EKSEN

'Bunun adı demokrasi değil, oligarşi. Dünyanın şu anda demokrasiyi tartışması gerekiyor’

İngiltere'de 14 yıllık Muhafazakar Parti iktidarı sona erdi fakat 4 Temmuz seçimleri, yeni tartışmaları beraberinde getirdi. İngiltere'de doğrudan demokrasi ve seçim sistemlerinin tartışmaya açıldığını aktaran Sedat Aral'a göre, Avrupa demokrasileri günümüzde kapitalist çıkar gruplarını gözeten oligarşilerden ibaret.
Sitede oku
Birleşik Krallık'ta 4 Temmuz günü yapılan genel seçimlerde İşçi Partisi, 650 sandalyeli parlamentoya 412 milletvekili sokarak 14 yıllık Muhafazakar Parti iktidarına son verdi. Fakat İşçi Partisi'nin yüzde 34'lük oy oranıyla mecliste yüzde 63 temsil oranına ulaşması tartışma konusu oldu. Reform UK partisinin lideri Nigel Farage, yüzde 14 oy almalarına rağmen parlamentonun sadece yüzde 1'ine sahip olduklarını belirterek İngiltere'deki seçim sistemini eleştirdi.
Öte yandan gerek Fransa'da gerek İngiltere'de yapılan seçimlerde göçmen krizi, ekonomik durgunluk ve mevcut Avrupa tipi demokratik yapılara yönelik eleştiriler gündeme damgasını vurdu.
İngiltere’deki seçim sonuçlarını, Nigel Farage’ın açıklamalarını, Avrupa’daki demokrasi tartışmalarını ve göç meselesini, gazeteci ve belgeselci Sedat Aral ile konuştuk.

‘İşçi Partisi’nin başında ‘Sir’ unvanlı bir siyasetçi var. Bunu ben kafamda birleştiremiyorum’

İngiltere’de seçimlerden zaferle çıkan İşçi Partisi döneminde büyük değişiklikler beklemediğini aktaran Sedat Aral’a göre, Ukrayna’daki çatışma ortamının İngiliz halkına unutturulması ihtimal dahilinde:
“Harriet Harman’dan, Jeremy Corbyn’den başlayıp bir ‘İşçi Partisi’ yani sosyalist liderliğe sahip bir İşçi Partisi’nin başında bir Sir var. Sir unvanlı bir siyasetçi var. Bunu ben kafamda birleştiremiyorum. Oy verenler nasıl birleştiriyor onu da bilemiyorum. Çünkü İşçi Partisi’nin ana yuvalarından birisi, müesses nizamın sağ kanadının yaptığı her şeye karşı olmaktı. Oradan bir gelişimi vardı İşçi Partisi’nin. Şimdi ise tipik sağ kanattan birisi partinin başında. Aslında Muhafazakar Parti’de olması gereken Keir Starmer, İşçi Partisi’nin başında. Sorun burada başlıyor zaten. Bir şeyin değişeceğini çoğu kişi düşünmüyor. Keir Starmer da zaten söylemiyor. Bir şey değişmeyecek muhtemelen. Sadece sağlık sisteminde ufak tefek değişiklikler olacak. Onun dışında büyük ihtimalle Ukrayna olayı yavaşlayıp unutulacak bir olay haline gelmeye başlayacak. Açık kapılardan birisi yani ekonomiyi batıran meselelerden birisi bu. Parlamentoda çoğunlukları var. Bunlar muhtemelen Avrupa Birliği ile ilişkileri geliştirmek için faaliyetlerde kullanılacak.”

‘Bunun adı demokrasi değil, oligarşi. Dünyanın şu anda demokrasiyi tartışması gerekiyor’

Nigel Farage’ın İngiltere’deki açıklamaları ile demokrasiyi tartışmaya açtığını aktaran Aral’a göre günümüz demokrasileri birer oligarşiye dönmüş durumda. Sadece seçkin ve kapitalist sisteme yakın isimlerin yönetime girdiğini ve oligarşik çıkarları gözettiğini kaydeden Aral’a göre, Rusya ve Çin’in sistemleri daha işler ve dürüst halde:

