EKSEN

'İsrail doğrudan Türkiye ile savaşa giremez fakat elindeki terör gibi araçları kullanabilir'

Doç. Dr. Merve Özcan'a göre İran'ın misillemesi, Netanyahu'nun "rejim değişimi" tehdidinden sonra geldi. ABD'nin İsrail'in rasyonel olmayan politikalarını desteklediğinin altını çizen Özcan, İsrail'in Türkiye'ye yönelik tehditlerinde, ABD'nin de desteklediği terör örgütlerinden faydalanabileceğini vurguladı.
Sitede oku
İsrail Savunma Bakanı Gallant’ın ABD seyahati iptal edildi.
İran’a yönelik yapılacak misilleme ile ilgili İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Joe Biden arasında telefon görüşmesi yapılacağı bildirildi.
Öte yandan Pentagon, İsrail’in “İran tarafından doğrudan saldırıya uğradığını” ifade etti ve misillemenin nasıl olacağına dair nihai kararı İsrail’in vereceğini söyledi.
Flightradar gibi uygulamalarda, Amerikan Hava Kuvvetleri’ne ait tanker filolarının Ortadoğu’ya intikal ettiği ve nakliye uçaklarının Irak, Suriye, Ürdün gibi ülkelerdeki Amerikan üslerine sevkiyat yaptığı tespit edildi. Pentagon, daha önce Amerikan Silahlı Kuvvetleri’ne ait en az üç savaş uçağı filosunun ve “birkaç bin askerin”, Ortadoğu’ya nakledileceğini açıklamıştı.
İsrail’in İran’a yönelik bombardımanı beklenirken, Lübnan ve Suriye vuruldu. İsrail’in Lübnan saldırılarında ölü sayısı 2 bini geçti. Suriye’de ise başkent Şam’da, İran büyükelçiliğine yakın bulunan bir apartman hedef alındı. Saldırıda sivil ölümlerin olduğu kaydedildi.
İsrail ordusunun karadan harekatında Lübnan’ın güneyinde, sınır hattında yer alan Marun El-Ras kasabasını ele geçirdi. İsrail devletinin resmi hesaplarından paylaşılan videoda, İsrail askerlerinin harabeye dönmüş kasabaya bayrak çektiği görüldü.
İsrail ordusu, kara ve hava harekatları ile 400’den fazla Hizbullah savaşçısını etkisiz hale getirdiğini öne sürdü.
Hizbullah basın odası ise füze, roket, havan atışları ve kurulan pusular ile 30’dan fazla İsrail askerinin öldürüldüğünü, birçoğunun yaralandığını ve helikopterlerin durmaksızın yaralı tahliyesi yaptığını dile getirdi.
Yaşanan gelişmeler ışığında İsrail’in diplomatik tutumunu, İran’a yönelik olası misillemeyi, ABD’nin çatışmalardaki tavrını ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığına yönelik sözlerine istinaden TBMM’de gerçekleştirilen gizli oturumu, Kırıkkale Üniversitesi'nden Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan ile konuştuk.

‘İsrail’de şu anda rasyonel karar alıcılar yok ve ABD bunu destekliyor’

Ortadoğu’daki çatışmanın etkileri bakımından bölgesel olmadığının altını çizen Doç. Dr. Merve Özcan, İsrail’de rasyonel karar alıcılar bulunmadığı için en kötü senaryoların dahi gerçekleşebileceğini söyledi:

“Bölge tam bir karmaşa süreci içerisinde. Bölgesel olarak sınırlandırılmaya çalışılan fakat kabına sığmayan bir çatışma var. Joe Biden’ın haftasonu enerjiyle ilgili söylediği tek bir cümle dahi piyasada yüzde 6’lık bir yükselişe sebep oldu. Karşılıklı bağımlılıkların arttığı bir dünya sistemi içerisinde sadece bölgesel değil; küresel sonuçları da önemli olan bir kriz var. Bireyden devlete, devletten sisteme herkesi etkileyecek bir çatışma süreci var. Herkesin temennisi ise çatışmanın yayılmaması. Fakat 1948’den bu yana İsrail’in takip ettiği politikalara bakarsak, çatışmaların genel olarak yayılmaya odaklandığı ve İsrail’in sınırlarını genişletmeye çalıştığı, diğer yandan sivilleri de hedef aldığı bir süreç var. Biz her ne kadar Gazze olaylarını 7 Ekim bağlamında okuyor olsak da tarihsel geçmiş 100 yıl geriye gidiyor. Dolayısıyla bölgesel değil, küresel çatışma ihtimali olan bir çatışma ve hatta en uç noktada bir savaş durumunun ortaya çıkması ve İran rejiminin değişmesi olasılıkları dahi mümkün. Bunlar belki en uç senaryolar fakat reelpolitik okuması yaparken en uç senaryolara odaklanmamız gerekiyor. İsrail şu anda dış politikada rasyonel aktör değil. Rasyonel karar alıcıları yok. Bu rasyonel olmayan davranışları destekleyen ve seçim sürecinde olan bir Amerika var karşımızda.”

