EKSEN

‘Türkiye bu noktada İsrail karşısında somut bir şey etme ihtiyacı duyuyor'

Dr. Gökhan Çınkara'ya göre Türkiye, geldiği konum itibarıyla İsrail'e karşı somut kazanım elde etme ihtiyacı duyuyor. İsrail ve İran arasındaki gerilimi de değerlendiren Çınkara, Körfez Arap ülkelerinin, İran ve Hizbullah'ın güç kaybetmesinden rahatsızlık duymadığı yorumunda bulundu.
Sitede oku
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Joe Biden telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Görüşmede İsrail’in İran’a yapacağı misilleme ele alındı.
Pentagon, İsrail’in “İran tarafından doğrudan saldırıya uğradığını” ifade etti ve misillemenin nasıl olacağına dair nihai kararı İsrail’in vereceğini söyledi.
Amerikan Hava Kuvvetleri’ne ait savaş uçağı filolarının Ortadoğu’ya sevkiyatı devam etti. Pentagon, ilerleyen günlerde yeni filoların da Ortadoğu’ya sevk edileceğini kaydetti.
İsrail’in İran’a yönelik bombardımanı beklenirken, Lübnan ve Suriye vuruldu. İsrail’in Lübnan saldırılarında ölü sayısı 2 bini geçti. Suriye’de ise başkent Şam’da, İran büyükelçiliğine yakın bulunan bir apartman hedef alındı. Saldırıda sivil ölümlerin olduğu kaydedildi. İsrail, saldırıda Hizbullah’ın sevkiyattan sorumlu birimini ve İran’ın Kudüs Gücü’ne bağlı komuta kademesini hedef aldığını öne sürdü.
İran, İsrail misillemesi sırasında İsrail’e destek vermesi halinde Körfez Arap ülkelerinin de hedef haline gelebileceği uyarısında bulundu.
İran’ın Körfez ile ilişkisini, Hizbullah’ın etkisini, ABD’nin tutumunu, İsrail’in olası İran misillemesini ve yaşananların Türkiye’ye etkisini, uluslararası ilişkiler uzmanı Dr. Gökhan Çınkara ile konuştuk.

‘Arap Baharı dönemindeki temel aktörlerin ve fikirlerin de sönümlendirildiğini görüyoruz şu anda’

İsrail’in 7 Ekim’den beri ana hedefinin Hizbullah’ı Litani Nehri’nin kuzeyine sürmek olduğunun altını çizen Dr. Gökhan Çınkara, İsrail’in BMGK 1701 sayılı karardaki ısrarına değindi. Arap Baharı sonrası süreçteki öne çıkan aktörlerin adeta tasfiye edildiği değerlendirmesinde bulunan Çınkara’ya göre, Hizbullah da İsrail’in bu yöndeki faaliyetlerinin hedefi haline geldi:

“Aslında 7 Ekim sonrasında İsrailli yetkililerin açıklamalarına bakarsak, temel hedeflerinin kuzeydeki riskleri bertaraf etmek olduğunu anlıyorduk. Buradan kasıt, Hizbullah’ın olabildiğince geriye ittirilmesi meselesi. Yani bilindiği haliyle BMGK’nın 1701 sayılı kararının uygulanması. İsrail bunu talep ediyor. Tabii Lübnan iç siyasetinde de tartışmalar sürüyor. Hizbullah’ın silah bırakması, yeni siyasi sürece tam anlamıyla entegre olması ve Lübnan ordusunun bütün Lübnan güvenliğini sağlaması gibi konular konuşuluyor. Fakat Hizbullah da bir yandan Lübnan içerisindeki mezhepsel ve etnik dengeleri de göz önünde bulundurarak, kendi sektörünün güvenliğini sağlamak ve İsrail saldırganlığını engellemek için silah bırakma yoluna gitmedi. Tabii diğer bir önemli faktör de Arap Baharı sürecinde ortaya çıkan yeni durum ve Hizbullah’a yüklenen misyondu. Suriye cephesinde ve daha sonra Yemen’de yaşananlar, Hizbullah’ı Lübnan’ın da ötesine taşıdı ve farklı bir konuma itti.