“Bir de enteresan bir adam var İngiliz tarihinde. Kitaplarda yer alan bir karakter. Nigel Farage diye birisi. Çok enteresan bir adam. Bu tip değişim olaylarında ortaya çıkan bir isim. Geçenlerde bir şey konuşmaya başladı. ‘Bu seçim sistemi acayip bir sistem’ dedi. Tabii küfürlü söyledi bunu birazcık. Yani oy oranı yüksek parti daha az milletvekili çıkarıyor, oy oranı daha düşük olan partiler daha çok vekil çıkarıyor. Nigel Farage bir tartışma açtı. Avrupa’daki demokrasinin varlığını tartışmaya başlattı. ‘Demokrasi dediğimiz şey bu değildi’ dedi. Oy verenler mesela gidiyor oy veriyor. Yüzde 5 oy alan parti 5 milletvekili çıkarıyor. Ama İngiltere’deki dar bölge seçim sistemine göre yüzde 2 alan bir parti, onun beş katı milletvekili gönderiyor meclise. Bu aslında demokrasi değil. Farage bunu isimlendirecek yetkinlikte birisi değil. Daha popülist bir adam. Bunun adı demokrasi değil, oligarşi. Bildiğiniz oligarşi. Birisi meclise girmek istiyorsa, yeterli kapitalist arka plana sahipse girebiliyor. Diğerleri giremiyor. Bu da oligarşi anlamına geliyor.

Avrupa’nın demokrasi, demokrasi getirme, demokratik yaşama demesi kadar gülünç bir şey kalmadı. Fransa’da da aynı şekilde oluyor. Son seçimlere bakın. Hükümet kurulamıyor, ülkenin nereye gideceği belli değil. Biz oligarşiyi bilfiil yaşıyoruz. Aslında dünyanın şu anda demokrasiyi tartışması gerekiyor. Demokrasi gerçekten nasıl olabilir? Seçimler nasıl yapılabilir? Öyle matrak şeyler yaşanmış ki dünyadaki son seçimlerde. Bugün de ortaya çıkan bir şey var; küçük yayınlarda gördüm. Uzaktan oy kullanma sistemi içerisinde birtakım kişilere ikişer zarf gitmiş. Bunlar oy olarak kullanılmış mı bilinmiyor. Birtakım absürt olaylar yaşanmaya başladı. Aslında devletler de demokrasiyi çok umursamıyor. Bir sistem oturtmuşlar ve bu sisteme girebilen giriyor, giremeyen dışarıda. Türkiye’de de Almanya’da da benzeri yaşanıyor. Demokrasinin artık tartışılması gerekiyor. Biz mesela Çin’deki gelişmeleri pek fazla izlemiyoruz. Herkese düşman gözüyle bakıyoruz. Rusya da hakeza aynı şekilde görülüyor. Ama galiba onların sistemleri daha iyi. Hiç olmazsa temsili demokrasinin varlığından söz etmiyorlar. Bu yönde iddiaları da yok. ”

‘Günümüz demokrasi sisteminde oy verenin hiçbir yetkisi yok. Yetki, oy sayanların elinde’

Günümüz demokrasilerinde oy veren sıradan vatandaşın oy sayım, meclisin oluşumu, işleyişi ve denetlenmesi gibi konularda hiçbir yetkiye sahip olmadığını ifade eden Sedat Aral’a göre, asıl güç sahipleri oyları sayanlar ve sonuçları belirleyenler. Sedat Aral, bu oligarşik sistem içerisinde Avrupa’yı belirli şirketlerin yönetmeye başladığını ve dünyanın adeta 18. Yüzyıla döndüğünü söyledi:
“İş şuraya gelmiş durumda: Bizim ‘demokrasi’ diye tabir ettiğimiz ülkelerde var olan demokrasi sisteminde, oy verenin hiçbir yetkisi yok. Yetki, oy sayanların elinde. Biz istediğimiz kadar oy verelim fark etmiyor. Oyu sayanlar kimse onlar düzenliyor bunu. ‘Siz dışarıdaydınız zaten’ diyorlar. Partiler için kısıtlamalar getiriyorlar, limitler getiriyorlar. Türkiye’de de Avrupa’da da var bu. Demokrasinin artık yürümediğini görmemiz gerekiyor. Acı da olsa kabullenmemiz gerekiyor. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra liberal akımlar hızlanmaya başladı ve demokrasi, kapitalizmin ana aracı olmaya başladı. Öyle bir araç haline geldi ki, insanları sömürmek için demokrasi kullanılıyor. Globalizm diye bir şey üretildi. Enternasyonalist, sosyalist bir fikirdi özünde. İnsan, mal ve sermayenin birlikte dolaşımına izin veren bir sistemdi. Şimdi ise mal ve sermayenin serbestçe dolaştığı bir sistem. İnsanlar dolaşamıyor; bir yerlerde kısıtlı kalıyorlar. Mal ve sermaye dolaşabiliyor. Bunu ne sağladı? Demokrasi. Aman ne büyük üstünlükmüş. Kendi aralarında da bunu yapıyorlar artık. Dün Orban da ‘Nereye gideceğimizi, ne yiyeceğimizi size mi soracağız?’ dedi. Öyle bir kapan yaratıldı ki Avrupa’da, burada hareket etme imkanı yok. Şirket Avrupası diye bir şey var. Eğer demokrasi, 10-15 şirketin verdiği kararlarsa bu demokrasi değildir. Çünkü meclisler onların sözünden çıkmamaya başladı. Bu, dünyanın her yerinde böyle. Savaş çıkartabilen şirketler var. Biz 1700’lere geri dönmüş durumdayız. Demokrasiden bahsetmek mümkün değil. Yani Ukrayna Savaşı’nı telaffuz ederken gazeteciyiz ama neden çıktığını bile bilmiyoruz tam olarak.”

