurdu. İran’ın buna karşılık vermesi, elbette ki kendi açısından ve egemenliğinin çiğnenmesi açısından önemli. İsmail Haniye’nin öldürülmesini MOSSAD’ın yaptığı söyleniyor. Dron kullanıldı. Ama İsrail bunu üstlenmedi. O yüzden bu sürece dikkatle bakmak lazım. 26 Ekim’de birçok yayında şunu ifade ettim: Biz bu saldırının İran’a ne kadar zarar verdiğinden ziyade, İsrail’in İran egemenliğini uluslararası hukuk açısından çiğnemiş olduğuna odaklanmak lazım. Ama uluslararası yeni sistem, yani 7 Ekim’den sonraki sistemde durum bu. Netanyahu o gün ‘Biz Ortadoğu’yu değiştireceğiz’ dedi. Sadece Ortadoğu’yu değiştirmediler. Ortadoğu’daki dengelerin yanı sıra uluslararası hukuk anlayışını değiştirdiler. Öyle bir duruma geldi ki, 26 Ekim saldırısını ‘İsrail petrol ve nükleer tesislerine saldırmadı. Askeri hedefleri vurdu. Hafif bir saldırı bu’ dediler. Halbuki bir ülkenin egemenliğini ihlal etmiş oldular.

Haniye sürecindeki taktiğin aynısı uygulanıyor. İsrail ve ABD tarafı, ‘İran’dan bilgi geldi. Bu gün saldıracaklar’ diyorlar. Bilgiler elbette doğru olabilir ama bana kalırsa iki önemli faktör ortaya çıkıyor. Bu açıklamalar, İran içerisinde çok ciddi bir ajan meselesi olduğunu gösteriyor. İran güvenlik bürokrasisi içindeki CIA ve MOSSAD ajanları bilgi sızdırıyor. İkincisi de demek ki İran haber veriyor, sonra saldırıyor. İkisi de İran açısından doğru bir durum ve yaklaşım değil. Bana kalırsa böyle saldırı günlerini ve saatlerini konuşarak, İran misillemesini ertelemiş oluyorlar. İsmail Haniye sürecinde böyle olmuştu. İran, birkaç ay sonra misilleme yaptı o dönem. Baktığımızda, Hasan Nasrallah suikastından sonra İran 1 Ekim’de misilleme yapmaya çalıştı. Pezeşkiyan da ‘Bize aslında barış olacağı, ateşkes olacağı söylendi. Ama gördük ki bu esnada İsrail suikast hazırlığı içindeydi’. Yani dönüm noktası, Nasrallah suikastıyla başladı. ABD de ikili oynuyordu daha önce. Adeta bir arabuluculuk rolündeydi. İran’a misilleme yapmaması, bölgesel savaş çıkartmaması telkininde bulundular. İsrail tarafında petrol ve nükleer tesislere saldırmama, askeri hedefleri vurma telkininde bulundu. Ben bunu taktiksel ve stratejik olarak görüyorum. ABD’nin 26 Ekim’e kadarki sürecine bakalım. Amerika artık İsrail-İran arasında arabulucu rolünü bırakıp, iki tarafın da koruyucusu rolünü üstlenmiş gibi gözüküyor.”

‘İran daha önceki kapasitesini İsrail’e karşı gösteremediği için caydırıcılığını kaybediyor’

Dr. Ali Semin’e göre İran, sergilediği caydırıcılık kapasitesini İsrail’e karşı doğrudan gösteremediği için caydırıcılığını yitiriyor:
“Şöyle bir gerçek var. Amerika bu son saldırıdan sonra İran’a ‘Cevap verirseniz sadece İsrail değil, biz de İsrail’in yanında yer alıp size savaş ilan edeceğiz’ dedi. Yayınlara bakıyorum. Ezberden konuşan çok insan var. Benim kanaatimce bunu farklı bir boyuta taşımakta fayda var. ABD’nin stratejisi sadece İran’a karşı İsrail’i korumak mı? İsrail’e verdiği desteğin tek sebebi İsrail olması mı? Özetle şunu diyelim. ABD’nin İsrail’e bir hayli destek verdiğini, İsrail’in yanında yer aldığını görüyoruz. Ama Netanyahu gibi bir figür bulmuşlar. Kullanabiliyorlar. İran’a karşı kullanabiliyorlar. Biz ABD’nin Irak işgalinden sonra iki senaryoyu konuştuk. Birincisi ABD’nin Suriye’yi işgal edeceği, diğeri de İran’ı. Ancak İran meselesinde her daim yapamayacağı, İran’ın milis güçlerinin bulunması ve farklı bir ülke olduğu için kolay lokma olmayacağı konuşuldu. İran’ın etkin olduğu alanlara bakarsak, gerçekten de öyle görünüyordu. Ama bugün geldiğimiz noktada bana karşı ABD’nin İran’a karşı İsrail’i bu kadar desteklemesi, bir yandan da İran’ı test etmektir. İran rejiminin gerçekten caydırıcılık kapasitesi var mıdır? Yoksa söylem şeklinde sadece direniş eksenine mi yönelik? İsrail saldırdıkça ve İran da İsrail’e cevap veriyor fakat İran daha önce gösterdiği kapasiteyi İsrail’e verdiği cevaplarda gösteremeyince, İran caydırıcılığını kaybediyor.”