‘İran’ın misillemesi, Netanyahu’nun rejimi hedef almasından sonra geldi’

Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan ‘a göre İran’ın misillemesi “başarı” veya “başarısızlık” kıstasıyla değerlendirilirken, İran’ın sivil hedeflere yönelik atış yapmadığı gerçeğinin göz önünde bulundurulması gerekiyor. İran misillemesinin basında Nasrallah suikastıyla ilişkilendirildiğini hatırlatan Doç. Dr. Özcan, asıl gerekçenin Netanyahu’nun İran yönetim sistemini değiştireceğini söylemesi olduğunu kaydetti:

“İran’ın saldırıları ne kadar başarılıydı? Veya belki de şöyle sormak lazım: İran’ın saldırıları hangi açıdan başarısızdı? Bu seferki misilleme, nisan ayındakinden farklıydı. İran, gerçekleştirmiş olduğu saldırılarda hepimizin zihninde ‘geçilemez’ olarak görülen Demir Kubbe’ye zarar vermiş oldu veya zarar verilebileceğini gösterdi. İran eş zamanlı olarak askeri noktaları hedefledi ve sivilleri hedef almadı. Biz çatışmalara yaklaşımda her şeyi yüksek dozda bekliyoruz sanırım. Bir misilleme var mı? Var. Bunun artı ve eksileri tartışılabilir. İsrail’in sivil kaybı var mı? İran’ın sivilleri doğrudan hedef alması durumu var mı? Bu incelenmeli. Çünkü karşısındaki aktör olan İsrail rasyonel değil ve doğrudan sivilleri hedef alıyor. Eğer İran sivilleri hedef alsaydı, bugün uluslararası hukukta İran’ın haksız olduğundan ve sivil ölümlere yol açtığından bahsediyor olacaktık. Pezeşkiyan, Katar’da iken özellikle ‘Savaş istemiyoruz’ dedi. Ateşkesin olması için Haniye suikastı sürecini ele alırsak İran bekledi ve misilleme yapmadı.

İran bu süreçte Batı ile ateşkes olabileceğine dair diplomatik girişimleri gördükleri için beklediklerini açıkladı. Şimdi ne oldu da, nasıl bir hava esti de misilleme yapıldı? Burada genelde Nasrallah suikastına odaklanıyorlar ama bence asıl odaklanılması gereken, Netanyahu’nun İran rejimini ve baştaki isimlerini hedef aldığı kısa video. Orada İran halkına seslendi ve ‘Özgürlük getirmekten, özgürleşeceklerinden’ bahsetti. Benim değerlendirmeme göre misilleme bunun üzerine gerçekleşti. Değilse vekil aktörlerden daha önce de suikasta uğrayan isimler gördük. Burada rejimin güvenliği konusu girdiği an bu misilleme karşımıza çıktı.”

‘İran’da rejimin değişmesi, bölgede göçün başlamasına ve daha radikal unsurların ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir’

İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın açıklamalarının bölgesel istikrarı da kapsamı altına aldığının altını çizen Doç. Dr. Özcan, İran’da yönetim sisteminin değişmesi durumunda ortaya çıkacak göç ve mezhep kavgaları sebebiyle Körfez ülkelerinin de ciddi şekilde zarar göreceği uyarısında bulundu. Körfez’in bu dengeye karşı hassas yaklaştığına dikkat çeken Doç. Dr. Merve Özcan, Arap ülkelerinin bu dengeli tutumu aynı esnada Batı ile de korumaya çalıştığı değerlendirmesinde bulundu:

“Pezeşkiyan’ın özellikle ‘savaş istemiyoruz’ demesindeki arka planı bu bağlamda da görmek gerekiyor. İran’daki rejim değişimi, Sünni-Şii ayrımı vb. bir süreç olursa, Arap ülkeleri açısından avantajlı bir durum olabileceği düşünülebilir. Fakat bir rejim değişimi demek, bölgesel istikrarın bozulması, göçün başlaması ve bölgede daha radikal unsurların da ortaya çıkması anlamına gelebilir. Bu süreci okurken, tarafsız kalan Körfez Arap ülkelerinden bahsederken bunu da görmek gerekiyor. Jeopolitik kaygılar ve enerji buradaki en temel konu. Fakat bir de burada var olan güç dengesinin ve istikrarın bozulmasının istenmediğini de düşünmek gerekir.

