GÜNDEM DIŞI

Yazar Merve Köken: 'İlk yerli roman Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat kabul ediliyor fakat...'

Osmanlı döneminde çeşitli tarihlerde yazılan bilinmeyen romanları günümüz Türkçesine Latin harfleri ile çeviren Merve Köken, Serhat Sarısözen’le Gündem Dışı’nda stüdyo konuğu oldu.
Sitede oku
Yazma ve çevirmenlik hayatına nasıl giriş yaptığını aktaran Köken şunları kaydetti:
“Dönüm noktam mizah dergileri. Çünkü ben mizah yazarı olmak istediğim ve bu alanı çok sevdiğim için yüksek lisansta 1874 yapımı bir mizah dergisi olan Latife’yi Osmanlıcadan çevirme hevesimle başladı birçok şey. Bu alanda çeviri yapabildiğimi gören bir arkadaşımın yönlendirmesi ile Karakarga yayınlarında daha önce Latin alfabesine aktarılmamış ve kütüphanelerde unutulmuş kitapları çevirerek yayın dünyasına adım attım... Sonrasında ise Türk Mitolojisi ile kitap yazma serüvenim başlamış oldu.”
Merve Köken’e göre Osmanlı’da yazılan ilk Türk romanı Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat değil:
“Bizde roman türünün başlangıcına ilişkin kafa karıştırıcı bilgiler var. Müfredatın biraz daha geriye gitmesi gerekiyor. İlk yerli roman olarak Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’o kabul ediyoruz fakat bunun gerisi var Sergüzeşt-i Kalyopi bunlardan bir tanesi. 1873 tarihli Sergüzeşt-i Kalyopi (Kalyopi’nin Macerası) ilk yerli roman olarak kabul edilen Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’tan iki yıl önce, ilk macera romanı olarak kabul edilen Hasan Mellah’tan ise bir yıl önce basılmış bir macera romanı olma özelliği taşıyor.”
Türk sanatının köklerine inen Köken, bozkır kültüründe dahi estetik anlayışının sürdüğüne dikkat çekti:

“Türk Sanatı, Orta Asya bozkırlarında yaşamını sürdüren Türklerin doğayla, Şamanizm’le, göçebe kültürleriyle, savaşçı yapılarıyla, Gök Tanrı diniyle paralel hayatlarının bir yansımasıdır. Her toplumun kendi yaşam algısını yansıtan eşsiz ve büyüleyici sanat eserleri vardır. Toplumların sanat yapıtlarını nitelendirirken birbirleri ile karşılaştırmak çok doğal. Ancak bu karşılaştırma yapılırken toplum şartlarının ve o toplumun yaşayış biçimlerinin göz önüne alınmasının daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim. İslamiyet öncesi Türk sanatı değerlendirilirken de bozkır şartlarında bile insanın estetik anlayışından kopamadığı farkındalığıyla değerlendirme yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ortaya çıkan sonuç gerçekten çok heyecan verici. Konu hakkında en büyük handikap eserleri yerinde görmenin zorluğu olsa da böyle eserlerin var olduğunu bilmek ve çok daha fazlasının gün ışığına çıkacağını ummak mutluluk kaynağı benim için.

Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte kubbe mimarisine yapmış oldukları katkılar, meydana getirilen camiler, kervansaraylar, çeşmeler, medrese ve külliyeler bu yapılardaki eşsiz süslemeler, kalem işleri, çiniler, kündekâriler, ince işçilikler, minyatürler ve daha nicesi elbette Türk sanatının estetik nişaneleri. Bunun dışında Batı sanatının etkisiyle Tanzimat sonrası bambaşka bir çehreye bürünmüş olan Türk resim sanatı, Türk mimarisi ve özellikle Cumhuriyet sonrası en verimli örneklerini vermiş olan Türk heykel sanatı da geçmişten günümüze nasıl yollar katedildiğinin en nitelikli göstergeleri.”

Yorum yaz