İran, 2019 sonbaharındaki benzin zamlarından bu yana ilk defa geniş çaplı bir protesto dalgasına tanıklık ediyor. Eylül ortalarında Mehsa Emini isimli bir genç kadının örtünme yasası nedeniyle irşat polisi tarafından gözaltına alınması sonrasında tartışmalı ölümüyle tetiklendi. İranlı genç kadınların örtünme yasalarını hükümetin de geçit vermesiyle fiilen ortadan kaldırmasına yol açtığı anlaşılan gelişmeler, sosyal medyada 'kadın devrimi' temasını öne çıkardı.
Aradan geçen 1.5 ayın sonunda protest hareket, 30'a yakın polisin öldürüldüğü, Kürdistan ve Belucistan gibi eyaletlerde karakolların basılmasına varan silahlı şiddete dökülmüş bir iç savaş manzarasına evriliyor. Son olarak Şiraz kentinde bulunan Şah Çerağ Türbesi, IŞİD'in üstlendiği bir terör eylemine sahne oldu. 15 kişinin öldüğü saldırıda 23 kişi yaralandı. Terör saldırısı sonrasında geniş kalabalıklar meydanları doldurarak tepkilerini ortaya koydu.
İran yönetimi ülkedeki karışıklığın ABD, Britanya, İsrail ve Suudi Arabistan gizli servisleri tarafından planlanıp yönlendirildiğini savunuyor. Tahran yönetimi aralarında Alman ve Fransız kadınların bulunduğu bir dizi ismin yakalandığını duyurdu.
İran'da kadınların örtünme yasalarına itirazları, gençliğin sosyal medyaya yansıyan hareketliliği, toplumsal taban ve yönetimin tepkilerini Yakın Doğu Haber sitesinin kurucusu ve araştırmacı yazar Alptekin Dursunoğlu ile konuştuk.
'Toplumsal olaylar artık büyük ölçüde siyasal çelişkilerden değil jeopolitik çelişkilerden doğuyor'
Alptekin Dursunoğlu’na göre, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra toplumsal olaylar daha ziyade jeopolitik çelişkilerden doğuyor, bu da devletler arası çelişkilerin öne çıkmasına yol açıyor:
“Özellikle Soğuk Savaş’tan sonra dünyadaki gelişmeler artık siyasal, demokratik, toplumsal çelişkiler çerçevesinde izah edilemeyecek kadar karmaşıklaştı. Çünkü artık dünyaya ideolojiler yön vermiyor. Soğuk Savaş öncesinde dünyada işçi haklarına ilişkin kazanılmış bütün değerler sosyalizm sayesinde olmuştu. Bugün çalışma saatlerinden tutun grev, toplu sözleşme vs gibi çalışma hayatına dair tüm haklar, Sovyetlerin yarattığı iklim sayesinde kazanılmıştı. Yani ideoloji Soğuk Savaş öncesi dönemde belirleyiciydi ve halklarla devletler arasındaki çatışmalarda tayin ediciydi. Ancak bunların siyasi sahneden çekilmesiyle artık dünyada bu tür toplumsal olaylar büyük ölçüde siyasal çelişkilerden değil artık jeopolitik çelişkilerden doğuyor. Jeopolitik çelişkiler ise devletlerarası çelişkilerdir. Sahada toplumların taleplerini aşan çelişkilerdir. Yani toplumla hükümetler arasındaki çatışmalarda artık yönlendirici ve belirleyici olan ideolojiler ve doğal toplumsal talepler değil. Artık belirleyici olan devletler arasındaki jeopolitik çelişkiler."
'Peki neden Amerikan müttefiki olan devletler de bu Arap Baharı’nı yaşamadılar?'
