‘Ateşkes çağrıları, çatışmanın daha da tırmanmasını engellemeyecek gibi gözüküyor’
‘İsrail her ne kadar Hizbullah’ın askeri gücünün yüzde 50’sini ortadan kaldırdığını söylese de kara harekatı riskli olacak’
“Netanyahu, 17 Elylül’deki saldırılardan önce temel hedeflerinin İsrail’in kuzeyindeki yerleşimcilerin evlerine geri dönmesi olduğunu belirtmişti. Kara harekatı söylemleri de olmuştu. Son on günde Hizbullah’ın komuta kademesindeki önemli isimler öldürüldü. İsrail ayrıca Hizbullah’ın askeri altyapısına darbe vurduğunu söylüyor. Bu gelişmeler, Hizbullah’ta tahribat yaratmış olabilir. Ama burada asıl mesele şu: İsrail’in Hizbullah’a verdiği zararın, Hizbullah’ın askeri faaliyetlerinin önüne geçememesi durumu var. Her saldırıya karşılık Hizbullah yeni silahları devreye sokarak mücadeleden vazgeçmeyeceğini söylüyor. Balistik füzeleri devreye soktular. Hizbullah, bu mücadeleyi ne kadar sürdürebilecek? Askeri gücü buna ne kadar yetecek? Tahmin etmesi güç. Üstelik başka bir dezavantajı var Hizbullah’ın.
Böyle bir kriz döneminde eskiden Hizbullah’ın müttefiki olan devletlerden, İsrail’i de sınırlandırabilecek bir destek söz konusu olabiliyordu. Fakat İran’dan bu defa böyle bir destek gelmedi. Suriye’nin durumu belli. Yirmi yıl önce olsa Suriye ortalığı ayağa kaldırırdı ama hiçbir şey yapamıyorlar şu anda. Zaman zaman Irak’taki Katib Hizbullah gibi güçlerin destek verdiğini görüyoruz. Yemen’de de 17 Eylül hariç bir hareketlenme söz konusu değil. Hizbullah, bu savaşı tek başına yürütebilecek mi? Bunun mali tarafı da var. Finansman ve süreklilik sağlanabilecek mi? Hizbullah’ın silahları büyük ölçüde Irak-Suriye hattından geliyor. İsrail on gün önce Suriye’nin ortasında Masyaf diye bir yeri vurdu. Burası, İran’dan gelen malzemelerin birleştirilerek füze imal edildiği bir yerdi. Bu ikmal hatları konusu ne olacak? Kesilebilecek mi? İsrail bu konuda uzun süredir uğraşıyor.
Ama diğer yandan çağrı cihazları patlamalarından sonra Hizbullah’ın iletişim hattının çözdüğü söylendi. Ama dikkat etmek lazım: Çağrı cihazları, Hizbullah’ın iletişim ağının ufak bir kısmını oluşturuyordu. Hizbullah’ın kablo üzerinden geniş bir iletişim ağı var. Komutan kayıplarına rağmen Hizbullah hala operasyonlarını gerçekleştirebiliyor. İsrail her ne kadar Hizbullah’ın askeri gücünün yüzde 50’sini ortadan kaldırdığını söylese de kara harekatı riskli olacak. Zamanlama önemli. Yarın öbür gün İsrail kara harekatına girerse çok riskli olabilir. Eski tecrübelere bakabiliriz 1980’lere ve 1990’lara. Orada bir şüphe var.”
‘Gazze ve Lübnan’daki çatışmalara eş zamanlı ateşkes sağlanamadığı takdirde iki cephe için de ateşkes çok zor bir ihtimal’
“Ateşkes meselesi kulağa pek gerçekçi gelmiyor. İsrail’de çoğu kişi 21 günlük ateşkesin Hizbullah’a nefes alma imkanı sağlayacağını söylüyor. Ek olarak bu ateşkesin şartı olacak mı? Sıklıkla konuşulan BM’nin 1701 numaralı kararı var. Bu karara göre Hizbullah’ın, Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmesi öngörülüyor. Hizbullah böyle bir şey yapar mı? Bence yapmaz. Litani Nehri’nin kuzeyine çekilmek demek yenilmek demek. Zaten Hizbullah’ın gücünün çoğu ülkenin güneyinde. Peki Hizbullah’ın bunu kabul ettiğini düşünelim. Bu bölgeyi kim kontrol edecek? Lübnan ordusunun ülkenin güneyini kontrol edecek gücü yok. BM barış gücünün de böyle bir gücü yok.
