Dünyanın dikkatini çevirdiği Türkiye’deki seçim süreci tamamlandı. 14 Mayıs’taki ilk tur seçimde sonuçlanmayan cumhurbaşkanlığı, 28 Mayıs’taki ikinci turda, Cumhur ittifakının adayı olan Tayyip Erdoğan’ın, Millet İttifakı’ndan rakibi Kemal Kılıçdaroğlu’nun yüzde 48 oranında oyuna karşılık yüzde 52 oranıyla ipi göğüslemesiyle tamamlandı. Seçim sonuçları en çok da yarışın adaletsizliği üzerinden tartışılıyor.
Erdoğan’ın 21 yıllık iktidarında ekonomik krizin derinleşmiş olmasına rağmen üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilmesi tüm dünyada ilgiyle karşılandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD Başkanı’ndan Rusya Devlet Başkanı’na 100’den fazla ülkeden tebrikler aldı.
Dikkatler Erdoğan’ın ‘yeni’ döneminde Türkiye’nin dış politikadaki duruşuna çevrilmiş durumda. Gelişmeleri Radyo Sputnik'te yayınlanan Ceyda Karan'la Eksen programında Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller ile konuştuk.
‘Yüzde 52 bandı Türkiye’nin yarısının sisteme hayır dediği anlamına geliyor’
Mehmet Ali Güller’e anayasaya göre üçüncü kez aday olması mümkün değilken muhalefetin düştüğü hatayla seçilen Erdoğan’ın yüzde 52’lik oyu, ülkenin yarısının kabullenmediği ‘meşruiyet’ sorununun devamı anlamına geliyor. Güller, bunun için yüzde 55’in aşılması gerektiği görüşünü dile getirirken, 50+1 mantığının sonuçlarına işaret etti:
“Dünya açısından Erdoğan’ın dönemi yeni bir dönem olacak mı, bunu göreceğiz. Ama anayasa hukuku açısından bana göre anayasaya aykırı üçüncü bir dönem. Böyle bir somut durum vardı ve çok tartışılmadı. Muhalefet de ‘Hukuk yoluyla değil de sandıkla kazanalım’ diyerek bir hukuksuzluğu kabullendi. Netice itibarıyla Türkiye’de şu anda anayasaya aykırı şekilde üçüncü kez aday olmuş bir ismin cumhurbaşkanlığı dönemi başladı. Bu bakımdan bir yeni dönem. Genel olarak seçim başa baş denilecek nitelikteydi. Çok açık ara yüzde 55 ve üzeri oy alınan iki aday arasında 10 puan civarında fark olan bir seçim olmadı. 3-4 puanlık fark ki ajans sonuçlarına göre uzun bir süre seçimin galibinin Kılıçdaroğlu bile olabileceği ihtimal dahilindeydi. Ortaya çıkan yüzde 52 oy Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek adam rejiminin, AKP tipi başkanlık modelinin aslında bir meşruiyet sorunu yaşadığını bir kez daha gösterdi. Çünkü bu bir bakıma 16 Mayıs 2017’nin (referandum) de tekrarıydı. Orada da Türkiye yüzde 51 oyla parlamenter rejimini yıkmıştı. Dolayısıyla 55 ve üzerine çıksa bir meşruiyet meselesinde aşama kaydedilecekti. 52 bandında kalarak Türkiye’nin hala yarısının bu sisteme hayır dediğinin bir durum ortaya çıkmış oldu. İç politika açısından sonuçlar bunlar.”
