GÖRÜŞ

Powell’ın ‘yanlış istihbarata’ dayanan konuşmasının üzerinden 20 yıl geçti: Irak neler yaşadı?

Daha sonra ‘kariyerinde kara bir leke’ olduğunu açıklayan dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın BMGK’da Irak’ın işgali için yaptığı ikna konuşmasının üzerinden 20 yıl geçti. Irak’ın işgal süresince ve sonrasında yaşadıklarını Eski Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen ve ORSAM uzmanı Oytun Orhan anlattı.
Sitede oku
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İngiltere ile planladıkları Irak işgalini meşrulaştırmak ve ülkelerin desteğini almak amacıyla gerçekleştirdiği konuşmanın üzerinden tam 20 yıl geçti. Powell’ın neredeyse bir buçuk saat boyunca yaptığı ikna konuşmasının en akılda kalan kısmı ise Irak’ın, daha sonra yanlış olduğu ortaya çıkan ‘kesin’ istihbaratı güçlendirmek için elinde salladığı küçük bir şarbon şişesi oldu. Powell daha sonra bu konuşmanın ‘kariyerinde utanç duyduğu kara bir leke’ olduğunu açıkladı.
Daha sonra ABD Başkanı George W. Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair’ın defalarca ‘hiçbir şüpheye yer bırakmadığını’ söyledikleri kimyasal ve biyolojik silah istihbaratının Irak’ın elinde bulunmadığı BM Silah Denetleme Komisyonu tarafından açıklandı. BMGK’dan onay alamayan ABD ve İngiltere ‘Çok Uluslu Güç’ koalisyonunu kurarak Irak’ı işgal etti. Bu işgalin sonucunda Irak’ta yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, ülkenin lideri Saddam Hüseyin kameralar karşısında idam edildi, hava saldırılarıyla ülkenin altyapısı yok edildi ve Irak işgalin tetiklediği bir iç savaş yaşadı. Eldeki şarbon şişesiyle başlayan işgalin sembolleri, ABD askerlerinin yıktığı Hüseyin’in heykeli ve işgal kuvvetlerinin Ebu Gureyb Hapishanesi’ndeki işkenceleriyle devam etti. Irak’ta halihazırda hala ABD askerleri bulunuyor.
Türkiye’nin en büyük sınır komşularından biri olan Irak’ta planlanan işgal, 2003’te TBMM’nin de gündemindeydi. ABD kuvvetlerinin işgal için Türkiye’deki üsleri kullanmak istemesi üzerine, buna izin vermek için oylanan 1 Mart Tezkeresi mecliste 3 oyla salt çoğunluğa ulaşamadı. Zamanın CHP Genel Sekreteri Önder Sav’ın yaptığı konuşmada Amerikan gemileri için ‘düşman gemileri’ ifadelerini kullanmış ve ret oyu verilmesini istemişti. Ancak meclise, o dönemde başbakanlık görevinde bulunan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 19 Mart’ta tekrar getirilen tezkere bu sefer kabul edildi ve ertesi gün Irak’ın işgali başladı.
‘Yanlış istihbarata’ dayanan ABD’nin Irak işgalini 1 Mart Tezkeresi zamanında Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı görevinde olan Kürşad Tüzmen ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nden (ORSAM) Oytun Orhan Sputnik’e değerlendirdi.

‘Milletvekillerinin acemilik dönemi olduğu için herkesin ne yapacağını bilmediği, grup kararının alınmadığı bir zamandı’

Tüzmen, Powell’in konuşmasının ‘yalanı hakikatmiş gibi göstermeye olan ihtiyaçlarından kaynaklandığı söylereyek, 1 Mart tezkeresi zamanında yaşananları “Ben Mart tezkeresi sırasında Mısır’a serbest ticaret anlaşması yapmaya gitmiştim. Ama öğlene kadar meclisteydim ve şunu gördüm. Bir grup kararı alınmadı. Herhangi bir şekilde ‘evet’ ya da ‘hayır’ diyeceksiniz şeklinde baskı yapılmadı. Tezkerede ciddi bir şekilde içerideki milletvekillerinden konuşma yaptılar, kimileri artısını kimleri eksisini savunuyordu. Ama o sırada AK Parti’nin çok yeni olduğu bir dönemdi, partinin içerisinde yeterli profesyonellik yoktu. Milletvekilleri birbirlerini tam olarak tanımıyorlar ve tüm kurullar birbirlerine yeterince hakim olamıyorlar. Bu tezkere AK Parti’nin acemilik döneminde geldi” dedi ve şunları ekledi:
“Partinin genel başkanı o sırada Recep Tayyip Erdoğan’dı. Recep Tayyip Erdoğan daha çok tezkere yanlısı bir çalışmaya gayret gösteriyordu. Abdullah Gül ve beraberindeki ekipler de tezkereye karşı bir çalışma yaptıklarını düşündüren çalışmaları vardı. Dışarıdan baktığımızda bu şekilde görülüyordu. Dolayısıyla millet ne yapacağını tam olarak bilemiyordu. O zaman çift başlı bir yönetim tarzı vardı. Genel başkanımız o sırada başbakan, bakan, milletvekili olamamıştı. Tayyip Bey’in çalışmaları aslında o dönemde tezkerenin çıkması yönündeydi, çıksa daha iyi olur düşüncesindeydi. Abdullah Bey’in de çıkmaması yönünde bir çalışması vardı. O dönemi tarif edecek olursak milletvekillerinin acemilik dönemi olduğu için herkesin de ne yapacağını bilmediği, bir grup kararının alınmadığı bir zamandı.”
Tüzmen, verilen ret kararının hem komşu ve çevre ülkelerde hem de İslam dünyasında olumlu karşılandığını, aynı zamanda Türkiye’nin Batı, NATO ve ABD ile olan ilişkilerinde ‘kırılma’ yarattığını belirtti.