2000’de İsrail çekildiğinde Lübnan hükümeti bölgeye asker yollamıştı ama sınıra yaklaşmak istemediler. BM barış gücü de aynısını yaptı. Hizbullah o dönem hem sivil hem de askeri gücüyle bölgede kalıcı bir otorite kurdu. Hizbullah’ı oradan çıkarmak pek mümkün değil bu yüzden. Nasrallah sıklıkla vurgu yapıyor bir konuya. ‘Yerleşimcilerin İsrail’in kuzeyine dönmesine izin vermeyeceğiz. Çatışmaları sonlandırmamızın tek şartı Gazze için ateşkes’ diyor. Gazze ve Lübnan’daki çatışmalara eş zamanlı ateşkes sağlanamadığı takdirde iki cephe için de ateşkes çok zor bir ihtimal olarak gözüküyor.”
‘İsrail medyasının iddiaları, askeri hamlelere meşruiyet kazandırmak için ortaya atılmış olabilir’
“Çatışmanın ciddi bir propaganda savaşı tarafı da var. İsrail medyasına bakarsanız, 40 bin güçle birlikte birçok iddia dile getirildi. Birkaç yıl öncesine bakıyorum. İsrial medyası ağırlıklı olarak İran’ın hava savunma sistemlerini Hizbullah’a verdiğini iddia etmişti. Bugün görüyoruz; hava savunma sistemi falan yok. Olsa, Hizbullah bir karşılık verebilirdi. Tabii bunlar çatışmalar sırasında askeri hamlelere meşruiyet kazandırmak için ileri sürülmüş savlar olabilir. Tabii Suriye’ye 40 bin savaşçı geldiyse durum başka. Ki gelseler nasıl gelecekler? Ya Ürdün sınırından gelecekler ki orada Amerikalılar var Tenef tarafında. Zaten uçaklar geçen yıl Halep ve Şam havalimanlarını sürekli vurdu. Bu iddia edilen 40 bin savaşçı, Şam’a mı gelecek? Oradan Golan Tepeleri’ne mi gidecek? Bunlar çok kolay değil.
Ayrıca bu kara gücünün amacı ne? İşgal mi? İsrail basınındaki bu iddialar belirsiz. Tabii öte yandan Hizbullah’ın Rıdvan Kuvvetleri yani özel gücünün komutanları öldürülünce İsrail tarafı, ‘İsrail’in kuzeyini işgal edeceklerdi’ demişti. Hizbullah’ın sınırı geçip vur-kaç taktikleri uyguladığını gördük. Son on günde iki İsrail askerini öldürdüler. Füze saldırıları bu kadar etkili olmuyor. Ben zaten Hizbullah’ın sınırı geçip işgal yapabilecek güçte olduğunu sanmıyorum. Füze ateşlerken de sivilleri gözetiyorlar. Aynı zamanda sınır ihlali yapmıyor, savunma savaşı yürütme derdinde gibi gözüküyorlar.”
‘İran’ın Hizbullah’ı tek başına bırakması, bölgedeki karizmasını ortadan kaldırıyor’
“İran’ın desteği konusu ilginç bir noktada. Geçen yıl çatışmanın başladığı ekim-kasım aylarında İran’ın desteğini açık bir şekilde görebiliyorduk. Sonra Şam’daki büyükelçilik saldırısı, Devrim Muhafızları komutanlarının ölmesi ve helikopter kazasında Cumhurbaşkanı Reisi’nin hayatını kaybetmesi, Hizbullah’a desteğin bir nevi kesilmesine yol açmış gibi gözüküyor. İstihbarat meselesi sıkıntılı. İran’da ciddi bir istihbarat açığı varmış gibi gözüküyor. Açığı kapatmak, bir yandan da ABD ile dengeli bir süreç izlemek zor olabilir. İran’ın Hizbullah’ı tek başına bırakması, bölgedeki karizmasını ortadan kaldırıyor. İran’ın yetersizliğini gösteriyor.
Beklemek lazım bu noktada. Hizbullah da destek istiyordur. Ama bu diplomatik kanallarda yapılacak bir destek olabileceği gibi, askeri ikmal ve mali olarak Hizbullah’ın desteklenmesi şeklinde olabilir. Tabii İsrail’in bu kadar yoğun hava harekatı yapması da kritik. Kara harekatı için 2-3 haftalık yoğun bir bombardıman harekatı yapılması gerektiği tartışılıyor İsrail tarafında. Bu yoğun bir maliyet. Demir Kubbe de ciddi bir maliyet. İsrail, kara harekatının maliyetini ne kadar göze alabilecek? Sadece asker kaybı riski yok ortada. Ekonomik kayıp riski de var. Lübnan’ı karadan işgale giriştiklerinde çok ciddi risklerle yüzleşmek zorunda kalabilirler.”
