‘İsrail bu defa diplomatik temsilcilik vurarak çizmeyi aştı’
“İran-İsrail gerginliğini veya misillemesini Gazze’den ayrı konuşmamız çok anlamlı değil. Bu, tamamen ve doğrudan İsrail ve ABD’nin Filistin halkına karşı yürüttüğü soykırımcı savaşın ve kuşatmanın yansımalarından birisi. Bir defa bu kapsamda değerlendirmek lazım. İkinci olarak da şunu söyleyebiliriz: Bu savaşta İsrail ve ABD’nin hedefleri açısından başarısızlığa uğraması. Tabii insan öldürmekte, katliamda, yakıp yıkmada gayet başarılı oldular. Ama ortaya koydukları hedefler açısından büyük ölçüde başarısızlık İsrail’i tabiri caizse daha fazla risk almaya ve ABD’yi doğrudan yanına çekmeye yönelik hamlelere itti. Yoksa İsrail daha önce de Suriye’ye sürekli saldırıyordu. Orada ilk kez İranlı görevlileri öldürmüş değildi. Dolayısıyla 1 Nisan’daki bu saldırı daha önceleri de yapılıyordu. Her hafta Suriye’ye saldırıyordu İsrail. Ama bu defa çizmeyi aştı. Bu 6 aylık süreçte Hizbullah’a karşı denedi bunu. Hizbullah’a sürekli saldırarak kayıplar verdirerek ucu açık bir savaşa girmeye zorladı. Fakat bunda tam olarak başarılı olamadı. Doğrusunu söylemek gerekirse Hizbullah, süreci çok iyi bir şekilde götürdü.
Burada İsrail yönetimi çok daha açık bir kart çekti ve doğrudan bir diplomatik temsilciliği hedef aldı. Üçüncü bir ülkenin temsilciliğini vurdu. Orada İran’ın üst seviyede bir generalinin de bulunduğu insanları öldürdü. Bu dolayısıyla uluslararası hukukun ve Viyana Konvansiyonu’nun çok açık bir ihlaliydi.
‘İran karşılık vermek zorundaydı’
“İsrail bir anlamda hedefine ulaştı: İran’ı doğrudan saldırı veya misilleme yapmak zorunda bıraktı. Geldiğimiz nokta bu. İran doğal olarak direniş ekseninin yanında olduğunu ve her türlü yardımı yaptığını söyleyen bir ülkeydi. Ama Filistin’in ‘kurtarılmasının’, Filistinlilerin kendilerinin yapacağı bir şey olduğunu söylüyordu. Fakat burada doğrudan kendi toprakları sayılan Şam’daki büyükelçiliğe yapılan saldırıya cevap vermek zorundaydı. Çok riskli olsa da bu cevabı vermek zorunda kaldı.
İran savaş istemiyordu. Bu bir karşı cevap vermeye yönelik bir hamleydi. Netanyahu’nun istediği gibi ABD’yi de içine çekecek ucu açık bir savaş için yapmadı bunu İran. Bu kadar dikkatli olmak zorundalardı. İsrail’e karşılık vermenin bir üst sınırıydı bu, buna dikkat edildi. Bir de alt sınır vardı: Kendi prestijini korumak ve doğrudan kendi topraklarına yönelik yapılan saldırıya cevap vermek zorundalardı. Bu da kendi kamuoyunu, bölge kamuoyunu ve dünyayı da ikna edecek seviyede yapmak zorundaydı. Kişisel kanaatim bu önemli ölçüde başarıldı.”