Burada ‘İran’ın vekil kuvveti’ şeklinde analizler yapılıyor dünyada. Tabii ki Hizbullah ve İran arasında yakın ilişkiler olduğu doğru. Fakat sanki Hizbullah ile İran Devrim Muhafızları açısından bakarsak, Kasım Süleymani döneminde özel bir ilişki geliştirdiler. O bir istisna anı gibi geldi bana. Öncesinde ve sonrasında Hizbullah, İran ile o kadar yakın bir ilişki sistematiğine girer mi? Bu soru aklımda duruyor. Kasım Süleymani’nin bir istisna olduğunu ve bölge açısından kritik etkiler doğurduğunu düşünüyorum. Bir de Arap Baharı dönemindeki temel aktörlerin ve fikirlerin de sönümlendirildiğini görüyoruz şu anda. Tüm kapılar oraya çıkıyor diyebilirim.”

‘Körfez ülkeleri, Hizbullah’a ve İran’a yönelik saldırılardan rahatsız değil’

Dr. Gökhan Çınkara’ya göre Körfez ülkeleri, Hizbullah’ın zayıflamasından ve İran’ın darbe almasından rahatsız değil:
“Körfez Arap ülkelerinin, Hizbullah’ın zayıflamasından mutluluk duyduğunu, rahatsızlık duymadığını ve kendileri açısından önemli bir ‘ulusal güvenlik riskinin’ elimine edildiğini düşündüklerini gözlemliyorum. İran ve Körfez arasındaki ilişkilerin yakınlaşmasına bakarsak, İran’ın İsrail’den gelebilecek olası bir saldırıda Arap ülkelerine misillemede bulunmaması yönünde bir anlayış geliştirmek amaçlanmış olabilir. Bazı noktalarda belki taviz verme durumu okunabilir. Onun ötesinde ben Körfez Arap ülkelerinin temel güvenlik parametrelerinin bu aşamada çok değiştiğini düşünmüyorum. Bana kalırsa onlar Hamas, Husiler, Hizbullah ve son olarak İran Devrim Muhafızları’na yönelik saldırıları sesli şekilde destekelemeseler bile gizliden desteklediklerini düşünüyorum.”

‘Körfez Arapları ile İran arasında bir anlayış geliştirildiğini düşünüyorum’

Bölgedeki enerji kaynaklarının da etkisiyle diplomaside yeni anlayışlar geliştiğini belirten Çınkara, Suudi Arabistan’ın ve Körfez ülkelerinin Ortadoğu’daki konjenktür içerisinde yüksek maliyetleri kaldıramayacağını ifade etti:
“Körfez Arapları ile İran arasında bir anlayış geliştirildiğini düşünüyorum. Aynı şekilde İsrail ile de Körfez Arapları arasında bir anlayış geliştirildiğini gözlemliyorum. Zaten İsrail’e yönelik İran’dan gelen saldırılarda da ABD ve Fransa hava savunma sistemlerine Ürdün ve Suudi Arabistan’ın destek verdiği vurgulanıyor. Görüşüme göre bu ülkeler öncelikle kendileri açısından siyasi risk taşıyan aktörleri ve süreçleri olabildiğince baskılamaya çalışıyor. Bu onların temel hedefi. Özellikle Suudi Arabistan’ın yeni dönüşüm sürecine bakarsak, herhangi bir maliyetin çıkmasını istemiyorlar. Petrol fiyatlarının artması ise Suudi Arabistan’ın ve belki de Rusya’nın ‘işine’ gelebilir. Çünkü Çin’de ekonominin yavaşlaması petrole olan talebi azaltıyor ve fiyatların düşmesine sebep oluyor. Bu hafta yüzde 5 ucuzlama kaydedildi. O açıdan buradaki enerji ilişkilerini de önemli görüyorum. Farklı işler dönüyor. Petrol fiyatları, doların çıkışı vs. yaşanıyor. ABD’deki seçim de İsrail’in davranışlarını şekillendiriyor tabii.”