‘İsrail’in Lübnan içerisinde sıkı bir müttefik bulabileceğini sanmıyorum’
“2006’da da Lübnan iyi bir durumda değildi ama en azından bir hükümeti ve cumhurbaşkanı vardı. Şu anda bunlar da yok. Meşru bir hükümet ve cumhurbaşkanı olsa en azından çatışmayı engelleyecek uluslararası temaslar kurabilirdi. Onu da yapamıyorlar. Lübbnan’da şu anda yaşanan ekonomik ve siyasi kriz sebebiyle, hangi meslekten olursa olsun insanların yeni bir savaş istemediği kesin. Lübnan’da kimse savaş istemiyor ve hatta Hizbullah da buna göre askeri stratejisini geliştiriyor. Tabii İsrail’in saldırganlığı son günlerde iç dayanışmayı güçlendirici bir etki uyandırdı. Bunların arasında en belirgini, saldırılardan da önce Suriye karşıtlığı ile tanınan Dürzi lider Velid Canbolat var. Şu anki tavrı, 1970’lerde babasının tavrına çok benziyor. Arap milliyetçisi retorik, Hizbullah’a açık destek ve İsrail’e karşı mücadeleyi sonuna kadar savunma söylemi var. Aslan ailesi zaten Suriye yanlısı.
Maruniler arasında da Suriye yanlıları var, net şekilde Hizbullah’ı destekliyorlar. Sünniler arasından da destek geldi. Trablusşam’daki Sünni liderler de kapılarını ülkenin güneyinden gelenlere kapılarını açtı. O göçmenlerin çoğu Şii ama aralarında Katolikler de var. Dayanışma duygusu ortaya çıktı.
Peki bu noktada İsrail ile işbirliği yapabilecek kimler var sorusunu sormamız lazım. Lübnan Kuvvetleri partisi ve lideri Samir Caca var. Beyrut’ta birkaç ev kiralama olayı sırasında Lübnan Kuvvetleri ile güneyden gelen göçmenler arasında bir sıkıntı çıkmış. Ama Lübnan Kuvvetleri de o 1970’lerdeki Lübnan Kuvvetleri olmadığı aşikar. İsrail ile bağları da eskisi gibi değil. Samir Caca’nın son 10 yıldır en yakın olduğu ülke İsrail değil; Suudi Arabistan ve Fransa. Suudiler bir dönem Sünni liderlik için Caca’yı desteklemişti. Samir Caca da olası bir işgal sırasında İsrail’in müttefiki olur mu? Bence çok kolay değil. Zaten Lübnan Kuvvetleri’nin silahlı gücü var mı ve varsa Hizbullah’la başa çıkabilir mi? Sanmıyorum.
Tabii çatışmalar ilerler ve uzarsa, yeni aktörler ortaya çıkabilir. Lübnan Kuvvetleri veya Filistin kamplarında var olan selefi cihatçı gruplar var. Onlar harekete geçebilir ilerleyen safhalarda. Bir de ülkede bir sürü Suriyeli var. Masum insanlar kadar Suriye’deki örgütlerle ilişkisi olan insanlar var. Bunlar da harekete geçirilebilir. Lübnan ekonomisi çok kötü ve istihbarat açığı var. Kime ufak bir miktar para verilse istihbarat faaliyeti yürütür. Ama ben İsrail’in içeride sıkı bir müttefik bulabileceğini sanmıyorum.
İsrail bir süredir Maruniler üzerine oynuyor ama Maruni patrik de uzun süredir Lübnan ulusal kimliğine vurgu yapıyor. Yani Lübnan Kuvvetleri’nin bile bu işin içine o kadar kolay girebileceğini düşünmüyorum. İç savaş dönemindeki gibi manzaralar göreceğimizi sanmıyorum. İsrail eğer Lübnan’ın güneyine girerse güvenli bölgeyi kendi kurmak zorunda. 1978’de İsrail orayı işgal ettiğinde Güney Lübnan Ordusu adında Hristiyan bir milis gücü vardı. Şu anda böyle bir güç yok.
Dolayısıyla İsrail’in orayı işgal edip yerleşimcileri getirmesi gerekiyor fakat buna da pek ihtimal vermiyorum. İsrail bir tampon bölge kuracaksa sınırın kendi tarafında kurması gerekiyor. Lübnan’a girmek, İsrail için çok ciddi sıkıntılar yaratır.”