‘ABD bölgede ucu açık bir savaş istemiyor’
“Önce 7 Ekim’e geri gidelim. 7 Ekim, İsrail ve bölge açısından çok önemli bir dönüm noktası. Bu birçok açıdan İsrail’in prestjini sarsan, güvenlik imajını yerle bir eden ve ‘kendi topraklarında’ ilk kez yediği bir darbeydi. İran’dan veya Hizbullah’tan değil, daha düşük bir güç seviyesindeki bir örgütten yediği bir darbeydi. Kayıplar da verdi İsrail. Doğal olarak psikolojik ve güvenlik imajı açısından kayıplar, halkın nezdinde çok daha büyüktü. Hala daha bunun altından kalkabilmiş değiller. İlk günden itibaren İsrail Başbakanı Netanyahu koydukları hedefleri yineliyor. Birincisi Hamas’ı ortadan kaldırmak, ikincisi rehineleri geri getirmek, üçüncüsü de Gazze’nin bir daha İsrail için bir tehdit olmamasını sağlamak. Burada ABD farklı düşünmüyor, onlar da aynı fikirde. Dolayısıyla bazı taktik farklılıklar olsa da bu savaş beraber yürütülüyor. Bu başarısızlığın ne olduğunu anlatmak için 6,5 ay sonra gelinen noktaya bakalım. Bu hedefler açısından ciddi bir başarısızlık var. Burada çıkış yok. Dolayısıyla İsrail başka yerlere saldırarak, işi büyüterek durumu kurtarmak istiyor.
ABD ile Netanyahu ve İsrail’in burada önemli bir çelişkisi var. ABD de çıkış yolu bulamadı. Bölgedeki müttefikleri daha zor duruma sokmaksızın hedeflerin hangi ölçüde gerçekleştirilebileceğine bakıyor. İsrail ve dolaylı olarak ona yardım eden ABD dünyanın en üst mahkemesi Uluslararası Adalet Divanı tarafından soykırımla suçlanan ülkeler. Divanı soykırım iddialarını makul, yeterli ve inandırıcı buldu ve 26 Ocak’ta ihtiyadi tedbirler ön gördü. Tüm BM ülkeleri için bağlayıcı olan bu ihtiyadi tedbir kararlarının hiçbirisi uygulanmadı. Burada bir sıkışmışlık hali var. Bir çıkış yolu aranıyor. Bana sorarsanız çıkış yolu yok.”
‘Güvenlik mitinin tekrar inşa edilmesi lazım ama…’
‘İran’ın vurduğu hedeflerin sembolik önemi yüksek’
“İran’ın misillemesi kendi hedefleri açısından başarılı oldu. Modern dünyada savaşlar bir anlatı savaşı. İsrail çok katı bir sansür uyguluyor. Daha iki gece önce füzelerin yüzde 99’unun düşürüldüğünü, herhangi bir önemli hasar olmadığı söylenmişti. Zaman geçtikçe, sansür kalkmaya ve Amerikalılar da konuşmaya başladıkça aslında İran’ın esas olarak hedeflediği askeri üsleri vurduğu ortaya çıktı. Tabii hasar konusunda net bir bilgiye sahip değiliz. Sembolik önemi de yüksek. Şam’ı vuran F-35’lerin yuvası olan Nevatim Hava Üssü vuruldu. Gazze’yi vurmakta kullanılan Ramon Hava Üssü vuruldu. Buralarda hasar olduğunu biliyoruz. Hiçbir dronun ulaşmadığı söylendi ama bir dronun Golan’da bir İsrail tesisine ulaştığını biliyoruz. Oradaki hasar konusunda daha az bilgiye sahibiz. Bir diğer iddia da Simon Peres Nükleer Tesisi’nin çevresinin vurulduğu yönünde.
Şunu söyleyebiliriz: Bir misilleme olarak yeterli hasar verildi ve yeterli bir operasyon yürütüldü. İki gündür de İsrail ne cevap verse diye kara kara düşünüyor. Şu ortaya çıktı ki; nasıl 7 Ekim bölgenin ve İsrail’in tarihinde çok önemli bir noktasıysa, 14 Nisan da yansımaları ve etkileri açısından yeni bir dönüm noktası oldu. Çünkü 14 Nisan’daki İran misillemesi, İsrail’in 7 Ekim’de güvenlik imajına yediği darbeyi pekiştirdi. İsrail’in kırılganlığını tekrar gösterdi. Üstelik bunda İsrail’in kendini savunacak gücü olmadığını, ancak ve ancak Batı’nın tümünün kalkan oluşturmasıyla kendisini savunabileceği ortaya çıktı. Çünkü bu saldırıya çok açık bir şekilde BM Güvenlik Konseyi’nin üç daimi üyesi ABD, İngiltere ve Fransa İsrail’i savunmada görev aldı.”