‘Şu ana kadar İranlılar sanki işi olabildiğince düşük tutup, ABD ile olası müzakere süreçlerini riske atmak istemiyor gibi duruyor’

Lübnan’daki Şiilerin tutumunun ABD’nin bölgeye nüfuzu konusunda etkili olacağını aktaran Çınkara, diğer yandan Trump’ın seçilmesi halinde sert bir müdahale yaşamak istemeyen İran’ın temkinli diplomasi yürüttüğü görüşünde:
“Şii nüfusun olduğu yerlerdeki toplum nasıl bir cevap üretecek? Bu önemli. Lübnan halkı, ABD’ye karşı mobilize olabilir mi? İsrail’in dünkü hedef listesinde Irak’taki büyük Şii merciileri yer almış. Bu tür şeyler Şii kamuoyunu etkileyebilir ve onları ABD’ye ve İsrail’e karşı organize olmaya itebilir. Bölgede ABD’nin güvensizleştirilmesine yönelik eylemler olabilir. Ama şu ana kadar İranlılar sanki işi olabildiğince düşük tutup, ABD ile olası müzakere süreçlerini riske atmak istemiyor gibi duruyor. Bu yönde analizler var. Tabii herkesin beklentisi hangi Amerikan başkanının seçileceği ile alakalı. İran topyekun elindeki her şeyi tüketirse, Trump’ın gelmesi ve İsrail’in saldırganlığının artması ile iyice dibe çökebilir. Pezeşkiyan Amerika’da iken ülkesini iyi yönetmezse dört-beş parçaya bölüneceği yönünde açıklama yapmıştı. Bu da İran’ın zihniyetini gösteriyor. Tabii İran’ın füze saldırısında İsrail’in kısmen canının yandığını gözlemlemek mümkün.”

‘Netanyahu’nun Ukrayna tutumu etkili’

Dr. Gökhan Çınkara, İsrail’in Ukrayna tutumu sebebiyle Rusya ile ilişkilerinin pozitif yönde seyrettiği değerlendirmesinde bulundu:
“Rusya’nın pozisyonu burada oldukça farklılaşıyor. Rusya, dünkü Suriye’ye saldırı olsun, diğer Suriye sahası gelişmeleri olsun; İsrail ile örtülü bir anlaşma içerisinde olduğu düşünülebilir. Stratejik bir anlaşma diyebiliriz. Çünkü Netanyahu’nun seçilmesiyle birlikte İsrail, Ukrayna konusunda bir önceki hükümet gibi davranmıyor. Bu da değerlendirilmeli.”

‘ABD’de hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler İsrail’i destekliyor’

Dr. Çınkara’ya göre Lindsey Graham’ın İsrail’e giderek Macron’u hedef alması, ABD’de her iki siyasi partinin de İsrail’in arkasında durduğunu gösteriyor:
“Kamala Harris büyük baskı altında ama şu anda hem Demokratlarda hem de Cumhuriyetçilerde bir mutabakat var. O da İran konusunda. Bu da İran’a yönelik olacak İsrail saldırısını rahatlatıyor. Çünkü Kongre’de karar çıkması ve mali destek sağlanması konusunda işler değişecek. Lindsey Graham, İsrail’deydi. Verdiği mesaj kritikti. Macron’a köpürdü. Çünkü Macron, İsrail’e silah ambargosu uygulanması iması içeren bir açıklaması vardı. Sonra çark etti amiyane tabirle. Ama ben Hizbullah ve İran noktasında, ABD’nin, Rusya’nın ve Çin’in yaklaşımının saçma olduğunu düşünüyorum. Onlar işi biraz farklı okuyor. Gazze’deki durum ile Hizbullah ve İran’a yönelik yaklaşım bence aynı değil.”

‘Milliyetçi ve seküler bir döneme giriyor Ortadoğu’

İsrail’in İran’a yönelik karşılığının nükleer veya petrol tesisleri üzerinde yoğunlaşması ihtimali bulunduğunun altını çizen Çınkara, Donald Trump’ın ve İsrailli siyasilerin de nükleer yapıları hedef gösterdiğini kaydetti. Dr. Çınkara’ya göre Ortadoğu’daki siyasi iklim, Suudi Arabistan’dan sonra İran’da da değişim rüzgari esebileceği şeklinde okunabilir:
“İsraillilerin üreteceği yanıtı herkes merakla bekliyor. İki opsiyon konuşuluyor. Birisi petrol ve doğal kaynak tesislerine yönelik bir saldırı. Diğeri de nükleer tesislere yönelik bir saldırı. Trump kanadındaki ve İsrail içindeki seslere bakarsak, ‘Bu zaman bir daha gelmez, vurun geçin’ diyenler var. Trump bir açıklama yaptı geçen. ‘İsrail’in yerinde olsam nükleer tesisleri paramparça ederdim. Bu fırsatı bir daha yakalayamazsınız’ dedi. İsrail, kendisi açısından konjonktürün çok iyi olduğunu düşünüyor. Ben de bu açıdan bakınca, geri döndürülemez bir sürece girdiğimizi düşünüyorum. Tabii ben odamdan bakıyorum, sınırlı bir bakış açım var. Arka plandaki diplomasiyi bilmiyorum. Fakat gördüğüm bir şey var. 1979’daki İran İslam Devrimi ile başlayan süreç tersine dönüyor. Yani bir milliyetçi ve seküler bir döneme giriyor Ortadoğu. İran ve Suudi Arabistan bu konuda öncü olabilir. İran’da da değişim olursa, iki ülkenin ivmelenmesi ile milliyetçi ve seküler bir kültürün hakim olduğu bir döneme girebiliriz.”

