Ukrayna'da Donbass bölgesinin ABD destekli 2014 darbesini tanımaması ile başlayan ve BM onaylı Minsk protokollerinin uygulanmaması eşliğinde devam eden iç savaşın sekizinci yılında yeni bir sayfa açıldı. Sekiz yıldır Kiev'in hüküm süremediği Donetsk ve Lugansk halk cumhuriyeleri ile Rusya'nın özel askeri operasyonu ile Ukrayna kontrolünden çıkan Herson ve Zaporojye bölgeleri, düzenlenen referandum sonrasında Rusya Federasyonu'na katıldı.
Rusya Federasyonu yeni bölgelerin katılımın en temel 'kendi kaderini tayin hakkını' kullanmanın doğrudan sonucu olduğunu söylerken, Yugolavya'nın parçalanması ve Kosova başta olmak Batı'nın çifte standartlarına dikkat çekiyor. ABD öncülüğündeki Batı ise referandumları tanımayacağını duyurarak 'ululararası hukuka' işaret ediyor. Batılı yetkililerin son dönemde 'uluslararası hukuktan' daha da fazla kullandıkları asıl ifadelendirme ise 'kurallara dayalı düzen'. Moskova, bu tanımlamayı az sayıdaki ülke grubunun kendi çıkarlarına hizmet için geliştirdiği ve çatışmacı niteliğe sahip bir ideolojik perdeleme olarak görüyor. Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, “Halkların medeniyet ve kültürel çeşitliliğine, kendi kaderlerini belirleme haklarına saygı gösterilmesinin tutarlı destekçileriyiz. Aynı zamanda, ABD öncülüğündeki kolektif Batı’nın dayattığı ‘yeni sömürgeci kurallara dayalı düzeni’ kategorik olarak reddediyoruz” vurgusu yaptı.
ABD öncülüğündeki Batı, ABD'nin Suriye'deki yasadışı varlığı yahut İsrail'in Golan'daki ilhakını anmazken, 'ulusal egemenlikçi' vurgu yapıyan Ukrayna'nın aksine 'Tek Çin' politikası gereği Çin'in parçası kabul ettiği Tayvan'da ise ayrılıkçılığı vurguluyor. Çin yönetimi 'kurallara dayalı düzene' karşı gelmekle itham ediyor.
'Uluslararası hukuk' ve Batı'nın 'kurallara dayalı düzenini' hukukçu Dr. Mehmet Cemil Ozansü ile konuştuk.
‘Dünya sistemine dair çok temel bir çatışmanın arifesindeyiz’
Dr. Mehmet Cemil Ozansü’ye göre, bugün uluslararası hukukta bir kriz durumu var ve mevcut enstrümanlar bunu çözmeye ve anlamlandırmaya yeterli değil. Bunu bir dönüm noktası olarak değerlendiren Ozansü, dünya sistemine dair çok temel bir çatışmanın arifesinde olunduğunu vurguladı.
“Kriz durumunda olduğumuzu tespit etmemiz gerekiyor. Kriz durumunda çatışma söz konusudur. Bu çatışma sistem bakımından fonksiyonel bazı sonuçlara neden olmaktadır. İşlemesi gereken sistemin fonksiyon dışı kalmasına neden olan durumlar kriz durumlarıdır. Bugün uluslararası hukukta biz böyle bir kriz durumu içerisindeyiz. Dolayısıyla mevcut enstrümanlar çözmemize ve anlamlandırmamıza yeterli gelmiyor. Bu nedenle bu bir aşama, dönüm noktası. Alman şansölyesi bunu mart ayında öyle ilan etti. Dünya sistemine dair çok temel bir çatışmanın arifesindeyiz."
