‘İsrail, İran’ı savaş için tahrik ediyor ama belli ki İran bu tahriklere kapılmıyor’
“İsrail açısından bakarsak, İsrail’in başından beri ABD emperyalizminin, ABD emperyalizminin işgal aleti olan NATO’nun ve Avrupa emperyalizminin İngiltere, Fransa, Almanya gibi iri kıyım devletlerinin sonsuz ve sınırsız desteğini aldığı görülüyor. Bu, İsrail’i cesaretlendiriyor. İsrail’in bir diğer avantajı ise, toplam 57 üyesi olan İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ve 22 üyesi bulunan Arap Birliği’nin cılız ve samimiyetsiz tepkiler vermesi oldu. Bu da İsrail’i cesaretlendirdi. İsrail, hem insan istihbaratını hem de teknolojik istihbaratı kendisi açısından verimli şekilde kullandı.
Son 10-15 günde tanıklık ettiğimiz üzere Hizbullah’ın askeri ve siyasi konumundaki birçok lider ismini katletti İsrail. Hizbullah’ın ve Hamas’ın bu kadar üst düzey yetkilisini katlettiler. Hamas Sünni ağırlıklı, Hizbullah Şii ağırlıklı. Hizbullah ayrıca Hamas’a göre personel sayısı, silah envanteri ve savaş deneyimi daha kuvvetli bir örgüt. Fakat gördüğümüz kadarıyla Hizbullah’ın içinde de İsrail’in gözü ve kulağı olan birileri var. İsrail, cep telefonundan da eski teknoloji olan çağrı cihazlarını dahi patlamaya hazır bomba düzeneğine dönüştürdü. Şunu düşünmek lazım: İsrail, işin içine Hizbullah’ı da katarak ‘sınırlı Lübnan işgali’ ile İran’ı kışkırtıyor. Belli ki İsrail, İran’ı savaşa girmesi yönünde tahrik ediyor. İsrail buradan ne kazanacak? Dünyaya dönüp ‘Ben İran’a karşı savaşıyorum, bana daha çok destek verin’ diyecek.
Peki İran, İsrail’in bu tahriklerine kapılıyor mu? Hayır. Hamas’ın siyasi büro şefi İsmail Haniye, İran’ın çok önemli bir gününde, Tahran’da, İran Devrim Muhafızları’nın misafir konutunda katledildi. İran buna sınırlı bir karşılık bile vermedi. Belli ki İran bu tahriklere kapılmıyor. Fakat İsrail’in bir hedefi daha var. İsrail, İran kendi ordusuyla bu işe dahil olsun istiyor. İran’ın geleneğinde kendi yurdunda savaşmak yoktur, kendi ordusunu da kullanmaz vekil güçlerle savaşır. Fakat eğer İran ordusu dahil olursa o vakit İsrail, ABD’nin ve bütün Atlantik emperyalizminin sadece istihbarat ve diplomatik desteğini almaz. Doğrudan askeri destek alır, çağrılarda bulunur. Ama belli ki İran’ın devlet aklı ve diplomatik hafızası, İsrail’in kışkırtmalarına gelmiyor.”
‘Nasrallah’ın yerini doldurmak kolay olmayacaktır’
“Dünya acaba 2006 yılının dünyası mı? İsrail, 2006 yılındaki İsrail mi? Hizbullah, 2006 yılındaki Hizbullah mı? Lübnan’ı gördük. Oradan Lübnan Hizbullah’ına bakalım. Tabii sol liberaller var, Türkiye’deki Hizbullah ile Lübnan’dakini aynı sanıyor. Lübnan Hizbullahı’nın askeri boyutu haricinde sosyal ve siyasi boyutları var. Orada ucuz aşevi, indirimli süpermarketler, sağlık ocakları, okullar gibi Hizbullah’ın toplumsal faaliyetleri var. Buralarda örgütlü ve karşılık bulan hizmetleri var. Hizbullah’ı klasik bir devlet dışı aktör olarak tanımlarken, askeri boyutu haricinde iktisadi ve toplumsal boyutuna da dikkat çekmek gerekiyor. 2006 yılında Hizbullah, İsrail’i yenmişti. Askeri uzmanlar da bunu kabul ediyor. Bu tür örgütler elbette İsrail siyonizminin kendi liderlerini katletmesine, kitlesel katliamlar yapmasına ‘alışkın’ örgütlerdir.
