GÖRÜŞ

Deprem toplumun psikolojisini nasıl etkiledi?

Hayatını kaybedenlerin sayısının 45 bini aştığı, konutların yanı sıra hastanelerin, devlet kurumu binalarının ve havalimanının zarar görüp yıkıldığı depremlerin toplumun psikolojisini nasıl etkilediğini değerlendiren Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım’a göre, yaşananlar insanların güven sınırlarını aştı.
Sitede oku
Türkiye’de gerçekleşen Kahramanmaraş ve Hatay merkezli depremlerde 45 bini aşkın kişi hayatını kaybetti. 11 şehrin deprem bölgesi ilan edildiği doğal afet neredeyse 14 milyon kişiyi doğrudan etkiledi. Konutlarla beraber hastanelerin, yolların, havalimanlarının da zarar gördüğü depremlerde enkaz kaldırma çalışmaları hala devam ediyor, arama kurtarma çalışmaları ise sona erdi. 100’den fazla ülkenin Türkiye’ye yardıma geldiği afette Türk halkı da bölgeye destek bulunabilmek adına kampanyalar düzenlemeye devam ediyor.
Dünyanın çeşitli yerlerinde afet sonrası yapılan araştırmalar, deprem gibi afetler sonrasında buna maruz kalmış insanlar ve toplum üzerindeki psikolojik etkilerinin devam ettiğini gösteriyor. John Hopkins Halk Sağlığı Okulu tarafından 2015 yılında Nepal’de gerçekleşen depremin ardından yapılan araştırmanın sonuçlarında deprem ile depresyon arasında anlamlı bir korelasyon bulundu. 1976 Çin’in Tangshan şehrinde gerçekleşen 7.8 büyüklüğündeki depremin uzun süreli etkilerini ölçen bir başka araştırmaya göre ise deprem sırasında akrabalarını kaybetmiş hayatta kalanların depresyona girme olasılığı, depremi yaşamamış olanlara göre yaklaşık üç kat daha fazla. Peki, Türkiye’de yaşanan depremler toplumun psikolojisini nasıl etkiledi? Neler yapılmalı? Türkiye Psikiyatri Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ejder Akgün Yıldırım, Sputnik’e değerlendirdi.

‘Felaket yaşandığında hemen herkes deprem bölgesine yardım etmeye çalıştı, tüm toplum depremle karşılaşmış oldu’

Prof. Dr. Yıldırım yaşanan depremleri tüm Türkiye’yi etkilediğine işaret ederek “Birçok insanın zaten, başka yerde de yaşasa, bu illerle bağlantıları vardı. Bir şeyler kaybettiler, bu kayıp illa insan olmak zorunda değil. Şehirlerinin sokakları, anıları, bazılarının evleri, yakınları, maddi kayıplar. Ama ikinci bir olay gerçekleşti. Bu bölgede yaşayan insanlarımız güvenli alanlara gitmek adına tüm Türkiye’ye dağıldılar. Yani nereye baksak zaten bu depremden etkilenmiş biriyle karşılaşıyoruz. Üçüncüsü de, böylesi bir felaket yaşandığında Türkiye’deki hemen hemen herkes bu bölgeye bir şeyler yapmaya çalıştı. Depreme ilişkin her sözcük her görüntü hepimize ulaşmış durumda. Böyle bir durumla birlikte tüm toplum depremle karşılaşmış oldu. Doğrudan yaşayarak ya da acıyı paylaşarak diyelim” diye konuştu.

‘Hem bir acıya üzüldük hem de geleceğimizin nasıl olacağı konusunda endişeye kapıldık’

Toplumda ‘oradaki insanların acısını azaltacak bir şeyler yapabilir miyim’ duygusunun son derece güçlü yaşandığını söyleyen Yıldırım “Öyle ki herkes düzenli ya da düzensiz elindeki kıyafetten, yiyeceğe kadar ‘bunu nasıl paylaşabilirim’ duygusuyla hareket etti. Şimdi ikinci bir gerçeklikle karşı karşıyayız. O da bu depremin Türkiye’nin gerçeği olduğu. Aslında yıllardır böyleydi zaten, önemsenmiyordu. Şimdi başta İstanbul olmak üzere Ege ve depremi yaşayan bölgede bir deprem gerçeği olduğunu ve bulunduğumuz yerin, yaşadığımız çevrenin, binamızın yapı güvenliği açısından nerede olduğu ya da bir deprem olduğunda organize bir şekilde yardım alıp alamayacağımızı birçok yönden herkes kendi depremini düşünüyor halde. Hem bir acıya üzüldük hem de bu acının yanında geleceğimizin nasıl olacağı konusunda bir endişeye kapıldık” dedi.

‘Deprem insanların güven sınırlarını aştı, çaresizlik ve yalnızlık hissi insanlarda duygusal etkilenme yarattı’

Depremin iki nedenden ötürü insanların güven sınırlarını aştığını aktaran Yıldırım “Biz yaşamımızda bir şekilde kendi içerimizde bir güven atfeder ve bu şekilde yaşarız. Depremler aslında yerkürenin, yaşadığımız zeminin ve binaların çok güvenli olmadığı açısından güven sınırımızı aşar. Şu örneği vereyim. Eskiden ormanlar yanardı. Ama geçtiğimiz yıllarda şehirler, kasabalar da yanmaya başladı. Bizim için ürkütücü oldu çünkü beklemediğimiz bir durumdu. Deprem her ne kadar gerçeğimiz olsa da yönetemediğimiz, kontrol edemediğimiz ve gerçekleştiğinde büyük yıkım yapan bir olay. Bu yüzden insanda çok güçlü bir çaresizlik, yalnızlık ve güvensizlik durumu yaratır. Bu da geleceği belirsiz kılar. Diğer bir nedeni ise ‘bu deprem olduğunda ben bundan etkilenirim ama etkilendikten sonra acaba ben kurtarılır mıyım, yardım alabilir miyim, geleceğim ne olur’ düşüncesi. Bu alanda da güven sınırı aşıldı. Bu yüzden bence 6 Şubat Maraş-Hatay depremi, ben iki yeri anıyorum, hem deprem gerçeğini hem de deprem sonrası gerçeği hakkında insanların yaşamlarını bir anda güvensiz, belirsiz hale getirdi. Doğaldır ki insanlar güvensiz ve belirsiz hissettiklerinde kendini çaresiz ve yalnız hisseder. Çaresizlik ve yalnızlığın hepsini birlikte depreştirdiği için birçok kişi duygusal etkilenme yaşamakta” ifadelerini kullandı.