'Ulusların kendi kaderini tayin hakkına dayanarak 1960'larda başlayan sömürgecilik karşıtı dalga ortaya çıkmıştı'
Ozansü, 1960'larda başlayan sömürgecilik karşıtı dalgada ABD'nin tepkiine rağmen Hindistan'ın Goa'yı anavatanına katmasını anımsatırken, Batı emperyalizminin merkezinden gelen ve kuvvet kullanma yasağını ihlal eden hadiseler de olduğunu vurguladı. Sovyetler çöktüğünde ideolojik olarak dünya egemenliği kavgaının çözüldüğünü aktaran Ozansü, bugün meselenin yeni bir dünya tasavvuru üzerine olduğunun altını çizdi:
"1961’de Hindistan Goa’yı, Portekizlilerden kurtardı. 450 yıl bir Portekiz vardı, onu zor kullanarak an vatanına kattı. ABD o zaman Hindistan’a saldırgansınız, bir saldırı savaşı yaptınız iddiasında bulundu. 1974’e kadar Portekiz bunu tanımadı, o yıldan sonra onlar da tanıdı. Ulusların kendi kaderini tayin hakkına dayanarak 1960’larda başlayan sömürgecilik karşıtı dalgada ortaya çıkmıştı. Üçüncü dünyadan gelenleri söylüyorum. Batı emperyalizmin merkezinden gelmiş olan ve kuvvet kullanma yasağını ihlal eden hadiseler de oldu. Buradan emperyalizmin iki yüzlülüğüne bir hatırlatmada bulunuluyor. Mesele yeni bir dünya tasavvuru üzerine. 1991’de Sovyetler Birliği yıkıldığında aslında dünya egemenliği iddiasında olan Sovyetler yıkıldı. İdeolojik bir savaş olarak dünya egemenliği, kapitalizm ve sosyalizm arasındaydı. Sovyetler iyice yozlaşmıştı. Ama yine de ideolojik olarak kavga başından beri böyle bir dünya egemenliği kavgasıydı, en azından teorikte çözülüyor. Böyle bir dünya kavgası söz konusu değil. Bölünük bir dünya, beş merkezli mi çok merkezli mi olur bilinmez ama ABD’nin liderliğini yaptığı tek bir dünya mümkün değil deniyor."
'Bu aslında Amerikan doktrini fakat İngiliz veya Fransız emperyalizminin kolonyel egemenliklerini pek de ön plana almadı'
ABD Başkanı Wilson'ın ulusların kendi kaderini tayin hakkını devlet düzeyinde uluslararası politika olarak duyururken, genç Rus devriminin buna hemen karşılık verip sömürgecilik karşıtı mücadele ile birleştirdiğini belirten Ozansü, ABD'nin ise bunu İngiliz ve Fransız emperyalizminin kolonyal egemenlikleri bağlamında gözetmediğini anımsattı:
"Dünya jandarmalığı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Başkan Wilson’ın tayin ettiği ulusların kendi tayin hakkının devlet düzeyinde uluslararası politika olarak ilk telaffuzuydu. Hemen genç Rus devrimi buna karşılık verdi, biz de bu taraftayız dedi. Bunu da sömürgecilik karşıtı mücadeleyle birleştiriyoruz dedi. Bu aslında Amerikan doktrini. Orta ve doğu Avrupa’daki ulusları belki Osmanlı’daki ulusları tarif ettiğini, kolonyel egemenlikleri pek de ön plana almadığı, İngiliz veya Fransa emperyalizmini kolonilerindeki ulusların kendi kaderini tayin hakkını tek tek bu prensip çerçevesinde gözetmediği zaten birkaç sene içinde ortaya çıktı.”
'Uluslararası hukuk kurallarını yorumlama ekelini elimizde tutacağız diyorlar, iddia bu'
ABD öncülüğündeki Batı'nın uluslararası hukuk kurallarını yorumlama tekelini elinde tutmak istediğini söyleyen Ozansü, şu anda kriz durumu olduğu için neyin hukuki neyin gayri hukuki olduğunun muğlak olduğuna dikkat çekti. Ozünsü, dünya düzenine dair tartışma yüzünden geri adım atılmadığı için insanlığın yıkıma hiç bu denli yakın olmadığı bir durum ortaya çıktığının altını çizdi:
“Biz uluslararası hukuk kurallarını yorumlama tekelini elimizde tutacağız diyor, iddia bu. Şu anda kriz durumu olduğu için neyin hukuki neyin gayri hukuki olduğu muğlak. Kriz durumunun tabiatı budur zaten. O kriz durumu bir karar verilene kadar devam edecektir. Bu kararlar kriz durumunun derinleştirilmesi yönünde olabileceği gibi hafifletilmesi yönünde de olabilir. İnsanlık büyük bir yıkıma hiç bu denli yakın değildi. Geri adım atılmıyor, çünkü ortada dünya düzenine dair bir tartışma var. Rusya’nın bu bölge nüfuz alanlarına ayrılmış bir dünya, Amerika kendi bölgesinde, biz kendi bölgemizde, beş sayılabilir. Ulusal egemenlik formuna dayalı olması gerek, dolayısıyla ulus devlet varlığını sürdürecek. Her bölgede de buna dair bir hukuksal sistem teşkil edilecek. Bunun alternatifi Amerika’nın jandarmalığını yaptığı dünya birliği, burada temel kavram değerler. Bu müstakbel bölgesel bölünmenin içini dolduracak olan subjektif unsur da değerler. Çünkü herkes bir değerler davası güttüğünü dile getiriyor. Kimi bunun evrensel kimi daha evrensel ve yerel olduğunu dile getiriyor. Böyle bir mücadelenin içindeyiz.”
