‘Ailemde çok sayıda sanatçı var’
“Evet, ailede var. Babamın asıl mesleği turizmcilikti ama bir şairdi. Çok ciddi bir entelektüeldi. En son Ziya Paşa’yı aruz veznine uygun olarak Türkçeleştiriyordu. Kuzenim yıllarca operanın baş baleriniydi, şimdi operada yine hoca. Bir kuzenim piyanist, bir kuzenim besteci, anneannem ressam, büyük teyzemiz seramik sanatçısı.”
‘Serginin adını kadınları temsilen ‘Devriamber’ koydum’
“Biz ayçiçeği diyoruz ya da günebakan deniliyor. Ama en az bilinen adı devri amberdir. Güneşe bakar ama olgunlaştığında ya da ay çekirdekleri çok olduğunda yere bakar. Güneşe bakmak ışığa bakmaktır, olgunlaşmaksa yere bakmaktır. Devri amber tasavvufla da ilgili tabii. Kadınları temsilen adını devri amber koydum. Çünkü bazı olayları yaşayan ya da acı çeken kadınlar hep güneşe bakmak isterler bir yanlarıyla ama bazen maalesef toprağa bakarlar.”
‘Ben ‘Hande’yim’
“O görüntü iş görüntüsü. O rutin hayatlarımızı sürdürmek için yaptığımız işlerimizin rolleri aslında. Benim işim televizyonculuk. Her akşam insanların evine misafir olduğunda böyle misafir olmak zorundasın. Normalde yaşadığımız hayatın ya da yıllarca yaşadığımız başkalarının acıları dışında kendi hayatlarımızın ve ailelerimizin hayatları hep ikinci planda kaldı. Dolayısıyla insanların gördükleri 'Hande Fırat', ama ben Hande’yim.”
‘Kızım annesinin çok güçlü ama çok da duygusal bir kadın olduğunu biliyor’
“Annesinin çok güçlü bir kadın olduğunu biliyor. Ama annesinin çok duygusal bir kadın olduğunu da biliyor. Ben ona sadece şöyle bir şey söyledim; ‘Sen Hande Fırat değilsin. Ben de Hande Fırat değilim. Ben Hande’yim. Dolayısıyla senin yolun farklı. O yolda illa bir konuda süper başarılı olmak zorunda değilsin. Çok ünlü olmak zorunda değilsin. Ama ben senin mutlu ve sağlıklı olmanı birinci sırada tercih ederim. Dolayısıyla ne yaparsan yap önce sağlıkla, sonra da mutlulukla yap’ sanıyorum böyle yapıyoruz ama şununla karşılaşmıyor muyum; senin adından dolayı ona dikkat ediyor, kendisinde bir yanlış olmamasına; iki, ‘Hande Fırat’ın kızı olduğum için başarılı olmak istemiyorum. Ben kendi kendime başarılı olmak istiyorum anne’ diyor. Ben de ‘Çok haklısın’ diyorum.”
‘Bu duyguyu unut’ yazısı beni perişan etti’
“Önce Aile Bakanı Sayın Mahi Nur Hanım geldi ve ‘Çocuklarla böyle bir çalışma yapar mısın?’ dedi. ‘Yaparım’ dedim. Çocuklar geldi. Kimi depremde kaybetmiş, kimi normalde kaybetmiş, kimi terkedilmiş. Tek tek hepsi ile ilgilenerek resim yaptık. Daha sonra ortaya bir tuval koyduk ve tuvalin üzerine toplu bir şey yapalım dedik. Çocuklar çıktıktan sonra oturdum hüngür hüngür ağladım. Nasıl güzel çocuklar. Çok güzel bakılıyorlar, çok güzel sistem kuruldu, 7 kişilik evlerde kalıyorlar, 2 kişilik odalarda. Başlarında öğretmenleri, pedagogları var. Ama orada tek aradıkları şey sevgi. Tabii ki o öğretmenler, pedagoglar veriyorlar bu sevgiyi ama aradıkları sevgi aslında benim de yıllarca aradığım sevgi ya da kızımın aradığı ve kaybettiği sevgi. O çocukları gördüğümde içim paramparça oldu. O büyük tuvalde bir; Filistinli ölen çocukları çok kullandılar. Bazıları isimler yazdı; kimin annesinin, babasının, kardeşinin adı. Bir tanesi o büyük panoya ‘Bu duyguyu unut’ yazdı. O duygu belli ki onun içini kasıp kavuruyor ve unutamıyor. O beni perişan etti. Pedagoglar o resimleri tek tek incelediler, ona göre de görüşmelerini sürdürecekler.”