‘Yakın zamanda Türkiye’yi de dahil ettikleri, İslam ve Türk devletlerine ciddi bir şekilde çalışma yapıyorlar’

ABD işgalinin Irak’a verdiği zararı da yorumlayan Tüzmen “Benim gençliğimde en değerli para birimi Irak dinarıydı. Yediği darbelere, savaşlara rağmen yüksek petrol geliri olması nedeniyle çok kısa zaman kendisini toplama performansı gösteren bir ülkeydi. Belki binlerce köprü uçuruldu, iki sene içerisinde o köprüler yerine geldi. Bunların hidrokarbon gelirleriyle yapıldığı ortada ama Irak’ta insanlar eğitimsiz kaldı. Irak’ta eğitimsiz kalan bu kitlelerin sorumlusu kim? Irak’ın elindeki tüm kaynaklara rağmen bunu kullanamayan, kuzeye ayrı, merkeze ayrı, yurtdışına ayrı bir kısmını veren bir hale gelmesinin sebebi kim? Irak kendi başına bırakılsa çok daha kuvvetli bir şekilde kendisini dünya platformlarında gösterebilirdi. Ancak demokrasi ihraç edilemeyen bir rejimdir, çünkü karşıda bir ithalatçısı yok. Sadece dünyanın bütün ülkelerinde olduğu gibi içerisinde hainleri vardır, dışarıdan bazı şeyleri ülkelerine getirtmeye çalışırlar. Irak’ta olduğu gibi bu sırada ülkelerini kaybederler. Suriye’de de kısmen olduğu gibi. Ama genelde strateji bu bölgede, yakın zamanda Türkiye’yi de dahil ettikleri, İslam ve Türk devletlerine ciddi bir şekilde çalışma yapıyorlar” ifadelerini kullandı.

‘Irak’taki başıboş yapılanmada bütün terör örgütlerinin son derece rahat bir şekilde palazlandığı bir ortam bulundu’

ABD’nin ilk önce Suriye’yi hedeflediğini ancak bunun engellendiğini söyleyen Tüzmen “Kitle imha silahı var’ bahanesini çıkararak Irak’a girdiler. Tabii, Türkiye bu sırada elindeki tüm araçları kullanamadı. Dediğim gibi, hepimizin acemiliğine geldi. En son gittiğimde Saddam bana ‘onurlu bir çözüm bul’ dediğinde hakikaten ne yapabiliriz diye düşündük. Ben onu Türkiye’nin içerisinde bir yere koyalım diye düşündüm. Ben Irak’ın İran’a teslim edileceğini düşünüyordum. Nitekim şu an başka türlü de olmadı. Şu anda İran ağırlıklı bir rejim orada devam ediyor. Ama eski ticareti, dünya ticaretinden aldığı pay yok. Hidrokarbon gelirleri merkezi hükümete dağılmıyor. Tabii, bu başıboş yapılanmada bütün terör örgütlerinin son derece rahat bir şekilde palazlandığı bir ortam bulundu. Bu bence Türkiye’ye karşı yapıldı, biz bunlarla mücadele ediyoruz. Türkiye’nin geleceğini tehdit eden unsurları kaldırmak için bu ülke kendi kısıtlı imkanlarıyla bir sürü çalışmayı yapmak zorunda kalıyor” diye konuştu.