‘Türkiye bu noktada somut bir şey etme ihtiyacı duyuyor İsrail karşısında’

Türkiye’nin Filistin konusundaki tutumu sebebiyle İsrail ile ilişkilerini düzeltmesinin kolay olmayacağını vurgulayan Dr. Gökhan Çınkara, somut bir kazanım olmadan İsrail ile normalleşmenin Türkiye’nin itibarına zarar vereceğini belirtti:

“Siyasilerin yaklaşımı ve söylemleri ile analistlerin söylemleri aynı düzlemde ilerlemiyor. Siyasiler analiz yapmış olabilir ama biz kendi cephemizden bakarsak, yani sakin bir tutumla bakarsak, gözlemlediğimiz şu: İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler belli bir diplomatik durgunluğa girdi. Ticarette de doğal yollardan ticaret yapma olanağı yok. Tabii farklı kapılardan hala devam ediyor anladığımız kadarıyla. Trump seçilirse ne olur? Bana kalırsa Trump seçilince, Türk-İsrail ilişkileri farklı bir parametre çerçevesinde şekillenecek. Çünkü bu kadar açıklamanın sonucunda bir diplomatik normalleşmeye gidilmesinin Türkiye ve bölgesel politikaları açısından olumlu bir tablo yaratmayacağını düşünüyorum. Bu aynı zamanda ulusal güvenlik ve caydırıcılık açısından da olumsuz olacaktır. O yüzden Türkiye bu noktada somut bir şey etme ihtiyacı duyuyor İsrail karşısında.

Türkiye’nin Filistin dosyasında resmi ve kurumsal bir pozisyon alması bu işe yarayabilir. Gerçekleşir mi bilemem ama Türkiye somut bir kazanım elde etmek zorunda şu noktada çünkü işin içine çok girdi. Tabii orada Rusya, ABD, AB var. Filistin dosyasında onlar var. Oslo dosyasında olanlar bu devletler. Türkiye de bu işin içine dahil edilirse, söylemlerimizin karşılık bulduğunu söyleyebiliriz. En azından dış ilişkiler bu yönde gitmeli. Hızlı bir normalleşme, Türkiye açısından ve Türkiye’nin Ortadoğu siyaseti açısından çok iyi olmaz bu aşamada.”

‘Cumhurbaşkanı Erdoğan haftaya Suudi Arabistan’a gidiyor. Oradaki dosyalardan birisi de Suriye olacaktır diye düşünüyorum’

Suriye konusunda başlıca aktörlerin statükodan yana bir tavır takındığı değerlendirmesinde bulunan Dr. Çınkara’ya göre Türkiye, bu durumu Suriye ile ilişkilerini düzeltmek için kullanabilir:
“Bu noktada Suriye dosyasında da aktörlerin konumları farklı. ABD, Rusya, BAE, Suudi Arabistan vs. Suriye dosyasında pozisyon değiştirmedi. Bu noktada Esad yönetiminin devam etmesi yönünde aktörlerde bir mutabakat var diye düşünüyorum. Orada sadece İran ve İran’a yakın elitlerin tasfiyesi yaşanabilir. Suriye’de bir değişim beklemiyorum. Değişim niyeti olanların da Rusya ve ABD’den olumlu cevap alabileceğini düşünmüyorum. Suriye’deki statüko önemli. Ben, Türkiye’nin bu durumu Suriye ile normalleşme noktasında ivme yakalayabileceğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan haftaya Suudi Arabistan’a gidiyor. Oradaki dosyalardan birisi de Suriye olacaktır diye düşünüyorum.”
Yorum yaz