“Türk Sanatı, Orta Asya bozkırlarında yaşamını sürdüren Türklerin doğayla, Şamanizm’le, göçebe kültürleriyle, savaşçı yapılarıyla, Gök Tanrı diniyle paralel hayatlarının bir yansımasıdır. Her toplumun kendi yaşam algısını yansıtan eşsiz ve büyüleyici sanat eserleri vardır. Toplumların sanat yapıtlarını nitelendirirken birbirleri ile karşılaştırmak çok doğal. Ancak bu karşılaştırma yapılırken toplum şartlarının ve o toplumun yaşayış biçimlerinin göz önüne alınmasının daha sağlıklı olacağı kanaatindeyim. İslamiyet öncesi Türk sanatı değerlendirilirken de bozkır şartlarında bile insanın estetik anlayışından kopamadığı farkındalığıyla değerlendirme yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü ortaya çıkan sonuç gerçekten çok heyecan verici. Konu hakkında en büyük handikap eserleri yerinde görmenin zorluğu olsa da böyle eserlerin var olduğunu bilmek ve çok daha fazlasının gün ışığına çıkacağını ummak mutluluk kaynağı benim için.
Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte kubbe mimarisine yapmış oldukları katkılar, meydana getirilen camiler, kervansaraylar, çeşmeler, medrese ve külliyeler bu yapılardaki eşsiz süslemeler, kalem işleri, çiniler, kündekâriler, ince işçilikler, minyatürler ve daha nicesi elbette Türk sanatının estetik nişaneleri. Bunun dışında Batı sanatının etkisiyle Tanzimat sonrası bambaşka bir çehreye bürünmüş olan Türk resim sanatı, Türk mimarisi ve özellikle Cumhuriyet sonrası en verimli örneklerini vermiş olan Türk heykel sanatı da geçmişten günümüze nasıl yollar katedildiğinin en nitelikli göstergeleri.”