ABD öncülüğündeki Batı hegemonyasındaki sarsılmanın küresel çatışma riskini daha da artırdığı bir ortamda, Çin Halk Cumhuriyeti, 'küresel medeniyet inisiyatifi' girişimi ile sahneye çıktı. Biden yönetimi, Ukrayna çatışmasını tetiklemesinin ardından NATO’yu Asya’ya taşıyarak ve paktlaşmalarla yol açtığı gerilim eşliğinde sürekli ‘değerler’ vurgusu yaparken, Pekin, ‘farklı uygarlıkların bir arada etkileşim içerisinde var olması’ temasını öne çıkarmaya çalışıyor.
Dünya çapında IMF ile Dünya Bankası gibi Batı öncülüğündeki kurumlar karşısında ‘Küresel Güney’ olgusu, BRICS ile Yeni Kalkınma Bankası giderek daha fazla ilgi çekiyor. Çin ise ‘küresel kalkınma’ ve ‘küresel güvenlik’ girişimlerinin ardından son olarak mart ayında ‘küresel medeniyet girişimini’ gündeme soktu.
Çin’in Afrika’dan Ortadoğu ve Latin Amerika’ya kadar etkisini artırması ve bu türden girişimleri açıkça ABD’yi rahatsız ediyor. Çin-ABD ilişkilerindeki sancılı görünüm eksik olmuyor.
ABD ve Çin liderlerinin 2022 sonbaharında Bali’deki G20 zirvesinde durumu ‘yumuşatma’ hamlesi sonuç vermemiş, şubat ayında ABD hava sahasında tespit edilen ‘meteoroloji’ balonları üzerinden çıkarılan ‘casus balon’ krizi ve geçen yazdan bu yana Washington’ın Tayvan’la ilgili attığı adımlar gerilimi yükseltmişti. Biden yönetiminin 2018’den bu yana ‘kara listede’ tuttuğu ismin Çin Savunma Bakanı olması, iki ülke arasında askeri iletişimin tesisini de zorlaştırmıştı. Bu iklimde ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, şubatta iptal ettiği Çin ziyaretini nihayet geçen haftasonu gerçekleştirdi. Ancak ziyaret ortaya somut sonuçlar koymuş gibi görünmüyor.
ABD ile 'dengeli bir rekabet' vurgusu yapan Çin’in ‘küresel medeniyet girişimini’; ‘Büyük Değişimin Çağrısı: Modern Uygarlık’ başlıklı bir belgesel hazırlayarak tartışan gazeteci Gökhun Göçmen ile konuştuk.
‘Çin modernleşmesinin dünyada da yankı bulmasını istiyorlar’
Gökhun Göçmen’e göre, Çin yönetimi, ‘ortak kaderi paylaşan insanlık’ vurgusu eşliğinde ‘Çin’e özgü modernleşme’ eşliğinde modernleşmenin ancak Batılılaşma ile mümkün olduğu paradigmasını değiştirmeye çalışıyor:
“Küresel medeniyet inisiyatifi mart ayında duyuruldu. Buna karşın kökleri biraz daha eksiye uzanıyor. Çin lideri Şi’nin uzun zamandan bu yana dile getirdiği bir kavram var; ‘ortak kaderi paylaşan insanlık topululuğu’. Fakat ÇKP’nin 20. Kongresi’nin ardından ‘Çin modernleşmesi’ yani, Çin’e özgü bir modernleşme sürecinin hızlandırılması gündeme geldi. Çin’e özgü olması ne anlama geliyor? Öncelikle gelişmekte olan, büyük nüfusa sahip bir toplumun modernleşmesi anlamına geliyor. Bununla birlikte Çin, modernleşme eşittir Batılılaşma paradigmasını yıkma örneğini teşkil etmek istiyor. Bizim ülkemizde de ekseriyetle öyle anlaşılır, modernleşme eşittir Batılılaşma. Bu yüzden biz o treni kaçırdık mı, biz modernleşemeyecek miyiz diye insanlar hayıflanırlar. Edebiyatımıza kadar yansımıştır. Çin kolonileştirme ve işgal siyasetine girmeden modern çağda kurulan bir ülkenin modernleşebileceğini ve kalkınabileceğini göstermek istiyor. Bu anlamda Çin modernleşmesinin dünyada da yankı bulmasını istiyorlar.”