Değilse mezhepsel gerilim 1979’dan bu yana var. Körfez İşbirliği Konseyi üyeleri açısından bu gerilim her daim önde. Fakat tarafsız bir duruş sergilenmesi, bölgedeki dengeleri koruma bağlamında da düşünülmeli. Bu sadece İran ile alakalı değil. Aynı zamanda Batılı ülkelerle kurdukları ilişkilerde de; özellikle ABD ve AB başta olmak üzere ilişkilerde de görülmesi gerekiyor. Keza buradaki güvenli alanı korumaları önemli. Çünkü yanı başlarında Husilerin Kızıldeniz’de gerçekleştirdiği saldırılar var. Bu da enerji piyasası ve nakliye üzerinde önemli bir etki yaratıyor. Deniz güvenliğini sağlayamadıklarında enerjinin veya konteyner taşımacılığının maliyeti artıyor. Bu güven sorunu da günün sonunda sadece bölgedeki istikrarı değil, küresel çaptaki istikrarı etkiliyor. Yani buradaki en ufak fark, bizi küresel çapta dalga dalga büyüyen bir sorun silsilesiyle karşı karşıya bırakıyor.”

‘Bugün İran’da olası bir istikrarsızlık veya rejim değişimi doğrudan Çin’i etkileyecek’

Çin’in enerji piyasaları ve İran başta olmak üzere Ortadoğu’da kurduğu ilişkiler sebebiyle krize temkinli yaklaştığını kaydeden Doç. Dr. Merve Özcan, bu durumun Çin’in modern dönemdeki dış politika geleneği ile paralellik gösterdiği değerlendirmesinde bulundu. Türkiye’nin de üyelik başvurusu yapması beklenen BRICS’in önemine değinen Doç. Dr. Merve Özcan, Çin’in kendi çıkarlarına zarar getirecek istikrarsızlıklara karşı sert tepki göstereceğini belirtti:

“Şu anda Çin biraz daha soğukkanlı yaklaşıyor. Veya belki de ‘nötr’ yaklaşmaya çalışıyor diyebiliriz. Çin dış politikasını ve tarihini okurken, zaman algısı farklı bir ülke olduklarını düşünüyorum. Modernleşme süreci ve sonrası döneme bakarsak Çin, Batı’dan tamamen farklı bir ivmeden ilerledi. Soğuk Savaş’ı düşünürsek önce SSCB sonra Batı ile ilişkiler kuran bir Çin gördük. Sabit kalan bir Çin gördük. Değişimi veya radikal dönüşümleri içselleştiremeyen veya bunu zamana yayan bir Çin örneği var. BRICS bağlamında bakarsak bu platform içerisinde çok farklı çatışma alanına sahip fakat günün sonunda ekonomik ve siyasi bir blok olma noktasında ortak hareket eden devletler görüyoruz. Hindistan’ın Çin ile ilişkisi buna bir örnek.

BRICS’in üye sayısı da giderek artıyor. Çin’in Ortadoğu’ya enerji bağlamında ihtiyacı var. Çin büyük bir alıcı fakat büyük riskler de beraberinde geliyor. Bugün İran’da olası bir istikrarsızlık veya rejim değişimi doğrudan Çin’i etkileyecek. Çünkü Çin önemli bir alıcı. Çin’in Arap ülkeleriyle geliştirdiği ilişkiler açısından da bu durum böyle. Yani Çin, herhangi bir bölgede kendisine zarar getirecek bir istikrarsızlığı kabul etmeyecektir. Bunu mutlak surette açıklıyorlar. Gazze ile ilgili yaptıkları geçmişteki girişim önemliydi. Yine Rusya-Ukrayna savaşıyla alakalı önemli girişimlerde bulunuyor. Yani Çin, çatışma alanlarının çözümüne dair büyük adımlardan ziyade küçük diplomatik adımlarla siyasi işbirliğini artırmaya yöneliyor.