‘Basın yoluyla insanların zihinlerini kapattılar’

Basın yoluyla insanların bilgiye erişiminin engellendiğini ve hakikate yönelik ciddi bir sansür uygulandığını kaydeden Sedat Aral, bugün yaşanan gelişmelerin Adolf Hitler döneminden dahi beter bir hale gelebileceğini ifade etti:
“Avrupalılar neden sabah erkenden kalkıp ‘Rusya’nın düşmanıyız’ demeye başladı? Avrupalılar bunu bilmiyor. Dünyanın en büyük medya karartması yaşandı. Son 10 yıldır yaşanıyor bu. Basın yoluyla insanların zihinlerini kapattılar. İnsanlarda zihinler kapandı. Neyin nasıl görüleceğini anlatıyorlar. Dünyadaki en büyük faşizan hareket yapıldı kültür iptaliyle. Rus profesörler okullardan atıldı. Sanatçıların eserleri piyasadan çekildi. Oyunlar iptal edildi. Bu, Hitler faşizminin gelmediği bir noktaydı. Buraya kadar geldi bu. Bunu yaparken Avusturya’da kafede oturan adam gazeteyi okuyor, ‘Demokrasimiz ne güzel’ diyor. İnsanların kafası da karışmaya başladı. Aslında medya ile politika yapımı bir olgu haline geldi. İnsanların zihinlerini kapatmak için sürekli bir şeyleri perdeliyorlar. Her yerde yapılıyor bu. Lityum madenlerini geçen okudum. Şu anda elektrikli araba üretimi için lityum gerekiyormuş. Sömürmeye başlayacaklar şimdi. Eskiden savaşın sebebi petroldü. Umarım Tibet’te falan bir şey bulunmaz da zavallı Budistler savaşa bulaşmaz yakında.”

‘Buradaki insanlar, Afganistan’daki insanlara çok büyük yardım etmek istiyor. Ama Afganistan’daki hayatı kendi memleketinde yaşamak istemiyorlar’

Dünyada kültürel bir çatışma ortamının kışkırtıldığının altını çizen Sedat Aral’a göre, insanlar başka ülkelerdeki yoksulları ve mazlumları desteklese de onların kültürünün kendi ülkelerinde yaşatılmasını istemiyor. Aral, insanların vatandaşı olduğu devletlerde göçmenlerin getirdiği kültürlerin dayatılmasına karşı çıkmasının, belirli siyasi kesimler tarafından “ırkçılık” olarak tanımlandığını belirtti:
“Göç konusuyla ilgili geçen birkaç gazeteci arkadaşımla yazıştım. Fransa’dan ve İngiltere’den gazeteci arkadaşlarım. Normalde göç karşıtı olmayan insanlar. Liberaller tarafından kışkırtılmış bir kültürel agresiflik var dünyada göç olayıyla ilgili. Yani Afganistan’dan giden göçmen, Afganistan’ı İngiltere’de istiyor. O zaman niye gidiyorsun oraya? Adam şeriattan kaçıyor ama İngiltere’ye şeriat getirmek istiyor. Yine Nigel Farage’a geleceğiz. Toplumlar bunu kaldıramıyor artık çünkü yaşam biçimlerine saldırı var. Herkes ırkçılıktan bahsediyor. Irkçılık nereye kadar ırkçılıktır? Bizim görüntü olarak Suriyelilerden farkımız nedir? Ortadoğu veya Akdeniz halkıyız diyelim. Ama yaşam biçimleri ile ilgili sorunlar var. Şu anda yükselen faşizm aslında bir dakikada devletler tarafından ortadan kaldırılabilecekken yapılmıyor. Kışkırtılıyor aksine. ‘Sen bunu yapabilirsin’ diyorlar. Bu kışkırtıcılığı yapıyorlar insanlara. ‘Sen geldin, kurallara uyacaksın’ denilebilir. İngiltere mesela entegre olmak isteyenler için dil kursu açıyor. Aynı kuralları koyman lazım. Toplumlar bu kadar karmaşayı kaldıramıyor. Ben Hastings’teyim. Oradaki halk Filistin’e destek veriyor. Hepimiz veriyoruz. Ama oradaki yaşantıyı yaşamak istemiyor. Bunu da kabul etmek gerekiyor. Afganistan’daki insana çok büyük yardım etmek istiyorlar. Ama Afganistan’daki hayatı kendi memleketinde yaşamak istemiyorlar. Bunun yaşatılmasını da istemiyor. Avrupa’da çıkan bütün ırkçılığın ana sebebi nedense radikal Müslümanların fikirleriyle alakalı. Mesela camiye gidince başını kapat diyorlar. Adam da oralı. Kapatmak istemiyor. Zorunda değil. ‘Girmesin’ diyorlar. Tamam, o zaman davet etme ve sokma içeri.”