‘İşlerine geldiği zaman demokratik olmayan rejimlerle en iyi çalışma sistemini gösteren Batı ülkeleridir’

“Demokrasi ihraç edilebilecek bir rejim ve karşıda da ithalatçısı olmadığı için bunu yapamazsınız” ifadelerini kullanan Tüzmen “Aslında demokratik olmayan rejimlerle en iyi çalışma sistemini gösteren Batı ülkeleridir. Hiç demokratik olmayan ülkelerle işlerine geldikleri zaman sonuna kadar çalışırlar. Saddam bana o zamanlar Eximbank'ın başında olan Donald Rumsfeld ile olan fotoğrafını gösterdi. Aynı masadalar gayet samimi. Sonra da dedi ki 'kızımın yaşadığı evi vurdular'. Bu adam diktatördü diye giriyorsunuz, bu adam eskiden de diktatör değil miydi? İşler iyiyken rejimi görmezden geliyorsunuz” dedi.

‘Türkiye kendi komşularını tekrar keşfetmeye başladı’

Türkiye’nin komşu ülkeleriyle ilişkilerinin geleceğini değerlendiren Tüzmen “Türkiye şimdi komşularını tekrar keşfetmeye başladı. Benim dış ticaret stratejim komşu ve çevre ülkeleri üzerineydi. Çünkü siyaset değil de ticaretle hatların yumuşatılması gerektiğine inanan birisiyim, bu şekilde çalışma yaptım. Arkadaşlarımızla bu coğrafyada rejimleri ne olursa olsun, buna bakmadan, tamamiyle halklar arasında ticareti geliştirelim daha sonra diğer konuları çözmemiz daha kolay olur diye ciddi bir çaba sarf ediyorduk. Şimdi de komşularımızı tekrar keşfetmeye başladık. İlk önce birisi ‘değerli yalnızlık’ diye bir şey salladı ve yalnız kalmanın bir faydası olmayacağı yaşayarak görüldü. Şimdi tekrar Türkiye kendi komşularını geçmişte olduğu gibi gerek ticari gerek siyasi açıdan beraber hareket edilmesi gereken gruplar olarak görmeye başladı” ifadelerini kullandı.

‘Irak hala ABD’nin etnik ve mezhepsel ayrıma dayalı oluşturduğu siyasal yapının ürettiği sorunlarla boğuşuyor’

ABD’nin işgaline kendi müttefikleri de dahil olmak üzere pek çok kurumdan karşı çıkıldığını aktaran Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nden Oytun Orhan “İşgal harekatı sırasında ve sonrasında Irak çok ağır bedeller ödedi. Ama belki bu süreçte Irak’a en ağır darbeyi vuran Amerika’nın işgal sonrasında oluşturduğu siyasi yapı oldu. Amerika Irak’ı işgal ettikten sonra ülkede tamamen etnik ve mezhepsel ayrıma dayalı bir siyasi yapı oluşturdu. Irak işgalden bu yana halen oluşturulan bu siyasi yapının ürettiği sorunlarla boğuşmaya devam ediyor” dedi.

‘Irak, Lübnan benzerinde olduğu gibi ekonomik, siyasi krizlerle boğuşan bir ülke konumuna düştü’

Bu sürecin Irak’ta ‘ulusal kimliği’ ortadan kaldırdığını söyleyen Orhan “Yerel, bölgesel çıkarlar daha fazla ön plana çıktı. Aşınan Iraklı kimliğinin temelinde hiçbir şekilde istikrar üretmeyen bir siyasi ortam oluşmuş oldu. Irak’ta o tarihten bu yana düzenlenen seçimlere bakıldığında hükümetlerin kurulmasının neredeyse yıla varan süreler aldığını gördük. Bu tabii çok ciddi siyasi istikrarsızlıkları beraberinde getirdi. Lübnan benzerinde olduğu gibi ekonomik, siyasi krizlerle boğuşan bir ülke konumuna düştü” diye konuştu.

‘Irak tamamen dış etkiye açık bir ülke haline geldi, bu da ülkenin istikrarsızlığında büyük rol oynadı’

İşgalin ülkede devlet yapılanmasını ve güvenlik güçlerini tamamen ortadan kaldırdığını ifade eden Orhan “Bu ortaya çıkan güç boşluğundan faydalanan terör örgütleri ülkede ciddi zemin kazandı. PKK terör örgütü, El Kaide ve onun türevi olan örgütler, IŞİD çok çarpıcı bir örnek olarak Irak’ta topraklarının önemli bir kısmını kontrol altında tutmayı başardı. Hala çok ciddi bir güvenlik tehdidi olmaya devam ediyor. PKK yine aynı şekilde” dedi ve durumun ülkeye ‘dış müdahaleyi getirdiğini anlattı:
“Irak tamamen dış etkiye açık bir ülke haline geldi. Bir tarafta bölgesel aktörlerin müdahaleleri, özellikle burada İran’ın rolünden bahsetmek gerekir. IŞİD ile mücadele konusunda İran’ın kendi desteklediği yerel milis yapıları Irak sahasında etkili bir konuma geldi. Daha sonra bunları Irak ordusuna entegre ederek güvenlik yapılanması ciddi bir rol elde etti. Neredeyse Irak’ı kontrol eder bir noktaya erişti. Irak’ta da İran’a karşı zaman zaman gösterileri beraberinde getirdi. Amerika etkisi yine devam ediyor, Irak’tan çekilme süreci hala tamamlanmadı. Dış etki de Irak’ın istikrarsızlığında ciddi bir rol oynadı.”

