Tiyatronun eski usulünün 1980'lerde televizyon dizileriyle bitmeye başladığını kaydeden Özer, şunları aktardı:
"Bizi Dallas mahvetti. Dallas diye bir dizi vardı. Ben çok iyi hatırlıyorum. Tiyatroyu mahvetti. Biz haftada 9 oyun oynuyorduk. Yani pazartesi, salı, çarşamba iki oyun, 6-9 matine suare. 18.00'de öğrenciye oynardık. Perşembe, cuma, cumartesi, pazar. Pazar gündüz matinesi oynardık 15.00'te, akşam da 21.00'de. Sonra Dallas diye bir dizi başladı pazar akşamları TRT'de. Biz pazar akşam 21.00'de oynamamaya başladık. Çünkü kimse çıkmıyordu evden. Sonra giderek diziler başladı. Cumartesi de kimse evden çıkmamaya başladı. Çarşamba futbol başladı. Cine5 ile tiyatro bitti. Çünkü futbol artık televizyondan yayınlanmaya başladı. Gündüz oynanırdı maçlar. Eskiden çok ender gece maçı olurdu. TRT de onları gündüz yayınlardı. Dolayısıyla akşam insanlar tiyatrosuna, sinemasına giderdi. Ne zamanki maçlar geceye alındı, bir halt varmış gibi, tiyatro da öldü. Bence maçları gene gündüze almakta fayda var. Çünkü mesela İngiltere, Fransa, İspanya'da gündüz oynanıyor maçlar. Neden gece oynanır onu bilmiyorum. Bizde maçlar neden gece oynanıyor?"
Cem Özer, dizi oyuncularını izlemek üzere tiyatroya giden bir kitlenin de olduğunu belirterek, "Eskiden tiyatrolardan dizilere oyuncu bulunurdu. Şimdi dizilerden tiyatroya oyuncu alınıyor. Her şey birbirinin içine geçiyor. Ama tiyatro keyifli bir şeydir. Çünkü tiyatro insanı, insana insanla anlatan yegane sanat dalıdır. Siz insansız film yapabilirsiniz, çizgi filmler vs. İnsansız televizyon programı, konser yapabilirsiniz. İnsan olmadan tiyatro yapamazsınız. İki insan lazım; seyirci ve oyuncu. Dekor, sahne, salon, ışık, kostüm olmasa da olur. Ama seyirci ve oyuncu olmadan tiyatro olmaz. Olmadı. Pandemide denendi. Olur gibi oldu, yapıldı, denendi ama olmadı. O seyirciyi canlı hissetmen gerekir." ifadelerini kullandı.
'Tiyatro yönetmen işidir'
Kemal Başar ile yaptığı tiyatro çalışmasına da değinen sanatçı, şu bilgileri verdi:
"Kemal'le tiyatroya, rejiye bakış açımız çok örtüştü. Yani o da bir oyunu sahneye koymayı çok ciddiye alan bir adam. Ciddiye alıyor ama mizansen veren bir adam değil. Ben öyle bir yönetmenle çalışamam. 'Sen şimdi buradan sağa git, orada söyle lafını'. Hiç sevmem böyle şeyleri. Biraz oyuncuyu özgür bırakmak gerekir. Çünkü sinema yönetmen işidir, televizyon prodüktör, yapımcı işidir, tiyatro yönetmen işidir. Tiyatroda yönetmen oyunu bırakır gider. Oyuncu ile seyirci baş başa kalır. Tiyatroda tabii ki metin, yönetmen önemlidir ama oyuncu iyi değilse biter. Sinemada oyuncu iyi olmayabilir, senaryo da iyi olmayabilir. Yönetmen iyi ise hepsini halleder. Hepsinin altından kalkar yani. Ama yönetmen kötüyse, iyi bir senaryoyu, iyi bir oyuncuyu mahveder. Sinemada, tiyatroda iyi oyuncu, iyi bir senaryoyu, iyi bir metni mahvetmez. Televizyonda da yapımcı çok önemlidir."
Özer, deneyimlerini kaleme alıp almayacağına ilişkin ise, "Yazmak istiyorum da nereden başlayacağımı bilmiyorum. Hürriyet gazetesinde, 1997'de sanıyorum, 70 hafta kadar yazdım. Ama ben yazar değil, 'yazan' olarak yazdım. Yazar olmak başka bir şey, başka bir kondisyon. Her kitap yazan da yazar değil ki. Yani yazarlık başka bir şey. Ben kitap yazdığımda, bana yazar denmesini istemem. Mesela 'oyuncu, yazar Cem Özer'. Yok öyle bir şey. Bana yazar derseniz Orhan Pamuk'a, Yaşar Kemal'e ne diyeceğiz? Yani her ünlü, her kitap çıkaran yazar olmuyor, yazan oluyor." değerlendirmesinde bulundu.