‘Bunu atlatmayalım, depremin yarattığı kaygı ve korku toplumun geleceğini daha güvenli hale getirecek bir dönüşümü başlatsın’

“Bunu atlatmayalım. Bir psikiyatrist, Türkiye Psikiyatri Derneği Başkanı olarak; bu kaygıyı, daha sıradan bir durum, yaşamı gelecekte sınırlı etkileyecek bir gerçek olsaydı hızlıca bunun toparlanması için neler yapardık diye konuşurduk” diye konuşan Yıldırım sözlerine şu şekilde devam etti:
“Ama bugün yapmamız gereken şey bunu atlatmak değil, böyle bir kaygıyı ve korkuyu daha rasyonel bir yöntemle geçirmeyi sağlamak. Bu geleceği güvenli kılacak adımlar atmaktır. Çünkü daha önceki depremlerde olduğu gibi unutma yöntemini belirleyebiliriz. 99 depremini unuttuk biz. Yıkılan yapıların önemli bir kısmı 99 sonrası yapılanlar ya da 99’da yapılanlar yenilenmedi. Bu kültür elbetteki öncelikle insanların sorunu değildir. Öncelikle kurumların sorunudur. Devlet kurumları bu kültürü yaşatmalı. Ama toplum da bunu yaşatmalı ve takipçisi olmalı. Bu yüzden ben bu acıyı, etkilenmeyi hemen geçirmeyelim düşüncesindeyim. En azından bu depremi yaşamış insanların acısı hürmetine, doğrudan maruz kalmamış insanların etkilenmesi toplumun geleceğini daha güvenli hale getirecek bir dönüşümü başlatsın. Bu acıyı, korkuyu anlamlı hale getirelim derim. Etkilenme biraz kalsın, bize güvenli bir gelecek yaratınca azalmaya başlasın derim. Yoksa insanlar maalesef çabuk unutmaya eğilimlidir.”

‘Yaşananlar gerçekliğini kaybetmeyecek ancak bu depremi yaşayanların gelecekte çok kötü bir ruh sağlığına sahip olacakları anlamına gelmiyor’

Depreme maruz kalanların kayıp yaşadıklarına ve yaşamlarının aniden altüst olduğuna dikkat çeken Yıldırım “Bu durum hiçbir zaman gerçekliğini kaybetmeyecek. Bu yüzden biz kişilere ne zaman sorarsak soralım bu anılar onlar açısından sıkıntılı anılar olacak çünkü bu hayatın gerçeği. Ama bu o bölgede depremi yaşayan insanlar gelecekte çok kötü bir ruh sağlığına sahip olacakları anlamına gelmiyor. Gelecekte elbette bunu yaşayan insanlar değişmiş ve etkilenmiş olacaklar. Eninde sonunda insan yaşamıyla bağ kuracaklar.Onların bu yaşamla bağ kurmasını güçlendirecek bize ait olan birkaç ödev var. Bu ödevlerden birincisi, bu kişilerin yaşamış oldukları zorlukta yalnız bırakmamak üzere yükümlüyüz. Biz bu kişilerin yaşadığı zorlukların toparlanması konusunda kurumları takip etmekle yükümlüyüz. Bu insanları destek almaları, yaşamlarının hızla kurgulanması bir vatandaşlık hakkı. Basit bir örnek vereyim. Bu bölgede çalışan bir işçinin bugün işe gidememesi kadar doğal bir şey yok. Çünkü evi dağıldı, ailesini güvenli bir yere götürüyor. Çalışıp çalışmamakla hayatı nasıl organize edeceğini bilmiyor. Bu kişi işe gelmedi diye iş akdinin feshedilmesi kabul edilemez. Bu konuda çok güçlü, net kararlar alınması gerekiyor” dedi ve sözlerine son verdi:

‘Geleceği daha güvenli hale getirirsek bu kişilerin acıları azalacaktır, adalet arayışlarında yanlarında olmalıyız’

“Elbette ki bu kişilerin adaleti arama durumlarında yanında olmamız gerekiyor. Bu evlerin önemli bir kısmının yapı güvenlik sorunu vardı. Biz burada kişilerin kendilerine değil bunun yeterince denetlenmemesi üzerinden sorumluları bulmamız lazım. Bu adalet arayışında onların yanında olmalıyız. Eğer geleceği daha güvenli hale getirirsek bu kişilerin acıları azalacaktır. Çünkü ‘ben bunu yaşadım ama toplum değişiyor, en azından gelecek daha güvenli olacak, yitirdiğimiz insanların mezarlarına daha rahatlamış bir vicdanla gidebilme şansına ereceğiz’ diyeceklerdir. Bu yüzden adalet arayışlarında, sosyal yaşamlarının güvenceye kavuşmasında, geleceği daha güvenli kılma adına yanlarında olmak bu insanların hem acısını azaltacak hem de bizim yükümlülüklerimiz anlamında başta gelen ödevler gibi görünüyor.”
Yorum yaz