‘ABD, İsrail’i kullanarak İran’ı test ediyor’

ABD’nin Irak işgalinden önceki 13 yıl boyunca zemin hazırladığını ifade eden Dr. Ali Semin, İsrail saldırıları ile ABD’nin İran için adeta zemin yokladığı değerlendirmesinde bulundu:
“1990’da Irak, Kuveyt’i işgal etti. Daha sonra ayaklanmalar başladı. Saddam rejimine karşı tavır alındı, ambargolar uygulandı. Ancak 13 yıl sonra Irak işgal edildi. Irak ilk önce ekonomik olarak yıpratıldı, daha sonra da askeri ve iç dinamikler açısından yıpratıldı. Ondan sonra hazır bir lokma haline geldi. Yani ABD test edecek İran’ı elbette. Zaafını görmesi gerekiyor. İran gibi kapalı bir ülkenin içinde çok ajanı olsa da tam kapasitesini bilemez. Bu saldırılar ABD desteğiyle oluyor elbette. Fakat İran bağlamında da bir test var. ABD, İran’da rejim değişikliğinden ziyade kontrollü bir İran rejimi ister. İran’ın kapasitesini bu yüzden test ediyor. İki örnek vereyim. Nükleer faaliyetler ile ilgili bir örnek var. Irak’ta Saddam döneminde; 1981 yılında İsrail, Irak’ın nükleer tesislerini yerle bir etti. ABD bir şey demedi. Daha yakın bir tarihten de örnek verelim. 2007 yılında İsrail, Deyrizor’da Suriye’nin nükleer faaliyet başlattığı tesisleri vurdu. Bu o dönem ‘kimliği belirsiz’ bir saldırıydı. 2018 yılında İsrail Savunma Bakanı çıktı, ‘Biz yaptık’ dedi. Amerika yine karşı çıkmadı. Nedense İran’a karşı böyle bir tavır alıyorlar. ‘Nükleer tesisleri vurmayın’ diyorlar. İran’ın nükleer silahı yok ki tesislere dikkat edilmesi gereksin. Yani ya ABD, İran’ın nükleer silahı olduğunu biliyor, oraya saldırılmasını istemiyor. Ya da caydırıcılık açısından İsrail’in, İran’ın askeri altyapısını yok etmesini böylelikle İran’ın kolay lokma olmasını istiyor. Hepimiz Netanyahu üstüne odaklanıyoruz. Evet Netanyahu bunları yapıyor fakat bu süreçte kullanılıyor da.”

‘İran’ın kapasitesini bildirerek; dünya kamuoyunun dikkatini çekmek istemediğini düşünüyor uzmanlar’

Kasım Süleymani suikastından bu yana İran’ın uranyum zenginleştirme oranının dört kattan fazla arttığını kaydeden Dr. Ali Semin, birçok uzmanın İran’ın aslında nükleer silah elde edecek seviyede uranyum zenginleştirmiş olduğunu fakat bunu resmiyete dökmediği görüşünü dile getirdiğini aktardı:
“Bölgeye tarihsel boyuttan bakmayanlar yanlış yorumlar yapabiliyor. Aslında İran güvenlik üst düzey yetkilileri, kendi çıkarları doğrultusunda İsrail’e misilleme yapılıp yapılmayacağının kararını veriyor. Şunu unutuyoruz ama: İran anayasasına göre savaş ilanı ve bu tür saldırıların talimatını sadece Ali Hamaney verebiliyor. Yani Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, herhangi bir ülkeyle savaşacak veya saldırı yapacak bir yetkisi yok. Hamaney’in bu açıklamasından sonra İran’ın saldırmayacağını düşündüm. Çünkü bürokrasiye bıraksanız, onlar çıkarlarını daha iyi bilir. Hamaney, İran’ın ulusal çıkarlarını ve bölgesel çıkarlarını göz önünde bulundurarak güvenlik bürokrasisinin karar vermesini söyledi. Bunu eğer güvenlik bürokrasisine bırakırsa, böyle bir misilleme gelmez. Kasım Süleymani’nin öldürülmesinden sonraki yani 3 Ocak 2020’den sonraki sürece bakalım. Bu tarihten sonra İran’ın uranyum zenginleştirmesi ilk önce yüzde 20’ye, son açıklamaya göre yüzde 83,6 oranına kadar yükseltildi. Yani yüzde 90’a çıktığınız zaman, nükleer silah üretecek kapasiteye geliyorsunuz. Aynı fikirde olduğum uzmanlar var. Yüzde 83’ü görenin, yüzde 90’ı da görmüş olacağını ve İran’ın kapasitesini bildirerek; dünya kamuoyunun dikkatini çekmek istemediğini düşünüyor uzmanlar. Aslında İran, karşı tarafa psikolojik harp uyguluyor. Dünya ‘Acaba var mı, yok mu?’ diye düşünüyor. Kafalarda soru işaretleri kalıyor.”