‘Oyları yüzde 1’i bile bulmayanlar tersinden kazananlar’
Seçim sonuçlarının muhalefet ittifakındaki olası yansımalarına dikkat çeken Güller, hem başkanlığı kaybeden hem de vekil sayısı düşen CHP’nin ‘seçimin kaybedeni’ olduğunu belirtti. İYİP’in de beklenenden az oy aldığını söyleyen Güller’e göre asıl kazanan oyları yüzde 1’i bile bulmazken parlamentoda önemli koltuklar elde eden eski AKP ortakları oldu:
“Kuşkusuz Millet İttifakı’nın kaybedenler olarak tek tek partilerin hepsine birtakım yansımaları olacaktır. Millet İttifakı içerisinde de hem kaybedenler var ama hem de kazananlar var. CHP’nin kaybettiği ortada. Hem genel başkanı, cumhurbaşkanı olamadığı için kaybetti hem CHP’nin milletvekili sayısı düştü, içinde diğer ittifak milletvekilleri var. Millet İttifakı’nın iki numaralı partisi İYİ Parti’nin de beklenenden daha az oy aldığı bir durum var, onları da kaybedenler hanesine yazmamız gerekecek. Ama tersinden kazananlar var. Yüzde 1’i bulmayan oylarıyla hem DEVA hem Gelecek Partisi’nin CHP listesi içinde milletvekili çıkardığı hatta şimdiden AKP ile anayasa pazarlığı yapar hale geldiği bir durum var. 28 Mayıs’tan hemen önce bu partilerin anayasa değişikliği konusu ‘AKP tarafından getirildiğinde bunu görüşürüz’ gibi açıklamaları olmuştu. Onları kendi çaplarında kazananlar tarafına yazabiliriz. Diğer yandan Türkiye’de toplam milliyetçi oyların yüzde 25 bandını geçtiğini, Türkiye’nin 4’te birinin milliyetçilik üzerine oy verdiğini söyleyebiliriz.”
‘Seçimler 50+1 modelinin ne kadar yanlış olduğunu bir kez daha resmetti’
Aynı ideolojiyi taşıyan partilerin Cumhur ve Millet ittifaklarında karşıt cephelerde yer alabildikleri sisteme işaret eden Güller’e göre ‘ideoloji, program ve politikanın tamamen geri plana atıldığı ilkesizlik resmedilmiş oldu’:
“Türkiye’de ideolojinin, programın, politikanın tamamen geri plana atıldığını, tek adam rejimine dönüşen AKP tipi başkanlık modelinin yani yüzde 50+1 oy alma işinin ideoloji, politikayı yerle yeksan ettiğini, bunu sağlayabilmek için her türlü ilkesizlik bağlamında yan yana gelinebileceğini resmetmiş oldu. Yani birbirine benzeyen siyasi hareketler karşı karşıya gelmiş oldu. Yeniden Refah Partisi ile Saadet Partisi arasında örneğin program düzleminde hiçbir fark yok ama karşı karşıyalar. MHP ile İYİ Parti için de öyle. ATA İttifakı’nın cumhurbaşkanı bir tarafta, partiler diğer taraftaydı ama birliktelerdi. Bu tamamen 50+1 modelinin ne kadar yanlış olduğunu bir kez daha resmetmesi bakımından üzerinde durulması gerekiyor.”
‘NATO’culuk ana eksen’
Güller’e göre kazananın dış politikada farklı tonların ötesinde değişiklik yaratmayacağı bir dış politika çizgisi bulunuyor ve Türkiye’nin asıl meselesi NATO’culuk:
“Kim kazanırsa kazansın Türkiye’nin dış politikasında büyük bir değişiklik olmayacaktı. İttifaklarda birbirine benzeyenlerin karşı karşıya geldikleri bir durum var, aslında dış politikada da böyle. Her iki partinin temelde dış politikada bir değişikliği yok. Türk dış politikasının ana eksenini bana kalırsa NATO oluşturuyor. NATO dışındaki bütün konular NATO’culuğun tezahürü olarak var ve onun altında, daha önemsiz olarak var. NATO’cu olup olmamanız, Irak meselesine nasıl baktığınızdan ya da Doğu Akdeniz, Karadeniz meselesine nasıl baktığınızdan daha önemli. NATO’culuk meselesi buraya bakışlarınızı şekillendirir durumda, dolayısıyla ana eksen. Bu ana eksene geldiğimizde bugün Millet İttifakı ile Cumhur İttifakı arasında temelde bir fark yok, her ikisi de tamamen NATO’cu. İkisi de NATO’nun genişleme stratejisine destek verir konumdalar. Aralarındaki fark şu; Kılıçdaroğlu da seçilseydi, Erdoğan’ın uyguladığı çok taraflılığı mevcut renklerini biraz daha açarak ya da koyulaştırarak devam ettirecekti.”
