Türkiye’yi vuran depremlerin ardından ilişkilerin sıkıntılı olduğu komşular Yunanistan, İsrail ve Ermenistan’ın ardından Batı ile ‘deprem diplomasisinin’ dikkat çekici iki konuğu oldu. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in hemen ardından ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, iki yıl sonra ilk resmi ziyaretini gerçekleştirdi. İki ziyarette de ‘deprem’ vesile ederken, NATO’nun genişlemesi ve İsveç ile Finlandiya’nın üyeliklerinin Türkiye parlamentosu tarafından bir an önce onaylanması öne çıktı.
İki önemli ziyaretle Ankara’ya verilen mesajlar ve Erdoğan yönetiminin tutumunu Cumhuriyet Gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller ile konuştuk.
‘Stoltenberg ve Blinken üç gün arayla ziyaretleri daha çok deprem fırsatçılığıydı’
Mehmet Ali Güller’e göre, Türkiye deprem acılarını dayanışmayla gidermeye çalışırken pek çok müttefik ülkeden destek gördü. Ancak Güller, ABD ve NATO üzerinden yürütülen ‘deprem diplomasisi’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelikleri için bir baskı işi olduğunu belirtti. Blinken’den önce Türkiye’yi Stoltenberg’in ziyaret ettiğini anımsatan Güller, NATO Genel Sekreteri’nin bir de İsveç’in düzenleyeceği bir bağışçılar konferansı açıklayarak ‘siyasi rüşvetle’ bir nevi ‘NATO’ya üyelik aidatıyla’ geldiği değerlendirmesinde bulundu:
“Biz acılarımızı dayanışmayla gidermeye, depremin ağırlığını azaltmaya çalışırken, Türkiye’nin esasında müttefiki olan pek çok ülke de dayanışma duygularını ifade ettiler. Hem insani anlamında arama kurtarma ekibi, hem de maddi yardımlarla dayanışma gösterdiler. Bu aynı zamanda son yıllarda uluslararası ilişkiler literatürüne deprem diplomasisi diye bir kavramı da sokmuş oldu. Deprem diplomasisini 1999’da Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde gördük, bir fırsata dönüştürüldü. Türkiye-Yunanistan ilişkilerinde de bir onarıma gidiliyor. Bu birtakım ilişkileri restore etmek amaçlı değil de daha çok Amerika ve NATO’nun Türkiye’nin onayını bekleyen İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini onaylamasını baskıya dönüştürme işi gibi görünüyor. Hem Stoltenberg hem de Blinken üç gün arayla ‘deprem diplomasisi’ yürüttüler ama yaptıkları daha çok ‘deprem fırsatçılığıydı’. Blinken’dan önce Stoltenberg ziyareti var, o bir yumuşatıcı görev, ön açma işi gibi göründü. O çok ilginç bir ziyaretti. Stoltenberg’in cebinde bir siyasi rüşvetle geldiği ortaya çıktı. Çavuşoğlu ile basın toplantısı sırasında İsveç ve Finlandiya’nın Türkiye’nin depremle mücadelesinde nasıl dayanışma gösterdiğini överek anlattıktan sonra bir duyuru yaptı, ‘İsveç mart ayında uluslararası bir bağışlar konferansı düzenleyecek’ dedi. Türkiye’nin NATO içinde bir sürü müttefiki var, neden İsveç? Hele bağışlar konferansı gibi Türk nüfusunun yaşadığı bir Almanya, Fransa, Hollanda değil de niye İsveç? Görünen o ki bu bir siyasi rüşvet, bir NATO’ya giriş aidatı gibi. Yani İsveç, Türkiye için deprem bağışı toplayacak, karşılığında Ankara da yumuşamış ve İsveç’in üyeliğini onaylamış olacak. Hesap bu, oldukça kaba bir yöntemle yapılmış bir iş. Deprem fırsatçılığıyla bir NATO üyelik meselesini buluşturarak olarak önümüzde duruyor.”