‘Bugün dünyanın herhangi bir yerinde adam bıçaklayanlar çok az cezayla dışarı çıkabiliyor. İnsanlar da artık buna isyan ediyor’

Aral’a göre dünyadaki aktif çatışmaların tamamında Avrupa’nın liberal fikirlerinin izlerini görmek mümkün. Dünyada ciddi bir savaş beklentisi oluştuğunu vurgulayan Aral, öte yandan halkların artık büyük savaşlar arzulamadığını da sözlerine ekledi:
“Avrupa Birliği’nin liberal kanadı dünyada öyle bir keşmekeş yarattı ki, bu keşmekeşin içerisinde terör örgütlerini ‘Kurtuluş ordusu’ diye tanıttılar. Birtakım psikopatlıklara ‘geçici’ dediler. Cezaları azalttılar. Cezalandırılmamış suçlar ortaya çıktı. Bugün dünyanın herhangi bir yerinde adam bıçaklayanlar çok az cezayla dışarı çıkabiliyor. İnsanlar da artık buna isyan ediyor. Bundan korkuyor. ‘Biz de mi öyle olalım’ diyorlar. Ve bunu liberaller yaptı. Liberal Avrupa bu zehri her yere saçtı. Bugün dünyanın hangi çatışmasına gidersen git, Avrupa’nın verdiği fikirlerin bir parçasını orada görüyorsun. Bu Suriye’de, Türkiye’de, Afganistan’da, Afrika’da var. Taliban’ı kim destekliyordu? Kim yumuşak davrandı? Pakistan halkı mıydı Taliban’ı bu hale getiren? Hayır. İngiltere ve ABD idi. Öyle bir girdap yarattılar ki bu girdaptan ne kendileri ne de insanlar çıkabiliyor. Herkes acayip büyük bir savaş beklentisi içerisinde. Umarım olmaz tabii. Olmayacağına da güveniyorum. Halk öyle bir savaş istemiyor. Kimse kendi huzurunu başkalarının kurtuluşu için harcamak istemiyor.”

‘Avrupa’nın bu dönemi savaşsız geçirip geçiremeyeceğini bilmiyorum’

Modern demokrasinin bir çıkmaza girdiğini ve adeta zengin devletlerin yoksul devletleri sömürü aracına dönüştüğünü ifade eden Sedat Aral, Avrupa’nın bu süreçte geleceğinin bulanık olduğunu kaydetti:
“Tabii bunların hepsine ‘bence’ diyebilirim ama 1960’larda başladığı düşünülen modern demokrasinin dünya tarihindeki son yıllarını yaşıyoruz. Bu durum bitmek üzere bence. Başka bir formül bulmak gerekiyor. İnsanların ne seçimlerde temsil edilme hakkı var, ne yönetime karışma hakkı. Bugün dünyanın her yerinde gıda sorunları var. Üretimsizlik var. Hizmet sektörlerine yatırım yapıldı ve hizmet sektörleri batmaya başladı. Ekonomiyi de onlar batırdı. Öyle bir sistem yaptılar ki: Bir gömleği bir yıl giyeceksin. 2 dolara gömlek bulamazsın. Devletler, 2 dolarlık gömlek yaptırmak istediler vatandaşlarına. Sonra üçüncü dünya ne oldu? Birbirlerine girdiler. Çünkü sen 2 dolara gömlek yaptırınca, birilerinin açlığını kabul ediyorsun. Sömürgecilik iyiden iyiye insanların kendisine ve toplumlara yerleşmeye başladı. Bu çıkış zor ve ben çok umutlu değilim. Avrupa’nın bu dönemi savaşsız geçirip geçiremeyeceğini bilmiyorum.”
Yorum yaz