Medeniyet Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Doç. Dr. Ferhat Aslan, insan vücudunda yaşayan mikroskobik canlılar ile kurduğu holobiont adındaki dengeyi, bu dengenin korunmasının önemini ve alınması gereken önlemleri Radyo Sputnik’te Ali Çağatay’la Seyir Hali programında açıkladı.
Doç. Dr. Arslan, vücuttaki gen havuzu zenginliğine “Özellikle son üç yılda halk yoğun bir tıp bilgisi bombardımanına uğradı. Gerçekten bu konuda çelişkili ifadelerle de karşılaşınca kime nasıl güveneceğini, hangi bilgiyi doğru kabul edeceği konusunda ciddi manada bir tartışma ortamı oluştu. Biz de bu tartışma ortamının bir ucuyuz. İnsan bilgilerini gerçek hayat formlarının modellemeleriyle ancak öğrenebiliyor. Bizim gerçek dünyada birçok canlıyla etkileşimimiz var. İnsan olarak bizim 46 kromozomumuz var. Yaklaşık 20 bine yakın genimiz var. Eğer vücudumuzdaki mikrobiyotaya ait genleri işin içine katarsak neredeyse 33 milyonun üzerinde bir gen havuzundan bahsediyoruz. Bunun sadece yaklaşık 20 bini bize ait yani bizde bizden daha fazla olan bir genetik materyalin yükünü oluşturan bir mikrobiyota var” diye dikkat çekti.
‘Tıp şimdi biyolojik varlıkların dengeyi nasıl kurduklarını anlamaya çalışıyor’
Mikroskobik canlıların keşfini hatırlatan Doç. Dr. Arslan, modern tıpta bu varlıkların vücudumuz ile etkileşimine dair çalışmaları “1600’lü yıllarda ilk defa mikroskopla yanıbaşımızda birçok varlığın aslında mikro ölçekte olduğunu fark ettik. İlk yazılı eser mikrografya 1600’lü yıllarda yayınlandı. Mikroplarla olan etkileşimimizi öğrenmeye başladık. Hastalık yapıcı etkisini ortaya attık ancak tıp şimdi bu kadar çok çeşitli biyolojik varlıkların bir arada fizyolojik, kimyasal ya da matematiksel bir dengeyi nasıl kurduklarını anlamaya çalışıyor. Bugün modern tıpta biyoinformatik dediğimiz bir mevzu var ki bütün bu mikrobiyotanın bize ait genlerin, proteinlerin nasıl çalıştığını metaomiks dediğimiz kavramlar üzerinden bunların nasıl etkileştiğini ve fizyolojik dengenin nasıl devam ettiğini anlamaya çalışıyor” diye anlattı.
‘Bir şey yediğimiz, soluduğumuz, derimize sürdüğümüzde etkileşen sadece hücrelerimiz değil’
Doç. Dr. Arslan, mikroskobik canlıların vücudumuzda oluşturduğu dengenin nasıl etkileştiğini “İlk defa 2017 yılında holobiont kongresi yapıldı. 2019’da ikincisi yapıldı. 200 kadar bilim adamının katıldığı bir kongreydi. Simbiyot yaşam yani birlikte yaşam formu vardır. Mantar ve algler birleşerek liken denen bir yaşam formu oluştururlar. Bu iki organizma dışında bağırsak yolu, solunum, deri mikrobiotalarımız aslında birer holobionttur. Bir şey yediğimiz, soluduğumuz ya da derimize sürdüğümüz zaman etkileşen şey sadece bizim hücrelerimiz değil. Biz ökaryot hücre topluluğuyuz ama prokaryot varlıklarla çepeçevre sarılıyız. Bir şey tüketiyorsanız sizin mikrobiotanıza da etki ediyor. Sizin tükettiğiniz şeyleri onlar fermente ediyorlar, kullanıyorlar. Onlar yan ürün oluşturuyorlar. Eğer bağırsak mikrobiotanız olmazsa kısa zincirli yağ asitlerini üretemezsiniz. Üretemezseniz sinir sisteminizi rejenere edemezsiniz. Beyin ve nöron gelişiminiz sekteye uğrar” diye ifade etti.
‘Bugünün dünyasında inflamatuar hastalıklar insanlığın başının belasıdır’
Holobiont dengenin sürekli bozulmasının sorunlara yol açacağını söyleyen Doç. Dr. Arslan, konuya dair iki topluluk arasındaki çalışmaya “Buradaki problem şu: Bu bakterileri ve oluşturdukları dengeyi bozacak şeyleri süregen bir şekilde kullanmaya başlarsanız orada problemler çıkmaya devam eder. ABD’de Amiş topluluğu vardır. Teknolojiden bağımsız yaşayan dini topluluktur. Tarım toplumudur. Buna benzer dini Haterit toplumu vardır. ‘Aralarında mikrobiyota ve kronik hastalık farklılığı var mı’ diye araştırma yapıldı. Gerçekten de Amiş topluluğundaki mikrobiyota çeşitliliği çok daha fazla ve zengin, Haterit’de çok yok çünkü endüstriyel pestisitlere maruz kalıyorlar ve koruyucu madde kullanıyorlar. Amişlerde bunların bir tanesi bile yok. İnflamatuar ve alerjik hastalıklar Amiş toplumunda daha azdır. Kendi içinde evlilik yaptıkları için genetik hastalıklar söz konusu ama özellikle bugünün dünyasında inflamatuar hastalıklar insanlığın başının belasıdır” diye yer verdi.
‘Sürekli antiviral, antibakteriyel, antienflamatuar ilaçlar kullanmasınlar’
Doç. Dr. Arslan, antibiyotik etkili ilaçların kullanımı konusunda “Antibiyotik kullanımını kısıtlayalım, ara verelim deniyor. Eksik söylüyorlar. Antibiyotik kısıtlaması önemli ama antibiyotik benzeri etkinliği olan ilaçların da azaltılması önemlidir. Kanserin, inflamasyonların, çocuk yaşta alerjik hastalıkların artmasında holobiyontun bozulması çok önemli bir etkendir. Antiviral, antibakteriyel kavramı iyice iğdiş hale getirildi. Yozlaştırıldı. Hala çocuğuna habire antiviral veren anneler hatta bunu dillendiren doktorlar görüyorum. Yapmayın, bunların hepsi holobiontu bozar. Biz bu hastalıklarla mücadele edebilecek normal kapasitede immünpeptitlere, organizmalara hücrelere sahip varlıklarız. İmmünspesyonumuz veya genetik bir problemimiz yoksa biz bu hastalıkları 2-3 gün semptomatik olarak geçirip atlatırız. Endişeleri olmasın. Sürekli antiviral, antibakteriyel, antienflamatuar ilaçlar kullanmasınlar. Bunların yerine doğal ve fizyolojik beslenmeye yönelsinler” uyarısında bulundu.