‘Artık Soğuk Savaş Batıcılığı yapılamayacak şartlar var’
Şekillenen çok kutuplu bir dünyanın büyük fırsatlar sunduğu, ancak örneğin Suudi Arabistan’ın aksine Türkiye’nin bunu kötü değerlendirdiği değerlendiremediği görüşündeki Güller, diğer yandan artık ‘Soğuk Savaş Batıcılığı’ yapılamayacak şartlar oluştuğu değerlendirmesinde bulundu:
“Çok kutuplu bir dünya şekilleniyor. Çok kutupluluk Türkiye gibi bölge kuvvetlerinin önüne -örneğin Suudi Arabistan bunu çok iyi uyguluyor- çok taraflılık durumu getirdi. Bu çok taraflılığın dengecilik olarak uygulayıp kötü uygulayanlar olduğu gibi -ki ben Türkiye’nin kötü uyguladığını düşünüyorum- Suudi Arabistan gibi iyi uygulayarak kazanımlar elde edenler de var. Suudi Arabistan gibi iyi uyguladığınızda kazanç elde ediyorsunuz ama AKP hükümeti gibi dengeciliği kötü uyguladığınızda her iki tarafa da taviz veren bir noktaya gelmiş oluyorsunuz. Öyle ya da böyle Türkiye’de kim kazanırsa kazansın Soğuk Savaş batıcılığı yapamayacağı şartlar var. Siyasal duruşunuzdan bağımsız olarak dünyanın geldiği yer, Türkiye’nin ve bölgenin ihtiyaçları bunu dayatıyor.”
‘Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’dan daha Batıcıymış gibi yapması büyük hata oldu’
Güller’e göre Kılıçdaroğlu, eski türden Soğuk Savaş batıcılığı yapamayacağı halde, seçim boyunca sanki yapacakmış görüntüsü vererek büyük hata yaptı. Güller, Erdoğan’ın da söylemlerine rağmen konumunun aynı olduğunu anımsattı:
“Dolayısıyla Kılıçdaroğlu da gelseydi çok farklı olmayacaktı. Erdoğan’ı tebrik edenler ve onunla çalışmayı arzuyla bekleyen ülke liderleri bu kez Kılıçdaroğlu için kullanacaktı. Burada temel bir fark olmamasına rağmen ve istese de Kılıçdaroğlu’nun eski türden Soğuk Savaş batıcılığı yapamayacağı halde, seçim boyunca sanki yapacakmış görüntüsü vererek büyük hata yaptı. Neredeyse bu çizgi bakımından hiçbir farkı olmayan Erdoğan ve Kılıçdaroğlu sanki biri Batıcı biri Asyacı imiş görüntüsü vererek yanlış konumlandılar. Her yıl yapılan araştırmalarda Türk halkının, Amerika, Batı, Rusya, Çin gibi ülkelere nasıl baktığına dair sonuçlar yayınlanır. 2000’li yıllar boyunca her yıl Amerika, NATO ve Batı ülkelerine bakışın olumsuz olduğunu ama Asya ülkelerine bakışın gittikçe olumlu olduğunu gösteren bir tabloydu. Ona rağmen, üstelik Erdoğan ile arasında temelde fark olmamasına rağmen sanki Erdoğan’dan daha Batıcı olacakmış gibi bir çizgi izleyerek Washington ve Londra’ya giderek oralardan temiz para getireceğinizi iddia ederek NATO çizgisini daha iyi uygulayacağını, Rusya’ya NATO üyesi olduğunuzu hatırlatma noktasına getirecek kadar vurgulayarak aslında mevcut anketlerin gösterdiği dinamiğin de dışına çıkmış oldu. Bu da Millet İttifakı’nın seçim kaybının önemli etkenlerinden biriydi. Milliyetçiliğin bile ne kadar güçlendiğinin göstergesi bu noktalarda uygulanan yanlış politikaların da aslında turnusol kağıdıydı. Ama ikinci turda bunu izlemeye, Ümit Özdağ meselesini çözmeye, o ittifak sorununu çözmeye geç kalmış oldular. Kalan günler de çok bir sonuç değiştirmedi. Özetle dış politikada Kılıçdaroğlu olsaydı da çok bir şey değişmeyecekti.”