‘Cadı’ bir muhabirdim’
“Her şey değişiyor tabii. O günün iyilikleri farklıydı, bugünün farklı. O gün teknoloji azdı, her şey daha zordu. Gazetecinin bir ağırlığı vardı. Muhabirlik çok kıymetliydi. Ben ‘cadı’ bir muhabirdim. Alanıma dokundurmayacak kadar, temsilcime her türlü kafayı tutacak kadar, hatta genel müdürümü arayıp ‘sen neden basın danışmanını ya da şu bakanı arıyorsun, bana sormanız gerekiyor’ diyecek kadar. Bir mesleki adap ve dil vardı. Şimdi o dil bugün yok. ‘Ben, sen, abla’ diye bir şey yoktu ‘siz, biz’ vardık, edindiğimiz bilgiler vardı. Yöneticiler muhabirlerini el üstünde tutarlardı, şimdi tam tersi.”
‘Gazeteciler siyaset yapıyor’
“Gazeteciler vekâlet savaşlarının yayınlardaki aktörleri oldular. Konu eğer buysa siyasetçi çıkacak ekrana. Neden AK Parti, CHP, MHP, İYİ Parti sözcüleri tartışsınlar bakalım. Biz soru soralım. Bu istem şuna döndü; siyasetçiler tek tek çıkar, bir araya gelmez. Tartışmaları onun yerine yayındaki 'vekâlet savaşçıları' gazeteciler yapar. Gazeteciler şu anda gazetecilik yapmıyor, siyaset yapıyor. Bir gazeteci bir siyasi partiyi destekleyebilir ama bizde iş artık bu konuda çığırından çıktı. Canlı yayında oyunu hangi partiye verdiğini açıklayana kadar var. Bunlar ayıptır, özel bilgilerdir. Hele bir gazeteci söylemez. Devletin, milletin çıkarlarını korumak ayrı bir şey. Ama siyaset adına kavga etmek bambaşka bir şey.”
’15 Temmuz konusunda saklayacak bir şeyim yok’
“Hepinizin gözünün önünde oldu. Benim saklayacak bir şeyim yok. Yaklaşık 10-15 tane de şahidim var. Ben açık ofiste çalışan bir kadınım, duvarlar arasında gizli görüşmeler yapan bir kadın değilim. Açıklama yapacak bir Cumhurbaşkanı bekleniyor, Cumhurbaşkanı açıklama yapmıyor. Ben bizim ofisteki yayın masasından ara ara bağlanıyorum ve telefonla ulaşabildiğim kim varsa ulaşıp bilgi alıyorum. Sayın Büyükelçi Hasan Doğan’ı aradım ‘Açıklama yapacağız’ dedi. Açıklama yapacaklar diye son dakikayı bastırdık bekliyoruz. Bekliyoruz ama açıklama yok. Arayıp açıklamayı sordum. ‘Açıklamayı yaptık’ dedi. O sırada uyduda ve geçişte de bazı sıkıntılar olduğu için açıklama hiçbir haber merkezine ulaşmıyor. O zaman bir sosyal platform vardı. Oradan alabilirsiniz deyince ‘Oradan yayın alınmaz, Sayın cumhurbaşkanı bana bağlansın’ dedim. Hasan Doğan döndü ‘Efendim Hande bağlanmak istiyor’ dedi. Sayın Cumhurbaşkanı ‘Tamam bağlanın da nasıl yapacaksınız?’ dedi. ‘Facetime yapalım’ dedim. Rejide sevgili Sema var. Ben ‘Dön bana’ diye bağırırken Sema o sırada beni ekrana verdi. O yüzden o görüntülere yayın öncesi konuşmalar da yansıdı. Benim temel olayım orada işimi yapmak. Ağlayan muhabir, evine gitmek isteyen haber müdürü, kendi kızım sürekli telefonda ağlıyor. Cumhurbaşkanı ölmedi, kaçmadı, hayatta ve benim işim bağlamak. O an öncelikli haber. Biz işimizi yaptık.”