Hizbullah, kendi lider kadrosundan elbette önemli isimleri yine öne çıkaracaktır. Fakat Hasan Nasrallah’ın 64-65 yıllık ömrüne bakarsak, ömrünün yarısını lider olarak geçirmiş bir isim. Politik kalitesine Şii Emel örgütünde başladı, devamında Hizbullah’ın önemli bir figürü oldu. İran ve Irak’ta bulundu. Siyasi ve dini lider olması yanı sıra entelektüel birikimiyle de Hizbullah’ın diplomatik ilişkilerini örebildi. Önemli müttefikler kazanabildi ve bu ilişkileri muhafaza edebildi. Hasan Nasrallah derken böyle bir liderlden bahsediyoruz. Nasrallah’ın yerinin kolay dolmayacağını ve hatta dolmayabileceğini de öne sürebiliriz. Fakat davaya sadakat olarak Nasrallah kadar Hizbullah’a bağlı isimler çıkabileceğini söyleyebiliriz.
‘İsrail’i kim, nasıl durduracak?’
“Dünyadaki vicdanlı insanların, ahlaki insanların itirazına rağmen Atlantik’in her iki yakasındaki elitlerin İsrail’e verdiği sınırsız destek, Netanyahu’nun elini güçlendirmiş ve gözünü karartmış durumda. 7 Ekim saldırılarından evvel ana akım medyada Netanyahu ve karısı hakkında dişe dokunur yolsuzluk dosyalarından haberdar oluyorduk. Netanyahu karşıtı muhalifleri, sendikaları ve sosyalist partileri dahi içeren kalabalık mitinglerden haberdar oluyorduk. Netanyahu’nun anayasal düzeyde yapmaya çalıştığı düzenlemelere karşı İsrail’in anayasa mahkemesinden tutun silahlı kuvvetlerine kadar yüksek bürokratlardan itirazlara tanık oluyorduk.
Fakat 7 Ekim’den bu yana bakarsak ve hele son 15 güne odaklanırsak, Hizbullah liderlerine yapılan katliamlardan sonra Netanyahu’nun iç siyasette elinin kuvvetlendiğini görebiliriz. O yüzden şunu sormak lazım: İsrail’in soykırım boyutuna ulaşmış olan vahşetini durdurabilecek bir güç Arap ülkelerinden veya İslam aleminden çıkmadığına ve İsrail Batı emperyalizminin sonsuz desteğini aldığına göre İsrail’i kim, nasıl durduracak?”
‘Söz konusu İsrail’in selameti olunca ABD kimseyi dinlemez’
“ABD emperyalist bir devlettir. Dünyaya, Ortadoğu’ya, İsrail’e ve kendine bakışı bu emperyalist mercekten olur. Onun ihtiyaçları neyi gerektiriyorsa silahlı kuvvet, vekil güç, yakıp yıkma kullanma veya gücü tükendiğinde de işbirlikçilerini yarı yolda bırakıp çekilme anlamında her şeyi yapar. Son olarak Afganistan’da yapmıştı. ABD’ye nesnel olarak bakarsak Amerika’nın hegemonik kabiliyetinin son 10-15 yılda aşınmakta olduğunu görebiliriz. İktisadi verilere, silah envanterine, son 20-25 yıldır kullanılan kamu diplomasisi ve yumuşak güç unsurlarına bakarsanız bir gerileme söz konusu. Bu da nesnel bir durum. Üretim kapasitesi, müttefiklerini hizada tutabilme kabiliyeti, NATO belgelerinde stratejik hasım olarak tanımladığı ülkelere karşı kaybettiği mevziler de bu aşınmayı gösteriyor. Burada bir ‘ama’ var.