‘ABD ve bazı Batılı ülkeler, Saddam oyununun aynısını İran’a da oynayabilir’

ABD başta olmak üzere Batı ülkelerinin Irak’ı işgal etmek için “kitle imha silahı” yalanını öne sürdüğünü anımsatan Dr. Semin, benzer bir senaryonun İran için de devreye sokulabileceği uyarısında bulundu:

“Ama İran’ın son açıklaması İran açısından da tehlikeli. Hamaney’in nükleer silah üretimine ve kullanımına karşı olduğunu biliyoruz. ABD ambargolarına rağmen Hamaney her daim barışçıl nükleer faaliyet yaptıklarını söyledi. Yani enerji üretimi, tıp ve kimya için kullandıklarını söyledi. Şimdi gelinen noktada Hamaney’in danışmanının açıklamasını da önümüze koyarsak, şu anlam çıkıyor: İran’ın kapasitesi var fakat Hamaney’in fetvası üzerine açıklanmıyor. Bir fetva ortada olabilir. Şu anda kritik bir süreçten geçiyoruz. Biliyorsunuz Batılılar bunu bir günde yapmaz. Beş yıl sonra olabilir. Saddam’a yaptıkları buydu. Kimyasal silah iddiaları vardı. BM gözlemcileri yıllarca Irak’ı dolaştı. O temsilcilerle Irak’ta çok karşılaştık. Irak’ın bir tane bile kitle imha silahı başlığı yoktu. Sonra da işgalin sebebinin yanlış istihbarata dayandığını söylediler. ABD ve bazı Batılı ülkeler, Saddam oyununun aynısını İran’a da oynayabilir. İran’ın kapasitesinin olup olmadığı tartışmaları sonucunda Batılı ülkeler, ‘İran’ın nükleer silahı var’ diyebilir. Yani İran’ın açıklaması, ‘Fetva olmasaydı kapasitemiz var’ anlamına geliyor. Bu açıklama için elinizde veri olmalı ve bana kalırsa İran o kapasiteye ulaşmış durumda.”

‘O fetva geri çekildiği anda Batılıların eline büyük bir koz geçecek’

Dr. Ali Semin’e göre İran’ın nükleer fetvasını değiştirmesi, Batı tarafından İran’a müdahale için bir koz olarak kullanılabilir:
“İran, İran İslam Cumhuriyeti adını aldı ülke Humeyni devriminden sonra. Ardından bölge ülkeleri içerisinde devlet dışı milis güçleri organize etseler dahi barıştan yana olduklarını, İslam ilkelerine ve Kur’an’a bağlı olduklarını söylediler. Nükleer silah fetvasının barışçıl bir fetva olduğunu görüyoruz. Fakat Netanyahu’nun saldırıları iki şeyi ortaya çıkaracak. Birincisi, İran’ın caydırıcılık kapasitesi test edilecek. İkincisi de İran, ‘Biz barışçıl olarak düşündük ama nükleer silah üretebiliriz’ deme noktasına getirtilebilir. O vakit İran, bu kozu ABD’nin eline vermiş olacak. İran’ın yaptığı hamleler ve açıklamalar caydırıcılığı hedefliyor olabilir. Savaşa girmek istemiyorlar ekonomik olarak. İran için en büyük tecrübe, sekiz yıl süren Irak-İran Savaşı oldu. Bunun ne kadar yıkım olduğunu İran, bölgede en iyi bilen ülkelerden birisidir diye düşünüyorum. Irak-İran Savaşı, 20’nci yüzyılın en uzun savaşı oldu. İki dünya savaşının toplamından uzundu. Yani İran bir açıklama ile nükleer silah fetvasını geri çekebilir. Fakat o fetva geri çekildiği anda Batılıların da eline büyük bir koz geçecek. ABD o vakit ‘Bakın kendileri itiraf ediyor’ diyecek. Bunun bölge için tehdit olduğunu öne sürebilecek. ABD buna tek başına da girmeyecektir; Körfez ülkeleri başta olmak üzere bölge ülkelerini de kışkırtacaktır diye düşünüyorum.”
Yorum yaz