‘Çok taraflılık politikası biraz daha artacak’
Güller, Erdoğan’ın üçüncü döneminde Asya’ya yönelen çok taraflılık politikasını biraz daha artıracağı görüşünde. Suriye konusunda başlayan süreçte yeni adım ‘umudunu’ dile getiren Güller, Erdoğan’ın İsveç’in NATO üyeliğini taktiksel pazarlık kılmaya devam edeceği öngörüsünde bulundu:
“Erdoğan oldu ve üçüncü dönem ne getirecek ne götürecek? Bana kalırsa Türkiye’nin çok kutuplu dünya ve ihtiyaçları doğrultusunda Erdoğan, Asya’ya yönelen çok taraflılık politikasını biraz daha arttıracak. ŞİÖ, BRICS üyelik arayışları biraz daha artacak. Bu noktada böyle bir değerlendirme yapabiliriz. Özellikle 2010’lardan sonra komşularla sorunlu yürüyen ilişkilerin zaten her neden olursa olsun başlayan bir normalleşme sürecinin devam ettirileceği, Mısır ile biraz daha geliştirileceği, Suriye ile olan meselenin seçim bittikten sonra bir asker çekmeyi takvime bağlama noktasında tıkandığını görmüştük. O nokta üzerinde Rusya ve İran’ın Astana bileşenleri olarak kolaylaştırıcılığında belki Astana’ya Çin’in de gözlemci üyeliğiyle yeni bir ivme katılarak önümüzdeki dönemde çözüleceğini umuyorum. Diğer yandan kuşkusuz ikinci dönemde NATO genişlemesine başka nedenlerle kısmi itirazlar yapılmıştı. Bu noktalarda şimdi İsveç’in üyelik konusunun yeniden sorun olarak geleceği ama Erdoğan’ın da taktiksel olarak Batı ile pazarlığının önemli bir sorun çözme yeri haline getirerek bu meseleyi ele alacağını düşünüyorum."
‘Dengecilik sürecek ama terazinin hangi kefesine ağırlık verileceğini ekonomik ihtiyaçlar belirleyecek’
Güller’e göre Biden ile telefon görüşmesi Erdoğan’ın ilişkisinin ‘daha sıcak’ götürülmesine’ işaret ediyor. Ankara’nın da ‘çok istekli olduğunu’ ancak kamuoyuna öyle değilmiş gibi sunduğunu söyleyen Güller, yeni dönemde Ankara’nın ekonomik ihtiyaçlarının belirleyici olacağı görüşünde:
“Kalın, Biden bir telefon görüşmesi yapacağını söylemişti. O görüşme de şu anlama geliyor; bir önceki dönemde farklı olarak Biden-Erdoğan ilişkisinin daha sıcak götürülmesini en azından Washington’un gösterdiğini anlıyoruz. Kaldı ki Ankara’nın da bu görüşmelere sunduğunun tersine çok istekli olduğunu biliyoruz. O görüşmeler soğuk diye veryansın ettiklerini de gerçekte biliyoruz. Ama seçmenin önüne hep farklı bir tonda koydular. Amerika’ya karşı mücadele ediliyormuş gibi koymuşlardı, onu da bu vesileyle düzelteceklerini görmüş olacağız. Ama iş işten seçim bittiği için geçmiş olacak. Ne olursa olsun Türkiye’nin önündeki önemli sorunlar konusunda dengeciliğin devam edeceğini ama bunu tartan terazinin topuzunun kantarın hangi tarafına doğru ağırlık vereceğinin birazcık ekonomi ihtiyaçlarını belirleyecek gibime geliyor. Türkiye’nin en önemli sorunu gayri safi yurtiçi hasılanın borçlanması. Bu borçların ana parasının faizlerini ödemekte bile zorlanılan bir durum. Bunun belki bir erken seçimi dayatabileceği koşullardayız. Bu kantarın topuzunun dengecilikte ne tarafa kaydırılacağına yol açacak. Nerelerden sıcak para bulunabileceğine bağlı olarak da o dengeciliğin ayarını değiştireceklerdir.”