‘Küresel medeniyet inisiyatifi sonuçlar vermeye başlayan bir seri inisiyatifin ürünü’
Pekin yönetiminin ‘küresel medeniyet girişiminin’ son halkasını oluşturacağı şekilde son iki yıldır küresel kalkınma ve küresel güvenlik girişimleri geliştirdiğini anımsatan Göçmen, bunun somut sonuçlarının da görünür olduğunu belirtti. Göçmen, BM kurumlarına yönelik artırılan yardımların yanı sıra özellikle Ortadoğu’daki barış girişimleri ve meyvelerini örnek gösterdi. Göçmen, en son Filistin liderinin Pekin’de ağırlanması hamlesine de dikkat çekti:
“Küresel medeniyet inisiyatifi bir seri inisiyatifin ürünüydü. Çin 2021’de öncelikli olarak ‘küresel kalkınma inisiyatifini’ ilan etmişti. O dönemde dünya için oldukça önemliydi. Pandeminin etkileri bugünden daha fazla hissedilmekteydi. Çin ‘Güney işbirliğine’ önem verdi. BM çatısı altında da bu inisiyatif destek gördü. 50’nin üzerinde ülke ‘Küresel Kalkınma İnisiyatifi Dostları Grubu’nu kurdular. Bu inisiyatife sıcak bakılmasında, Çin’in son 10 yılda BM’nin uluslararası kurumlarına yaptığı yardımı 4 kat artırmasının ve gelişen ekonomik gücünün de etkisi var. Geçen sene Çin, ‘küresel güvenlik inisiyatifini’ ilan etti. Bu inisiyatif sayesinde İran ile Suudi Arabistan barışı tesis edildi. Masaya oturmaları dahi mümkün görülmeyen iki ülke arasında barış yapıldı. Bu sadece iki ülke arasındaki buzları eritmekle kalmadı bölgeye yeni bir denklem getirdi. Suudi Arabistan’ı takip eden Körfez ülkeleri, özellikle BAE ve Bahreyn normalleşme sürecine hız veriyorlar. Yine bu çerçevede Ukrayna krizine dair çözüm belgesi sunduğunu biliyoruz. Çin Halk Cumhuriyeti son dönemde Filistin lideri Mahmud Abbas’ı ağırladı. ABDD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın Pekin’de karşılanmasıyla kıyaslayınca oldukça görkemli hazırlanmıştı. İlginç anektodlar vardı. Abbas, ‘Tek Çin ilkesine saygı göstereceğiz’, Şi de ‘Biz de Filistin meselesinde iki devletli çözüm savunuyoruz’ dedi. Filistin ve İsrail arasındaki görüşmelere arabuluculuk yapacakları mesajını verdi.”
‘Türkiye tıpkı Çin gibi gelişmekte olan bir ülke. Kavramsal çerçevenin algılanması muhtemel’
Göçmen, Türkiye gibi pek çok ülkede ‘modernleşmenin ancak Batılılaşma ile algılandığı’ genel kavramsal çerçeveye dikkat çekerek bunun değişmesine yönelik farklı vurgulara atıf yaptı. Fukuyama’nın ‘tarihin sonu’, Huntington’ın ‘medeniyetler çatışması’ tezlerini anımsatan Göçmen, çok kutupluluğun yükselmesiyle kavramsal çerçeve için bir rekabetin de başladığını vurguladı.