Dursunoğlu, başta ABD olmak üzere Batı'nın jeopolitik çelişkiler yaşadığı ülkelerin iç sorunları ve zaaflarını kullandığını söylerken, Ukrayna ve Suriye örneklerini verdi. Dursunoğlu, bu ülkelerdeki pek çok sorunun ABD müttefiki devletlerde de bulunduğunu anımsatırken, bunların sorunlarının üzerine gidilmemesini anımsattı:
"Başta Amerika olmak üzere Batı, jeopolitik çelişkileri olan ülkelerin iç sorunları veya zayıf noktalarını hedef alarak sahaya yansıtıyor. Her devletin kendi içinde zaafları var, uygulamadaki kusurları, eksikleri var. İşte bunlar istismar edilerek halk yönetimlere karşı tahrik ediliyor. Mesela Ukrayna’da 2014’te bir darbeyle karşılaştık. Burada zahiren gösterilen, halkın demokratik özgürlük talepleriydi. Bu görünen tarafıdır, Ukrayna’da demokrasi sorunları yaşanmış olabilir. Fakat bunun darbeyle sonuçlanan kitlesel eylemlere dönüştürülmesinin arka planında Amerika’nın Rusya ile olan jeopolitik çelişkileri rol oynamıştır. Benzer durum Suriye’de oldu. Evet Suriye’de bir rejim sorunu vardı. Ortadoğu’nun bütün devletlerinde olduğu gibi Suriye’de de bir ‘diktatörlük’ söz konusuydu. Ama bu durum Amerikan müttefiki olan devletler için de geçerli. Peki neden Amerikan müttefiki olan devletler de bu Arap Baharı’nı yaşamadılar? Neden oralara demokrasi götürmeye kimse can atmadı? Halk memnun olduğu için mi? Hayır. Amerika memnun olduğu için.”
‘300 kişilik gruplar İran halkının talepleri başlığı altında verilirken yüzbinlerin sokağa çıkması haber değeri taşımaz’
Dursunoğlu, Suriye gibi İran'ın da jeopolitik olarak hedefte olduğunu anımsattı. İran'ın Batı yaptırımlarından kaynaklanan sorunlarına dikkat çekerken, İran devletinin yasal ve ideolojik uygulamalarının yarattığı toplumsal rahatsızlıkların da altını çizdi. Ancak bunların toptan bir değişiklik yaratabilecek çapta olduklarına kuşkuyla yaklaşan Dursunoğlu, yaşananların 'hibrit savaşın' tezahürleri olduğu görüşünü dile getirdi. Dursunoğlu, 300 kişilik grupların toplanmasını 'İran halkının talebi' diye verenlerin yüzbinlerce insanın sokaktaki tepkilerini görmezden geldiğini ekledi:
“Suriye devletinin toplumsal problemlerinin istismar edilmesine ve ülkenin bir ‘iç savaşa’ sürüklenmesine sebep olan çelişki halk ve yönetim çelişkisi değildi Amerika ve müttefiklerinin Suriye ile jeopolitik çelişkileriydi. Benzer bir durumu İran için de görüyoruz. İran içerisinde büyük ölçüde Batılı ülkelerin uyguladığı yaptırımlardan kaynaklanan çok ciddi ekonomik sorunlar var. Ayrıca devletin yasal ve ideolojik birtakım uygulamalarından kaynaklanan toplumsal rahatsızlıklar var. Fakat bunlar bugün gösterilmeye çalışıldığı gibi bir devrim veya İran’da toptan değişiklik yaratabilecek çapta olaylar mıdır yoksa bunlar adım adım planlanmış hibrit savaşın aşamaları mıdır? Tabi ki hibrit savaşın aşamalarıdır. Bugün önemli bir gündü. Çünkü dün Şiraz’daki terör saldırısında hayatını kaybedenler için İran’ın tüm kentlerinde milyonlarca insanların katıldığı gösteriler oldu. Muhtemelen onlar dünya basınına bir karelik görüntüyle yansıyacaktır ya da hiçbir şekilde yansıtılmayacaktır. Tahran’da 40 kişilik grupların üstelik şiddet eylemleri, 300 kişilik grupların toplanması İran halkının toplumsal talepleri başlığı altında verilirken yüzbinlerce kişinin sokağa çıkması habere değer görülmez!”
‘Rejim hem nefes aldırmıyor hem sokakta kimse başını örtmüyor'
Dursunoğlu, Batı propagandasının çelişkili olduğu görüşünde. Bir yandan 'nefes aldırmayan diktatörlükten' söz edildiğini söyleyen Dursunoğlu, diğer yandan 'sokakta kimse başını örtmüyor, rejim yıkıldı yıkılacak' dendiğini anımsattı:
“Yapılan propagandalarda şöyle bir çelişki var. Bir taraftan İran’da nefes alınamayacak bir diktatörlük var, insanlar baskı altında, şiddet görüyorlar, başörtünün içinden saçı görüldüğü için polis bir kızı öldürdü deniyor. Ama öbür taraftan yine aynı propagandayı yapan çevreler ‘Rejim yıkıldı, yıkılacak. Sokaklarda artık kimse başını örtmüyor. Üniversiteler ayakta vs.’ diyor. Bunların ikisinin aynı anda doğru olması mümkün değil. Bir rejim o kadar zalimce önlemler alıyorsa siz üniversitede yemekhanenin camını çerçevesini bu kadar kolay indiremezsiniz."
