15 Temmuz darbe girişimini önceden yazan, eski Pentagon yetkilisi ve sık sık Türkiye'ye yönelik tehditkar açıklamalarıyla gündeme gelen Neo-con yazar Michael Rubin bu kez de 'Türkiye Önemli Bir NATO Üyesi Değil! Öyleymiş Gibi Davranmayı Bırakın' başlıklı yazısıyla Türkiye'yi hedef aldı.
Aydınlık'ın aktardığına göre '1945' adlı internet sitesindeki bu son yazısıyla ABD'nin Türkiye'ye yönelik tutumunu eleştiren Rubin, Türkiye'nin İttifak içinde ABD'den sonra en fazla silahlı askere sahip ülke olduğunu, bu yüzden de ABD Başkanı Joe Biden'ın yardımcılarının Türkiye'nin önemli bir NATO ülkesi olduğunu savunduğunu yazdı. Ancak yetkililerin yanıldığını savunup "Türk şantajına boyun eğmek, onu haklı çıkarmaktır” diyen Rubin şöyle devam etti:
Biden yönetimi, Eisenhower'a kadar uzanan her bir selefi gibi, Türkiye'nin NATO üyeliğine can atıyor. Halbuki Türkiye'nin silahlı 355 bin muvazzaf askeri var. Bunu silahlı kuvvetlerinde 200 binden fazla aktif personeli bulunan Fransa veya 200 binden biraz az personeli olan Birleşik Krallık'la karşılaştırın. Türkiye ise aktif personeline yedek kuvvetler ile paramiliterleri de ekleyerek rakamı şişiriyor. Böylece Türk ordusu yaklaşık 900 bin kişi görünüyor ki bu da en küçük 19 NATO üyesinin toplam personelinden daha fazla.
Geçen hafta sonu Brüksel'de, NATO operasyonlarında çalışmış eski bir askeri planlamacıyla konuşma fırsatım oldu. İyi bir noktaya değindi: Planlamada, NATO üyelerinin silahlı kuvvetlerinin büyüklüğüne ilişkin istatistiklerin genellikle konu dışı olduğunu söyledi. Yani bir NATO operasyonu planlanırken, NATO liderleri her ülkeye gidiyor ve ne katkıda bulunmak istediklerini soruyor. Bir ülkenin 100 bin kişilik kuvveti olabilir, ancak siyasi liderlik bir NATO misyonuna yüzde 5 dahi katkıda bulunmaya isteksizse, o zaman toplam büyüklüğün bir önemi yoktur.
Başka bir deyişle; Türkiye 5 bin asker vaat ediyor ama Polonya 10 bin asker veriyorsa, o zaman Türkiye'nin İttifak için Polonya'dan dört kat daha önemli olduğunu söylemek doğru olur mu?
Türkiye'nin katkısının daha fazla olduğu zamanlarda bile, kuvvetlerini çoğu zaman NATO parametrelerinin ötesindeki görevler için kullandı. Örneğin, Kabil sokaklarında yürüdüğümde, NATO karargahlarından uzakta, Türkiye-Afganistan arasındaki ikili diplomatik ilişkileri ve NATO ilkelerinden ziyade İslami dayanışmaya dayalı ticari ilişkileri tanıtan reklam panoları görürdüm.
Basitçe söylemek gerekirse; Türkiye'nin kağıt üzerindeki istatistikleri NATO için sahada bir anlam ifade etmiyor. Türkiye, Sovyetler Birliği ile bir cephe devleti olduğu, Kore Savaşı'na katkıda bulunduğu ve Batı eğilimli olduğu Soğuk Savaş dönemlerindeki kadar hayati değil. Türkiye'nin blöfünü görme zamanı geldi.