‘İran’ın doğrudan hedef alınması İsrail’in durumunu daha kötüleştirir’
“Şimdi burada İsrail saldırır mı saldırmaz mı? Fal açmaya benziyor. Şu anda İsrail’in çok sıkıştığını söyleyebiliriz. Burada üç tane yol var. Birisi askeri olarak cevap vermemek, sadece istihbarat operasyonlarıyla İran’a ve direniş eksenine operasyonlar yürütmek. Bir diğeri askeri olarak cevap vermek ama bunu İran’ın dışında yapmak. Direniş ekseninde mesela en zayıf halka olan Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da ve hatta sürpriz bir adım olarak Yemen’de yapmak. Üçüncüsü ise İran’ı doğrudan hedef almak. Doğaldır ki İsrail’in güvenlik imajını en çok onaracak şey, İran’a doğrudan ve etkili saldırı yapmak. Kendi deyimleriyle ‘acıtacak bir saldırı’ yapmak. Ama İran da anında cevap vereceğini açıklamış durumda. Burada pazarlıklar sürüyor. Amerikalılar da sıkışmış durumda ve ne yapacaklarını bilmiyorlar.
İsrail zaten yüzlerce kez Suriye’yi vurdu. O yüzden ancak ses getirecek nitelikte bir saldırı yaparsa bu tatmin edici bir darbe olabilir. Irak’ı vurması da önemli bir etki yaratmaz. Lübnan’a saldırmaya zaten korkuyor, aynı şekilde cevap gelecektir. Burada ciddi bir sıkışmışlık hali var. Ama bir yandan da İsrail devletinin temelini oluşturan güvenlik kurumları ve bürokrasisi, en az Netanyahu kadar İran’a cevap verilmesi gerektiğini düşünüyor. Hatta bir kısmı Netanyahu’dan daha radikal. Bu açıdan bakarsak, bir anlamda fal açarsak, İran’ın doğrudan etkili bir şekilde vurulmasının zor olacağını çünkü bunun eninde sonunda daha büyük misillemelere sebep olacağını ve İsrail’in bulunduğu durumdan daha kötü bir duruma düşmesine sebep olacağını düşünüyorum.”
‘Savaş bir yandan da anlatı savaşı; karşı tarafı ikna etme, psikolojik etki etme savaşı’
“Şu anda İran misillemesinin Netanyahu’nun işine geldiği, Gazze’nin unutulduğu konuşuluyor. Ama İran’ın misillemesi bir anlamda Gazze çerçevesinde gelişen bir husustu. Gazze unutulmuş falan değil, orada duruyor. İsrail ordusu da duruyor. İnsanlar hem savaş yüzünden hem de açlık yüzünden ölmeye devam ediyor. Eğer olumlu bir gelişme olursa bu tam tersine İran’ın lehine yorumlanır. Olmazsa da değişen bir şey yok. Kısa vadeli değerlendirmelere katılmıyorum ben.
Öte yandan Arap ülkeleri açısından şöyle bir şey var: Suudi Arabistan’ın dron düşürdüğü söylendi ama bunlar ne ölçüde doğru, çok tartışmalı. Teyit edilmedikçe ciddiye de almıyorum. Batı ve İsrail basını bunu çok yazıyor. Savaş bir yandan da anlatı savaşı; karşı tarafı ikna etme, psikolojik etki etme savaşı. Ürdün için bile mevcut durum şu: Ürdün’ün kendisinin doğrudan füze veya dron düşürdüğünü sanmıyorum. Amerikan ve Fransız güçlerine bu imkanı sağladığını düşünüyorum. Bu da az bir şey değil ama meseleyi ortaya koymak açısından önemli.”