‘1.4 milyarı vermiyor ama yaptığı 185 milyon dolar yardımla bir PR çalışması yapıyor’
Stoltenberg’den üç gün sonra gelen Blinken’ın da İsveç-Finlandiya’yı öne çıkardığını anımsatan Güller, ABD Dışişleri Bakanı’nın Ankara yerine İncirlik’e inip şov yapmasına dikkat çekti. Blinken’ın deprem yardımını 185 milyon dolara çıkardıklarını açıklamasını eleştiren Güller, Türkiye’nin F-35 projesinden çıkarılmasına ancak ödediği paranın iade edilmemesine atfen “ABD’de Türkiye’nin parasına çöktüğü bir 1.4 milyar doları var” anımsatması yaptı. Güller, Çavuşoğlu’nun ise ABD’den parasını geri almak için hala müzakere yaptıklarını söylediğini vurguladı:
“Bu olduktan üç gün sonra Blinken geldi. Onun ziyaretinin odağında da İsveç ve Finlandiya vardı ama önce önemli bir halkla ilişkiler faaliyeti yaptı. Ankara’ya değil İncirlik’e indi, orada büyük bir şov vardı. Amerikan Büyükelçisi Flake’in de bulunduğu bir zincir kurdular, Amerikan askerleri, Blinken ve Flake elden ele koli taşıyarak bunun reklamını yaptılar. Beyaz Miğferler ile Blinken’ın İncirlik’te görüşmesi vardı, çok üzerinde durulmadı. Sonra Çavuşoğlu ile helikoptere binip deprem bölgesini havadan izledi. Mikrofonların karşısına geçti, Türkiye’ye daha önce 85 milyon dolarlık yardım paketi açtıklarını söylemişti, şimdi bunun üzerine 100 milyon daha ekleyerek 185 milyon dolara çıkardığını ballandıra ballandıra anlattı. 185 milyon dolar, Amerika’nın ekonomik büyüklüğüyle ve Türkiye’ye diğer ülkelerin yaptığı yardımlarla kıyaslandığında dişe dokunur bir yardım değil. Türkiye’nin bu 185 milyon dolarlık yardıma ihtiyacı da yok. ABD’de Türkiye’nin parasına çöktüğü bir 1.4 milyar doları var. S-400 nedeniyle F-35 projesinden Türkiye’yi çıkarttılar, hem uçakları vermediler hem de verilen 1.4 milyarı geri ödemediler. 1.4 milyarı vermiyor ama yaptığı 185 milyon dolar yardımla bir müttefike ne kadar bağış yaptığını gösteren bir PR çalışması yapıyor. Bu ikiyüzlü bir tutum. Bir yurttaş olarak beni daha çok üzen ise şu oldu; Blinken ile Çavuşoğlu’nun basın toplantısında bu 1.4 milyar dolarlık alacak gündeme geldi. Çavuşoğlu ‘Bu paranın geri ödenmesi için Amerika ile müzakerelerimiz sürüyor’ dedi. İki yıldır Türkiye’nin parası orada ve Amerika o paraya çökmüş durumda, vermiyor ve bunun müzakereleri sürüyor. Yani Türkiye kendi parasını alabilmek için Amerika ile müzakere ediyor.”
‘Sanki Ankara’nın tonunu yumuşattığı izlenimi var’
Güller, Erdoğan’ın ocak ayı sonunda İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerinin ayrı değerlendirileceği söylemine karşın Stoltenberg ve Blinken’in ziyaretinde durumun değişmiş göründüğünü söyledi. Güller, Çavuşoğlu’nun Türkiye’nin tonunun yumuşadığına işaret eden sözlerine atıfta bulundu:
“Çavuşoğlu-Blinken görüşmesinin odağında İsveç ve Finlandiya konusunun olduğu aşikar. Türkiye ocak ayının sonuna doğru Erdoğan’ın ağzından bu konuda yeni bir çizgi ilan etmişti. Erdoğan, Finlandiya’nın üyeliğine olumlu baktıklarını söyleyerek, bu kararı aldıklarında İsveç’in şoke olacağını belirtmişti. Yani Türkiye fiilen İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini birlikte değil ayrı ayrı değerlendireceğini, daha olumlu yaklaşılan Finlandiya’nın üyeliğini onaylayacağını, Kur’an yakma eyleminden tutun da terör konusunda hala istenileni yapmayan İsveç’in üyeliğini kabul etmeyeceğini ifade etmişti. Yeni durumda hem Stoltenberg hem Blinken ile yapılan görüşmelerde ise iki tarafın da üyeliklerini aynı anda onaylama zamanı geldi mesajları vardı. Bunu Stoltenberg çok açık şekilde söyledi. 3 gün sonra Çavuşoğlu’nun Blinken ile yaptığı basın toplantısında İsveç konusunda ifadelerine bakılırsa sanki Ankara’nın tonunu yumuşattığı izlenimi var. Bir kere Çavuşoğlu, İsveç Başbakanı’nın iyi niyetli olduğunu, o iyi niyetin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da gördüğünü ve takdir ettiğini, İsveç’in kimi olumlu adımlar attığını ama kalan adımların da atılabilmesi için İsveç’in teşvik edilmesi gerektiğini söylüyor. Bunlar tonun düştüğünü belirten ifadeler.”