'O adam Türkiye’de çok rahatlıkla hayatına devam edebilir mi?'
Zahidan'dan örnek veren Dursunoğlu, Devrim Muhafızları'nın da bulunduğu 10'dan fazla kişinin öldüğü olay sonrası Sünni cami imamının tehditler savurduğunu ancak kendisine kimsenin dokunmadığını kaydetti. Dursunoğlu, "Diyarbakır'da polis merkezine 300 kişi saldıracak, MİT bölge sorumlusu öldürülecek ve biri kalkıp 'barışçı gösteri yapanlara ateş açıldı sabrımızı taşırmayın' denilecek. O adam Türkiye'de hayatına rahatça devam edebilir miydi" diye sordu:
"Somut bir örnek söyleyelim. Zahidan’da Mevlevi Abdulhamid adlı bir Sünni cuma imamı var. Orada bu son gelişmeler çerçevesinde şiddet olayları oldu, çok büyük bir kalabalık polis merkezine saldırdı ve ateş açıldı. 10’dan fazla kişi öldü. Hatta Devrim Muhafızları istihbarat sorumlusu öldürüldü. Mevlevi Abdulhamid, yakın zamanda bu olaylarla ilgili olarak polisi suçladı. Yayınlanan güvenlik kamerası görüntüleri, kalabalığın polis merkezine ateş açtığını bariz şekilde gösteriyordu. Mevlevi Abdulhamid ise polisin barışçı gösteri yapan halka ateş açtığını söyledi ve ‘Sabrımızı daha fazla taşırmayın, biz kendimizi savunabiliriz’ diyerek meseleyi Sünnilik Şiilik meselesine taşımaya çalıştı. Mevlevi Abdulhamid hala Zahidan’da yaşıyor, hala cuma imamlığına devam ediyor. Buna yönelik şimdiye kadar bir adli veya hukuki soruşturma dahi olmadı. Daha iyi anlaşılması için bir kıyaslama yapalım. Diyarbakır’da polis merkezine 300 kişilik bir kitle saldıracak, MİT bölge sorumlusu öldürülecek 10’dan fazla kişi hayatını kaybedecek ve Diyarbakır’da biri kalkıp ‘Polis barışçıl gösteri yapanlara ateş açtı, sabrımızı daha fazla taşırmayın, biz kendimizi savunmasını biliriz’ diyecek. O adam Türkiye’de çok rahatlıkla hayatına devam edebilir mi?"
'Amerika’da, Fransa’da iki gün içinde yedi polis öldürülecek de...'
Dursunoğlu'na göre 2009 seçimi sonrası sokağa çıkan kitle çok daha büyük olmasına rağmen kısa sürede şiddetle bastırıldığını ancak bugün durumun böyle olmadığını söyledi. Sadece iki günde 7 polisin öldürüldüğünü kaydeden Dursunoğlu, "Amerika’da, Fransa’da iki gün içinde yedi polis öldürülecek de bu olay sosyal huzursuzluk meselesi adlandırılacak, asla böyle olmazdı" diye konuştu:
“İran’da 2009’daki olaylar sırasında kitle çok büyük olmasına rağmen protestoların hacmi şimdikiyle kıyaslanamayacak kadar büyük olmasına rağmen polisin önlemleri çok şiddetliydi, kısa sürede de bastırıldı. Bu defa güvenlik güçleri halkın artık sabrını zorlayacak şekilde aşırı bir tolerans gösteriyor. İran meclis başkanı danışmanının bir tweet zinciri vardı. Bu olayların dışarıdan yönlendirildiğini belirterek ve hatta Mevlevi Abdulhamid’in ismine de yer vererek, bu olayları dışarıdan yönlendirenlerin yurt içindeki kendi elemanlarını dahi feda etme pahasına İran içerisinde karışıklıkları arttırmaya çalıştığını devletin ise buna meydan vermemek için yani onların tuzağına düşmemek için protestolara, tahriklere olağanüstü bir sabır gösterdiğini söylüyor. Sadece iki gün içerisinde yedi polis öldürüldü diyor. Dünyanın hiçbir yerinde Amerika’da, Fransa’da iki gün içinde yedi polis öldürülecek de bu olay sosyal huzursuzluk meselesi adlandırılacak, asla böyle olmazdı. Bu iş tamamen orada bir terör ve ulusal güvenlik meselesi olurdu. Mesela Merziye Haşimi adlı siyahi bir Amerikalı kadın gazeteci, birkaç yıl önce Amerika’da yaşanan siyahilere yönelik polis şiddetinden sonra devlet Buffalo kentinde askeri araçları ve tankları sokaklara çıkardı demişti. Amerika’da şu an İran’da olduğu iki gün içinde 7 polis ölseydi Amerikan polisinin nasıl bir şiddet kullanacağı tahmin bile edilemez.”