Belki de BRICS’in burada Doğu ile Batı arasındaki güçler arasında denge kuracak bir pozisyonda olduğunu umabiliriz. Böyle diyorum çünkü BRICS’e farklı coğrafyalardan farklı ülkeler katıldı. Türkiye’nin de katılımına dair önemli bir süreç var şimdi. Kazan’da bunu yakından takip edeceğiz. Böyle bir şey olursa hem NATO üyesi hem de AB üyesi olmaya çalışan Türkiye’nin, BRICS’e dahil olma sürecinden bahsetmiş olacağız. BRICS’in özellikle Batı merkezli finansal kurumlara karşı tutumunu da dikkate almak gerekiyor.”

‘Modern dönemde tek merkezli bir sistem ne kadar devam edebilir?’

Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan’a göre ABD, değişen ve çok kutuplu hale gelen dünya düzenini anlamakta zorlanıyor. Batı fikrine karşı yükselen Avrasya’ya vurgu yapan Doç. Dr. Merve Suna Özel Özcan, Batı tarafından dışlanan ve ötekileştirilen birçok aktörün bir araya gelmesi ile birlikte uluslararası sistemde ABD merkezli Batı tekelinde gerileme yaşandığını ifade etti:

“ABD, çok kutupluluğu anlamıyor diye düşünmemiz gerekiyor. Genel olarak 1990’larda, SSCB dağıldığı andan itibaren, liberal demokrasilerin hakimiyeti altında olan bir dünya karşımıza çıktı. O dönem birçok makale buna odaklanmıştı. Hatta Fukuyama, ‘Tarihin Sonu’ tezini ortaya koydu. Ama bir süre sonra bunu da revize ettiler. Yani revize edilen bir gerçeklik var. Sistemde tek güç odağı olması biraz sorunlu. Modern dönemde tek merkezli bir sistem ne kadar devam edebilir? ABD’nin sistemdeki gücü görülüyor. Bu mutlak olarak ortada. Fakat ABD’nin ve Batı fikrinin karşısında gittikçe yükselen bir Avrasya yaklaşımını görüyoruz.

Bunun ortaya çıkışında Batı’nın etkisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü Rusya-Çin işbirliğinin artması ve BRICS’in öne çıkması, çok merkezliliğin karşımıza çıkışıyla paralel. Batı’nın kurumları veya takip ettiği politikalar ile de bu süreç etkileniyor. BRICS’teki Batı alternatifine baktığımızda, Batı’nın içerisinde yer alamayan ülkeler olduğunu görüyoruz. Ötekileştirdikleri tarafından yeni bir alan yaratılıyor. Sistemin temel amacı hayatta kalmak ve varlığını devam ettirmek. Tüm aktörler açısından böyle. Dolayısıyla burada ekonomik işbirliği, siyasi destek, askeri işbirliği, diplomatik dayanışma gibi birçok şey gerçekleştirmesi gereken dünya ülkeleri var. Çok fazla aktör var. Siz bunları tek kutba entegre edemiyorsanız, çok merkezli dünya anlayışının öne çıktığını görmeniz gerekiyor.”

‘ABD seçimlerine bakarsak çok güçlü bir Yahudi lobisi olduğunu görebiliriz’

Yahudi lobisinin gerek bağışlar gerekse finans ile Amerikan siyasetinde elde ettiği güce atıfta bulunan Doç. Dr. Özcan’a göre İsrail, Biden’ın nükleer tesis ve petrol sahası uyarılarını dikkate almayabilir. ABD’nin söylemleri ile eylemlerinin ters düştüğüne dikkat çeken Doç. Dr. Özcan, Amerika’nın İsrail’e gerçekleştirdiği 18 milyar dolarlık askeri yardımın bunun bir örneği olduğunu belirtti:

“5 Kasım’da yapılacak ABD seçimlerine bakarsak çok güçlü bir Yahudi lobisi olduğunu görüyoruz. ABD’de 7,8 milyon Yahudi yaşıyor. Yüzde 1-2 civarı bir nüfus. Fakat burada temel sorun Yahudi lobisinin gücü ve savunma sanayisi alanındaki etkisi. Buradaki etki, dış politikada çatışma alanlarında kendisini gösteriyor. Aynı zamanda Amerikan seçimlerindeki bağışlarda da bu durum öne çıkıyor. İlk başta Trump-Biden yaklaşımı olduğunda, herkes Trump’ın bazı şeyleri değiştireceğinden bahsediyordu. Ortadoğu’da bazı şeylerin değişebileceğinden, Gazze çatışmasının durabileceğinden bahsediliyordu. Şimdi görüyoruz ki asıl sorun Trump ile farklı bir boyuta gelecek. Şu anda Netanyahu ve savaş kabinesi, Biden’ı kesinlikle dinlemiyor. Ateşkes çağrısı yapıldı Amerika’dan, İsrail daha çok saldırı yaptı. Lübnan’a girilmesi konusunda Biden yönetimi mesafeli kaldı fakat bugün bölgede Lübnan’a yayılmış bir çatışma var.