‘Çavuşoğlu’nun açıklaması vahim’
Güller, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Blinken ile basın toplantısında ‘İsveç’in üyeliğini terör örgütleri engellemek istiyor’ diyerek vahim argümanlar kullandığı görüşünde. Güller, “O zaman sizin tersine onaylamanız lazım” derken, ‘İsveç’in üyeliği halinde PKK ve FETÖ’ye baskı yapmak zorunda kalacağının’ dile getirilmesinin daha vahim olduğunu belirtti. Güller, “NATO’nun patronu ABD niye o baskıyı uygulamıyor” diye sordu:
“Diğer yandan Blinken ile basın toplantısında Çavuşoğlu yine tersinden İsveç’i savunan bir argüman kullandı, ‘Terör örgütleri İsveç’in NATO üyeliğini engellemek istiyor’ dedi. Bu vahim. Daha önce de bu açıklamayı yapmıştı. Bu her tarafından dökülen bir açıklama. Velev ki Çavuşoğlu’nun dediği doğru olsun, o zaman Türkiye de aynı pozisyona düşmüş olur. Terör örgütleri engellemek istiyorsa sizin tersine NATO üyeliğini onaylamanız lazım. Daha da önemlisi, Çavuşoğlu’nun ‘terör örgütleri İsveç’in NATO’ya üyeliğini engellemek istiyor’ tezine ürettiği gerekçenin bir tuhaf olması; ‘İsveç, NATO’ya üye olursa hem PKK hem FETÖ’ye baskı uygulamak zorunda kalır’. Bu vahim bir açıklama. Bunu Blinken ile basın toplantısında da söyledi. Bir kere NATO üyeliği terör örgütlerine baskı yapmanın aracıysa, NATO’nun patronu olan Amerika niye o baskıyı uygulamıyor? Tam tersine bu iki terör örgütünün de ana sponsoru Amerika, arkasında olan birine darbe yaptıran, silah yardımı yapan Amerika değil mi? Bu nasıl NATO üyeliği zorunlu baskısıymış da İsveç üye olunca terör örgütlerine baskı yapacak ya da Amerika yapmıyor? Türkiye’nin Dışişleri Bakanı’nın Amerikan Dışişleri Bakanı ile basın toplantısında bunları dile getiriyor olması oldukça düşük profil göstergesi.”
‘Stoltenberg ile Blinken’ın Erdoğan’la ne konuştuğunu bilmiyoruz’
Hem Stoltenberg hem Blinken’in Erdoğan’la da görüştüğünü belirten Güller, ancak bu konuda bilgilendirme yapılmadığı için içeriğin bilinmediğini vurguladı. Güller, Çavuşoğlu’nun ‘kararı Cumhurbaşkanımız verecek’ dediği bir durumda ne Türk Cumhurbaşkanlığı, ne NATO, ne de ABD Dışişleri’nin sitesinde fotoğraf dışında bir bilgi yer almadığını anımsattı:
“Bir ilginçlik var, 3 gün arayla iki ziyaret yaşadık, Stoltenberg ve Blinken. Her ikisinin görüşmeleri de çok benzer. Hem Çavuşoğlu hem Erdoğan ile görüştüler. Her ikisinin Çavuşoğlu ile ne görüştüğünü biliyoruz. Erdoğan ile ne görüştüler bilmiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı sitesinde de, NATO’nun sitesinde de, Amerikan Dışişleri Bakanlığı sitesinde de bu görüşmeler hakkında bir bilgi yok. Sadece el sıkışma görüntüleri var. Böylesi kritik konuların masaya yatırıldığı görüşmeler. Çavuşoğlu zaten durumu Stoltenberg ile toplantıda ifade ederek, ‘O kararı zaten cumhurbaşkanımız verecek’ demiş. O zaman Erdoğan’ın önce Stoltenberg ile sonra Blinken ile en azından konu başlıkları üzerinden ne konuştuğunun kamuoyunda açıklanması gerekirdi. Bu olmadığı için biz Batı basınında yapılan kimi yorumları anlamlandırmaya çalışıyoruz. Batı basınında birkaç yorumcunun özellikle Stoltenberg-Erdoğan görüşmesinden sonra Türkiye’nin İsveç’in de NATO üyeliğini onaylama noktasına geldiğini ifade eden yorumları oldu. Bu ne kadar doğru bilmiyoruz. Ama bizim elimizde kendi kamuoyuna bu önemli açıklama yapılmadığı için Batı basınındaki bu yorumları görmek dışında elimizde bir seçenek kalmıyor.”