ABD’de İsrial’e verilen destek partilerden üstündür; cumhuriyetçi ve demokrat ayrımı göstermez. Beyaz tenli, zenci tenli başkan arımı göstermez. ABD’de akademiden medyaya, iş dünyasından orduya kadar Yahudi lobisi ve uzantıları her yerde tekilidir. Bürokrasinin hem sivil hem askeri kanadında hakimdir. Liberallerde, cumhuriyetçilerde, neoconlarda hakimdir. Akademi ve düşünce kuruluşları üzerinde nüfuz sahibidir. Söz konusu İsrail’in selameti olunca ABD kimseyi dinlemez.”
‘Türk topraklarının İsrail’in ilgi alanı içinde olduğu bilinmektedir. İsrail bu amaç uğruna terör örgütlerine destek vermiştir’
“Köşe yazılarında kullanılan bir tabirle iktidar blokunun kültürel arka planına bakarsak, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’in Türk topraklarına göz diktiğini söylemesi bizi şaşırtmıyor. Ama Sünni ağırlıklı olan Hamas’ın Haniye katledildikten sonra takınılan tavırla, Şii Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın öldürlümesinden sonra takınılan tavır arasında bir fark var. Muhafazakar kanaat önderlerine bakınca farkı görüyoruz. Tutarlılık testi söz konusu. Bunu söylem düzeyinde yukarıya çıkartan siyasal geleneklerde, Hamas ile Hizbullah arasında Sünni ve Şii ayrımı mı güdüldüğünü sormak lazım.
Diğer yandan iktidar cenahından bakarsak, İsrail ile ticaretin güzel ve verimli şekilde devam ettiğini gördük. Kamuoyu tepkisi gelince mahcup ifadelerle ve gecikmeli şekilde İsrail ile ticarete son verildi. Tabii ne kadar son verildiği, üçüncü ülkeler üzerinden ne kadar devam ettiği ayrı bir tartışma konusu. Bir de Büyük Ortadoğu Projesi konusu var. Bir emperyalist projedir ve maalesef Türkiye’de çok fazla destekçisi olmuştur. İster Tevrat teolojisi ister Büyük İsrail deyin: Ortadoğu topraklarının ve Türk topraklarının, yani anavatan topraklarımızın İsrail’in ilgi alanı içinde olduğu bilinmektedir. Bu epeydir böyledir.
İster bunu siyonizm, Tevrat ve Büyük İsrail ile izah etmeye çalışın, ister İsrail’in kuruluşuna götürün, isterseniz Büyük Ortadoğu Projesi’ne dipnot verin. Türkiye’nin toprakları da aynen İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin toprakları gibi, taşeron örgüt tarafından değil bizzat devlet olan İsrail’in ilgi alanındadır. İsrail’in PKK, YPG gibi terör örgütlerine verdiği desteğin sebeplerinden biri de İsrail’in Türk topraklarını hedef almasıdır. Burada ne yapılması gerekiyor? Türkiye’de iç cepheyi kuvvetlendirmek gerekiyor. Güçlü, ideolojik olarak berrak, politik açıdan tutarlı ve kavramsal bilimci olmayan bir İsrail ve siyonist karşıtlığının güdük kalacağını görmek gerekiyor. Yani tutarlı ve bütüncül bir emperyalizm karşıtlığı yoksa, siyonizm karşıtlığı da zayıf kalmaktadır. Bu bağlamda İsrail yayılmacılığı ve vahşetiyle mücadelenin yolu aslen emperyalizm ile mücadeleden geçer. Bunun yolu da Cumhuriyet’in kurucu değerlerine ve kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yoluna sarılmaktır. İç cephede ortaçağ artığı, feodal kalıntı alt kimlikleri değil ulusal ve yurttaş kimlikleri pekiştirmek gerekmektedir.”