'BBC'nin ve Suudilerin finanse ettiği kanalın mutlak doğru olduğu algısı yaratılmaya çalışılıyor'
İran'daki ölümleri sembolleştirilen isimlerin aileleri ve yakınlarının anlatımlarının yer aldığı çok sayıda materyal bulunmasına rağmen bunların 'rejim medyası' denerek baştan reddedildiğini söyleyen Dursunoğlu, BBC’nin ve Suudilerin finansa ettiği İran International kanalının mutlak doğruymuş gibi kabul edilmesine de dikkat çekti:
“Öldürülen ve sembolleştirilen yaklaşık 5 isim var. Bu isimlerin hepsinin nasıl öldüklerine dair ailelerinin ve yakınlarının anlatımlarının yer aldığı bir belgesel video var. Bu olaylar çerçevesinde sembolleştirilmeye çalışılan genç kızlardan birinin apartmanından düşerek öldüğünü gösteren kamera kayıtları ve yakınlarının ifadesi yer alıyor. Olaylar sırasında polis tarafından öldüğü söylenen futbolcu bir erkek çocuk var, antrenörü ve arkadaşları çocuğun kalp durması sonucu öldüğünü anlatıyor. Bir diğerinin aşırı alkolden öldüğünü gösteren hastane kayıtları var. Yani o belgeselde polis tarafından öldürüldüğü iddia edilen bu beş kişinin ölümlerinin uydurulan hikayelerle hiç ilgisinin olmadığı, yakınlarının ifadeleriyle, güvenlik kamera görüntüleriyle ve hastane kayıtlarıyla ortaya konuyor. Bütün bunlar ‘rejim medyası’nın sözü argümanıyla en baştan reddediliyor. Buna karşı BBC’nin ve Suudilerin finansa ettiği İran International kanalının haberleri sanki mutlak doğruyu yansıtıyormuş gibi doğru kabul ediliyor. İran’da resmi olarak yayın yapan reformcusuyla, muhafazakarıyla çeşitli siyasal kesimlere ait medyanın mutlak şekilde tamamen yalan üzerine uzlaştığı algısı yaratılmaya çalışılıyor. Size baştan neye inanmanız gerektiği söylenmeye çalışılıyor. Bu hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor.
‘İran’daki rejim bir kural dayatmış, kimse de onu konuşamıyor gibi bir durum yok’
Dursunoğlu, İran’da çizilmeye çalışıldığı gibi dayatılan kurallar sebebiyle kimsenin konuşamadığı söylemlerinin gerçeği yansıtmadığını, İran televizyonlarında konuşan siyasiler, bürokratlar ve hata askerlerin söylediklerine bakmanın yeterli olduğunu dile getirdi:
"Son olaylar devlet televizyonunda tartışılıyor ve zorunlu başörtüsü uygulaması eleştiriliyor. 4 gün önce İran televizyonunda bir program izledim. Katılımcılardan biri Mehsa Emini olayla ilgili çok eleştirel tweetler atan reformcu milletvekili Mesud Pizişkiyan’dı. Diğeri bir öğretim görevlisiydi, iki de din adamı olan bürokrat vardı. Bunlar kimi uygulamanın kendini savundu ama yöntemini eleştirdi, kimi de başörtüsüne polis müdahalesinin bizatihi kendisini eleştirdi. Devrim Muhafızları Hava ve Uzay Kuvvetleri Komutanı General Hacizade, devlet televizyonunda katıldığı bir programda “olaylara karışan gençler, bir yerleri yakıp yıkmasının bir video oyunu olmadığını onunla konuştuğunuz zaman fark ediyor, bu kuşağın zihinlerinin sanal ortama teslim edilmesi bizim gafletimiz ve hatamız” dedi. Yani öyle çizilmeye çalışıldığı gibi İran’daki rejim bir kural dayatmış, kimse de onu konuşamıyor, eleştiremiyor gibi bir durum yok. Bu eleştiriler devletin televizyonunda siyasetçiler, bürokratlar ve hatta askerler tarafından yapılıyor ve tartışılıyor.”