‘Ankara, Türkiye’yi tehdit eden dolayısıyla NATO’yu da ediyor bağlantısını kabul ettiremedi’
Güller, Blinken’le basın toplantısında Çavuşoğlu’nun IŞİD’la mücadele ve PYD/YPG’ye atfen ‘terörizmle mücadelede terör örgütleri kullanımı’ yorumunun nafile olduğu görüşünde. Güller devletler arası ilişkiler düzleminde ‘terör’ tanımının ortak olmadığını anımsatırken, Ankara’nın NATO içinde ‘terör ve terör örgütleri’ algısını kabul ettiremediğini belirtti:
“Bu acayiplik zaten terörün tanımının ve teröristin kim olduğunun devletlerarası ilişkiler düzleminde ortak yerinin olmamasından kaynaklanıyor. Türkiye için terör örgütü olan Amerika için müttefik oluyor. Avrasya-Asya ülkelerinin durduğu yerle Batı ülkelerinin durduğu yer farklı olduğu için birileri diğerlerinin terör örgütüne dost ülke gibi bakabiliyor. Örneğin Çin’in Sincan’da ayrılıkçı Doğu İslam Partisi üyeleri, hatta Suriye’de de Esad’a karşı savaştığını biliyoruz, Çin için terör örgütüyken tersine Amerika açısından desteklenen dost kuvvet. Türkiye için ÖSO dost kuvvetken Esad için terör örgütü. Bu konularda zaten mutabık olmama durumu var. NATO’nun Çin’i baş rakip, Rusya’yı yakın tehdit kabul eden yeni strateji konsepti açıklanırken de Ankara bunu formüle etmeye çok uğraştı. Terör örgütlerini de NATO için tehdit unsuru olarak koyarsak Türkiye’yi tehdit eden dolayısıyla NATO’yu da ediyor bağlantısı üzerinden bunu koymaya çalıştı. Fakat bu konudan bir konsensüs oluşması zaten mümkün değil. Amerika açısından Blinken da açıkça Türkiye bunu masaya getirdiğinde IŞİD örneğini vererek işin içinden çıkmaya çalıştı.”
‘Türkiye F-16 alayım diyor, parasını veriyor ama ABD onu da şarta bağlıyor’
Güller ABD’nin diplomasiyi yürütüş biçimini şu sözlerle ifade etti: “F-35’i vermiyor, parasını da vermiyor. Türkiye parasını almak için ‘Bari F-16 alayım’ diyor. Onları alabilmek için müzakere yapıyorsun, onu da İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınması şartına bağlıyor”:
“Amerika’nın diplomasiyi nasıl yürüttüğünü anlamamız için de enteresan bir örnek; F-35’i vermiyor, parasını da vermiyor. Türkiye parasını almak için ‘Bari F-16 alıyım’ diyor. Onları alabilmek için müzakere yapıyorsun, onu da İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya alınması şartına bağlıyor. Çevrimiçi halka gibi, hepsi birbirine bağlı olduğu için hiçbiri çözülemeyen bir meseleye dönüyor ve Türkiye’nin parası da uçağı da el konulmuş duruyor. İsveç’in kendisi bir gün AKP hükümetinin taleplerini yerine getirse bile Türkiye’nin kategorik olarak İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğini onaylamamasında sayısız yarar var; kendi ulusal çıkarı, bölgesel ve kıta çıkarı bakımından… NATO’nun genişlemesinin hele de kuzeyde 1300 km’lik bir Finlandiya sınırıyla Rusya’ya iyice abanmış olması ve Atlantik buzulunun çözülerek yeni bir enerji ve savaş alanı olmasıyla bütün bunlar dönüp dolaşıp Türkiye’yi komşusuyla olumsuz etkileyecek noktalara götürecektir. O nedenle Türkiye’nin kategorik olarak NATO’nun genişlemesine karşı çıkan bir politika izlemesinde yarar var.”