“Çin’in ‘küresel medeniyet inisiyatifi’ diğerlerinden farklı olarak biraz daha kavramsal çerçeve içerisinde. Türkiye gibi ülkelerde anlaşılması kolay. Çünkü yıllardır özellikle modernleşme eşittir Batılılaşma, Batı’nın kötü taklidi olmak sanrısı Türkiye’de çok fazla sorgulandı. Türkiye tıpkı Çin gibi gelişmekte olan bir ülke. Bu anlamda da kavramsal çerçevenin algılanması muhtemel. Belki de en önemlisi, Çin’in ortaya koyduğu medeniyet kavramı Mustafa Kemal Atatürk’ün dünyaya anlatmak istediği ‘Öyle bir çağ gelecek ki bütün medeniyetler ahenk içerisinde yaşayacaklardır’ diye ürettiği bir yaklaşım. Türkiye’de bizim anlamamız biraz daha kolay. Küresel medeniyet inisiyatifi, medeniyetler çatışmasının bir alternatifi olarak görülebilir. Soğuk Savaş’ın ardından Fukuyama ‘tarihin sonunu’ ilan etmişti. ‘Artık Amerikan değerleri dünyada tek egemendir ve ancak herkes ona tabi olarak medeni hale gelebilir’ yahut ‘Amerika öyle bir üstün güçtür ki dünyanın medeni hale gelmeyen diğer toplumlarını da ehlileştirmekle yükümlüdür’ gibi bir algı ortaya çıktı. Huntington durumu ‘medeniyetler çatışması’ olarak formüle etti. Dünyayı sekiz ana medeniyete ayırdı. Fay hatlarının buralarda ilerleyeceğini söyledi. Çok kutupluluğun ortaya çıkmasıyla büyük rekabette kavramlar üzerine bir rekabet de görüyoruz. Çin farklı uygarlıkların eşit olarak bir arada yaşayabileceğinin mesajını vermek istiyor. Gelişmekte olan ülkelerin bu inisiyatife belki de daha yakın hissetmeleri muhtemel. Kavramlar bize uçsuz bucaksız karanlık bir tarlada nasıl yürüyeceğimizi gösteriyor. Kavramlar olmadan yeni süreçler inşa edemiyoruz.”
‘Farklı bir rota izlenince yine de başarı yakalanabiliyormuş’
Göçmen, Pekin’in girişimlerinde Batı’nın medeniyetleri çatıştırma ve değer dayatma olgusunun da etkili olduğu görüşünde:
“Çin buna ‘inisiyatif’ diyor, ‘Kuşak ve Yol’ gibi. Katılacak ülkeler bunun içini dolduracak. Kuşak ve Yol’a 2013’ten bu yana yeni rotalar eklendi. Farklı ülkelerin projeleriyle birleşti. Mesela Türkiye’nin orta koridor projesi vardı, o da eklemlendi. Muhtemelen bu küresel medeniyet üzerine de kafa yormak zorundayız. Medeniyetler çatışması tezinin faturası ortada. Günümüzde de demokrasi ile yönetilmeyen ülkeler ve ABD’nin dünyaya dayattığı değerler var. O değerlerin, kapitalizmin dışında hareket edenler hemen hedef tahtasına konuluyor. Körfez ülkeleri eskiden ABD ile iyi geçiniyordu. Orada da kapitalizmin sözü geçiyor. Asla serbest piyasaya meydan okumadılar. Bunun Batı’ya rağmen, Batı’nın yol haritasını reddederek kendine özgü ulusal koşulları altında gerçekleştirmeye çalışınca ve Çin’in bugünkü durumuna bakınca, bu anlamda gerçekten de başarılı olunabiliyomuş, farklı bir rota izlenince yine de başarı yakalanabiliyormuş.”