'Oyunculuk, yazarlık bir yaşam biçimidir'
Oyunculuk yapan herkese oyuncu denmeyeceğini vurgulayan Özer, şöyle devam etti:
"Her dizide görünen oyuncu olmuyor. Oyunculuk, yazarlık bir yaşam biçimidir. Bunlar meslek değildir. Heykeltıraşlık bir yaşam biçimidir, meslek değildir. Yani ben sabah 9.00'dan akşam 17.00'ye kadar yontarım sonra bitti diye bir şey yoktur. Yolda gördüğün bir tahta parçası, ağaç dalı sana bir fikir verir. O bir yaşam biçimidir. Baktığın her yerde heykel görüyorsan, sen heykeltıraşsın, baktığın her yerde oynanacak karakterler görüyor, onları alıyorsan sen oyuncusun. Özel minibüsünle gidip, özel minibüsünle eve dönüyorsan, sen oyuncu değilsin. Sokakta karakter görmüyorsan, Mısır Çarşısı'na gitmiyorsan oyuncu değilsin. Bana dediler ki 'Sen gidebiliyorsun da, biz gidince oralarda bizi parçalıyorlar'. Ben parçalandığım zamanda da gittim, Laf Lafı Açıyor yayınlandığı zaman. 'Cem ağabey bir resim çektirebilir miyiz?' Bu kadar ya, sana vereceği rahatsızlık bu kadar."
'Bana bombalı abajur gönderildi'
Cem Özer, kendisine bombalı abajur gönderildiğini ve ayağından kurşunlandığını da dile getirerek, buna rağmen hiçbir zaman koruması olmadığını söyledi.
Günümüzde genç oyuncu adaylarının ünlü olma çabalarına da değinen sanatçı, "Adam ya da kadın ünlü olmak için yırtınıyor. 'Ben de bir gün senin gibi olabilecek miyim?' diyor. Ünlü olduğunun ertesi günü, fotoğraf çektirmiyor. 'Of bir yalnız bırakmıyorsunuz.' diyor. Ben hiçbir gazeteciye çemkirmedim, 'Ne çekiyorsunuz kardeşim? demedim. Ben 'Neden gizli çekiyorsunuz?' dedim. Bir kere bir gazeteciyle kavga ettik. 'Oğlum neden gizli çekiyorsunuz? Gel şurada adam gibi çekin.' dedim. Öyle kavga çıktı." açıklamasını yaptı.
'Çünkü çok detaycıyım'
Dijital ortamlardaki yayıncılığa ilişkin ise Özer, "Benim bildiğim bir şey değil. Youtube kanalında bir şey nasıl yapılır, nasıl duyurulur, kim çeker, nerede çekilir, bana ne? Ben bunlarla ilgilenmek istemiyorum. Ben çok aşırı detaycı bir insanım. O yüzden aynı zamanda yapımcı ve programcı olmadım hiç. Çünkü çok detaycıyım. O zaman programı yapamam. Yapımcı olarak o kadar detaya dalarım ki. Onu mesela Okan (Bayülgen) çok iyi yaptı, ben yapamam." dedi.
Özer, televizyonda program yapma düşüncesinin her zaman olduğunu ifade ederek, "Bunu hep bana soruyorlar. Sosyal medyadan da sağ olsun seyirciler çok soruyor. Bunu benim düşünmem önemli değil. Bunu televizyonun düşünmesi lazım. Yani bu sorunun muhatabı ben değilim. Televizyon kanalına gidip sormak lazım. Yani siz niye İbrahim Tatlıses'i, Bülent Ersoy'u, Alişan'ı, Sibel Can'ı düşünüyorsunuz da bu işin en iyisini yapmış adamı niye düşünmüyorsunuz diye. Niye düşünmediklerini merak ederim. Belki beni tehlikeli buluyorlardır." değerlendirmesinde bulundu.
TRT için yapımcılığını Ezel Akay'ın üstlendiği "Altay" adlı projede yer aldığına işaret eden sanatçı, "Çok güzel bir proje. Çok iyi bir prodüksiyon. Çok emek sarf ediyorlar. Aksiyonu bol. Ses getirecek çok farklı bir iş çıkıyor. Orada misafir oyuncu gibiyim ama önemli bir karakter." diye konuştu.
'Twitter'ı kapattım çünkü yani bildiğin çöplük haline geldi'
Cem Özer, Acun Ilıcalı ile çalışmak istediğini belirterek, "Benim talk show'a bakışımla ancak Acun'un bakışı örtüşebilir gibi geliyor bana. Adam programcı. Bir programın nasıl yapılacağı ve o programda neyin önemli olduğunu iyi bilen biri Acun. Televizyon yöneticisiyle benim bakışımın örtüşmesi gerekiyor. Yani dünya bakışı olarak değil, programcılığa bakış olarak, televizyonculuk olarak. Çünkü televizyonların başında şu anda daha çok finans kökenli insanlar var." ifadelerini kullandı.
Sosyal medyada Instagram ve Facebook'ta kişisel hesabı olduğuna işaret eden Özer, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Twitter'ı kapattım çünkü yani bildiğin çöplük haline geldi. Neyin doğru neyin yanlış olduğuyla uğraşamam ben. Her şeyi teyit edemem. Ama platformları da çok fazla takip etmiyorum. Oğlum bana geldiğinde Amazon Prime' açtı. Klasik Netflix vardı. Netflix'den de artık sıkıldım. Netflix'te bir şey bulana kadar fenalık geçiriyorsun. Birkaç kere bir şey bakarken hiçbir şeyi seyretmeden üç saat dolaştığımı biliyorum. Televizyon zaten seyretmiyorum. Kitap okuyorum, film seyrediyorum."
Cem Özer'in rol aldığı "Çılgın Zamanlar" oyunu 3 Şubat'ta Kozyatağı Kültür Merkezi Gönül Ülkü Gazanfer Özcan Sahnesi'nde izleyiciyle buluşacak.