Keza İran’a misilleme konusunda Biden, ‘Nükleer tesisler ve petrol sahaları vurulmasın’ dedi. İsrail’in ne yapacağı ise belli değil. Şunu da görmek lazım: Belki Biden’ın başarısız bir İsrail ve Ortadoğu politikası olduğunu görüyoruz ama bunun da arka planındaki 18 milyar dolarlık askeri yardımı görmemiz gerekiyor. Bazı şeyler pratikte ve söylemde bambaşka gerçeklikler yaratmış oluyor.”

‘İsrail, Türkiye ile doğrudan büyük bir savaşı göze alamaz. Fakat bu, İsrail’in elindeki araçları kullanmayacağı anlamına gelmiyor’

TBMM’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in Türkiye’yi hedef aldığı yönündeki sözleri üzerine gerçekleştirilen gizli oturumu değerlendiren Doç. Dr. Merve Özel Özcan, İsrail’in doğrudan Türkiye ile savaşa giremeyeceğini fakat terör örgütlerini bir araç olarak kullanarak Türkiye aleyhine faaliyetler yürütebileceğini kaydetti:

“Hiçbir çatışma yok ki diğer bir aktörü etkilemesin. Türkiye de bu açıdan belki de çatışmanın jeopolitik gerçekliğini kabul etmiş bir ülke. Etrafımız bir ateş sarmalı ve biz tam ortasındayız. Özellikle dış politikamızda istikrar arıyoruz. İsrail politikalarında temel bir durum var: Eğer süreç vadedilmiş topraklar gerçekliği üzerinden ilerleyecekse, bu vadedilmiş toprakların bir kısmı Türkiye’de. Yani sınırlar anlamında burada da adım atılabileceğine dair düşünce, reelpolitik okumasında rasyonel olmayan aktörün politikaları ekseninde anlamlı hale geliyor.

Realist yaklaşalım. Eğer burada bir güç mücadelesi ortaya çıkmışsa, kendinizin ulusal ve uluslararası alandaki güvencesini sağlamak için atmanız gereken belirli adımlar var. Çünkü bölgesel güvenliğin sağlanması Türkiye açısından çok önemli. Etrafımızda olanları görüyoruz. Keza hemen sınırımızda Suriye, Irak gibi parçalanmış devletler var. Suriye açısından başarısız devlet örneği var. Bu coğrafyalarda terör konusu, Türkiye için birincil sorun haline gelmiş durumda. Terörü destekleyen devletler var. Biz ABD’nin PYD’ye verdiği desteği görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde eski bir Amerikalı komutan, PYD’yi Türkiye’ye karşı kullandıklarını açıkladı. Araçsallaştırılmış bir terör var.

Yani bugün TBMM gizli oturumunda, İsrail’in sınırımıza kadar gelmesinden ziyade diğer faaliyetlerinin Türkiye’ye yansımalarının nasıl olacağının konuşulduğunu düşünüyorum. İsrail, Türkiye ile doğrudan büyük bir savaşı göze alamaz. Fakat bu, İsrail’in elindeki araçları kullanmayacağı anlamına gelmiyor. Bizim için o artılar ve eksiler güç dengesi içinde nasıl çözümlenecekse, karar alıcıların o yönde adım atması gerekiyor. İttifak sağlanacaksa bunun olması gerekiyor. Daha önceki dönemde gördük. Suriye konusunda normalleşme olduğunda, Rusya’nın, Suriye’nin, Türkiye’nin ve İran’ın katılımıyla adım atılacağı vakit terör olayları derhal karşımıza çıktı. Normalleşmenin istenmediği bir süreç var. Siz sınırınızda normalleşmeyi sağlayamazsanız, diğer aktörler bunu bir araca dönüştürebilir. İsrail konusuna bu açıdan bakmak gerekiyor.”

Yorum yaz