‘Bir felaket senaryosunu önlemek için bu ziyaretler kısa bir duraklama şeklinde düşünülebilir’
Göçmen, ABD-Çin ilişkileri en dip seviyedeyken, Blinken’ın nihayet gerçekleşen Çin ziyaretinin öneminin altını çizse de ziyaretten büyük değişiklik beklenmemesi gerektiği görüşünde. ABD’nin Çin’i sistematik rakip gören uzun vadeli stratejisinin belli olduğunu anımsatan Göçmen, Çin’i kuşatma siyasetinden vazgeçilmeyeceği değerlendirmesinde bulundu:
“Antony Blinken’ın Çin ziyareti önemli. 7 yılın ardından en üst düzey Amerikalı bir diplomat Çin’e gitti. Çinliler istenmeyen sonuçların ortaya çıkabileceği bir ilişki biçimine dair uyarılarını ifade ediyorlar. İlişkilerin tarihin en dip seviyesinde olduğu tekrar edilmekte. Blinken’in ziyareti ve belki farklı kanallarda iletişimin açık olması, istenmeyen senaryoların engellemesinin vesilesi olabilir, pozitif ruh katabilir. Ama Çin ile ABD ilişkilerinin kökünden bir ziyaretle değişeceğini düşünmüyorum. ABD’nin uzun vadeli stratejileri belli; Çin’i sistematik rakip görüyorlar. Kendilerini uluslararası anlamda tahtından edebilecek tek güce Çin’in sahip olduğunu düşünüyorlar. ABD, Çin’i kuşatma siyasetinden vazgeçmeyecektir. Bir felaket senaryosunu önlemek için bu ziyaretler kısa bir duraklama şeklinde düşünülebilir. Ama uzun vadede ilişkilerin değişeceğini düşünmüyorum.”
‘Çin’i sözlerin ikna edebileceği evreyi geçmiş bulunuyoruz’
Blinken’in Pekin ziyaretine giden süreçte ABD ve Çin liderlerinin Bali buluşmasına dikkat çeken Göçmen, henüz bir yıl geçmemişken Biden yönetiminin kamplaşmalara hız vermesine atıfta bulundu. Göçmen’e göre buna karşı Pekin yönetimi sözlerin ikna edebileceği evreyi geçmiş görünüyor:
“Şi, Blinken’ı Büyük Halk Salonu'nda ağırladı. O salonda Thatcher ağırlanmıştı. Orada ağırlamaları ABD’ne bir mesaj. Şi, orada G20’nin Bali zirvesi öncesinde Biden ile görüşmelerini hatırlattı; ‘Biz zaten liderinizle bir konsensüse varmıştık, gelin burada mutabakat sağlayarak devam edelim’ dedi. ABD buna olumlu yanıt verdi ama sözü ve eylemi arasında fark vardır. Bali zirvesindeki konsensüs neydi? Şi orada Tayvan’ın kırmızı çizgi olduğunu ve tek Çin ilkesinden vazgeçmeyeceklerini söylemişti. İkincisi, ABD’yi Soğuk Savaş tipi kamplaşmalardan uzak durmaya çağırıp ‘Bu dünya tüm ülkelere yetecek kadar büyük’ demişti. Biden da karşılığında ‘Bizim Soğuk Savaş gibi bir niyetimiz yok’ ifadesini kullanmıştı. G20’nin üzerinden uzun zaman geçmedi. Ancak ABD bütün o Soğuk Savaş tipi kamplaşmalara hız verdi. Çin’in şu anda pozisyonu, Amerika’nın söz ve eylemleri arasındaki uyuma bakmak. Çin’i sözlerin ikna edebileceği evreyi geçmiş bulunuyoruz. Çin savunma bakanının yaptırım listesinde olması meselesine dair herhangi bir yerden resmi bir açıklama gelmedi. En üst düzeyde savunma bakanları, genelkurmay başkanları düzeyinde olmasa bile belki ilerleyen zamanlarda teknik bir iletişim kanalının kurulmasının muhtemel olacağını düşünüyorum.”