‘Devlet otoritesinin tesis edilememesinin yarattığı bir çok başka sorunla baş etmek zorunda kalan bir Irak ile karşı karşıya kaldık’

Irak’ın petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynaklara sahip olmasına rağmen ekonomik sorunlarla baş etmeye çalıştığını belirten Orhan, ülkenin parçalanmasının da gündeme geldiği “Ülkenin kuzeyinde oluşturulan federal devlet ile merkezi hükümet arasında bir türlü birlik, bütünlük sağlanamadı. Irak’ın parçalanması gündeme geldi ve bağımsızlık referandumuyla bu talepler en üst noktaya ulaştı. Bu süreç şimdilik ortadan kalkmış olsa da fiilen bölünmüş bir Irak’la karşı karşıyayız. Zaman zaman kuzeydeki Kürt güvenlik güçleri ile merkezi hükümete bağlı güvenlik güçlerinin kendi içerisinde savaş noktasına geldiği, çatıştığı bir tablo önümüze çıktı. Dolayısıyla tüm bu geçen sürece baktığımızda, Amerika’nın işgali sırasında ve sonrasında yaşanan insani kayıplar, ekonomik bedeller ama bunun ötesinde ortaya çıkan yapının hiçbir şekilde istikrar üretmediği, terörle, güvenlik ve ekonomik sorunlarıyla devlet otoritesinin tesis edilememesinin yarattığı bir çok başka sorunla baş etmek zorunda kalan bir Irak ile karşı karşıya kaldık” şeklinde anlattı.

‘Irak’ta güçlenen bir egemenliğini tesis etme ve Iraklı kimliğini güçlendirme eğilimi var’

“Irak’ın kendi ayakları üzerinde durabilmesi açısından en önemli unsur kendi egemenliği tesis edebilmesi ve dış aktörlere fırsat vermemesi” ifadelerini kullanan Orhan “Bu anlamda Amerika ve İran’ın Irak’taki rolü istikrarsızlaştırıcı. Bu aktörlerin aralarındaki güç mücadelesi ülkeye istikrarsızlık olarak yansıyor. Ama Irak’ta güçlenen bir egemenliğini tesis etme ve Iraklı kimliğini güçlendirme eğilimi var. Merkezi otoriteyi tesis etme arzusu var. Bölgede Irak’ın istikrarına önem veren ülkelerin ve diğer dış aktörlerin de desteğiyle ülkede önümüzdeki dönemde, bu tabii çok sancılı bir süreç olacaktır, geçmişe kıyasla daha olumlu yöne seyir mümkün” dedi.

‘Ülke Amerika işgali sonrası bir iç savaş yaşadı, iç savaş yaşamış ülkelerde kimliğin inşa edilmesi zaman alır’

Irak’ın yeniden inşası için ciddi çabaların söz konusu olduğunu söyleyen Orhan “Bu konuda başta komşu ülkeler olmak üzere Türkiye gibi, çok ciddi ekonomik destekler de veriliyor. Ülkenin güvenlik güçlerinin gelişimi açısından destek ve eğitimler veriliyor. Tüm bunlara bağlı olarak çok sancılı bir süreç olsa da Irak’ın uzun vadede kendi ayakları üzerinde durabilecek ve kendi ülkesinde egemenlik tesis edebilecek bir merkezi otorite tesis etmesi mümkün olacaktır. Ama şöyle bir kalıcı durum da oluştu artık ne yazık ki. Çünkü ülke Amerika işgali sonrası bir iç savaş yaşadı. İç savaş yaşanan ülkelerin en büyük sorunu ulusal kimliğin zayıflaması olur. Dolayısıyla yeniden bu kimliğin inşa edilmesi süre alacaktır. En azından kuzeydeki Kürt Bölgesel Yönetimi üzerinden baktığımızda ulusal bir bütünlüğün tam anlamıyla, iç savaş öncesi olduğu gibi, sağlanabilmesi çok mümkün değil. Ama geçmiş on yıllara kıyasla nispeten daha istikrarlı, terörden giderek daha arınmış bir Irak’la karşılaşabiliriz” diye sözlerine son verdi.
Yorum yaz