‘Kriz zayıflatılmak isteniyorsa bu işin pazarlıkları olur ama burada savaş tercih ediliyor’
Bir yandan bir devletin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığı ilkesinin öte yandan da ulusların kendi kaderini tayin hakkının arasında hukuk dünyası içindeki bir çatışma olduğuna dikkat çeken Ozansü, neyin hukuki olup olmadığına dair bir muğlaklık bulunduğu görüşünde. İki ana meşruiyet kaynağı olduğunu belirten Ozansü, birinin tarihsel diğerinin demokratik meşruiyet olduğunu belirtti. Krizin zayıflatılması için pazarlıkların olduğunu belirten Ozansü’ye göre Ukrayna krizinde savaş tercih ediliyor:
“Tam da değer kavramının da eleştirilmesi gerektiğini gösteriyor. Değer kavramının kendi değer dışı olan tarafı onun üzerinden kendini anlamlandırıyor. Bugün böyle bir düşman inşasıyla da karşı karşıyayız. Savaş durumu ilan edilmiş, bir çeşit olağanüstü hal ilan etmek, sizin olağanüstü hal uygulanıyor. Örneğin, 9 Mayıs’ta zafer günü sebebiyle orak çekiçli Sovyetler Birliği bayrağı taşınmasını Alman polisi çeşitli eyaletlerde engellemeye çalıştı, bunun suç olacağını söyledi, böyle bir şey mümkün değil. Dolayısıyla ülke içinde de yerel hukuk bakımından da bir savaş durumuna söz konusu. Hukuki tezler de çok katı bir biçimde sürdürülmeli.
'Tarafların iddiaları nedeniyle tereddüt olduğunda hukukun tabiatı gereği tarihel ve demokratik meşruiyete bakılır'
Neyin yasal neyin gayrı yasal olduğuna dair tarafların iddiaları nedeniyle tereddüt ortaya çıktığında hukukun tabiatı gereği meşruiyete bakacağını söyleyen Ozansü, 'tarihsel' ve 'demokratik' olmak üzere iki meşruiyet kaynağı bulunduğunu anımsattı. Kuzey Kıbrıs örneğini veren Ozansü, 'tanımama' yoluyla krizin hafifletilebileceğini belirtirken, Ukrayna'daki krizde ise açıkça savaşın tercih edildiğini vurguladı. Ozansü, 'kararlılığı artırmak için yapılan son sabotajların kendisine Hitlerin 'tahrip edin, düşmana vermeyin, bu raddede savunacaksınız' emrini anımsattığını belirtirken, "Yani Avrupa bu raddede bir savaşın içine girdi” değerlendirmesinde bulundu:
"Son gelişme (referandumlar) bakımından burada önem taşıyan bir şey var. Bir yandan bir devletin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığı ilkesi öte yandan da ulusların kendi kaderini tayin hakkı ve bunların yorumu arasında hukuk dünyası içindeki bir çatışma, dolayısıyla neyin hukuki olup olmadığına dair bir muğlaklık var. Böyle bir anda neyin kanuni neyin gayri kanuni olduğuna dair tarafların iddiaları nedeniyle tereddüdün ortaya çıktığı bir durumda o zaman hukuk tabiatı gereği kendi öncesine dönerek meşruiyet meselesine gider. Burada da iki ana meşruiyet kaynağı vardır. Biri tarihsel diğeri demokratik meşruiyet. Demokratik meşruiyet o bölgedeki grup neyi tercih ediyorsa bu meşrudur. KKTC’yi tanımama kararı vardır. Emsalleri çoktur. 1932 Stimson doktrinine gider, Mançurya’yı Japonya işgal ettiğinde tanımama. Uluslararası hukukla ilişkiler bakımından tanımama söz konusu olur ve mesele böyle devam eder, eğer bu kriz zayıflatılmak isteniyorsa, böyle devam eder ve bu işin pazarlıkları olur. Ama burada savaş tercih ediliyor. Kararlılığı arttırmak için sabotaj yapılıyor, bu geri çekiliş yok demektir. Vana zaten Rusların elinde, onun sabote edilmesi Avrupa’ya bir şeydir. ‘Ey Avrupa geri çekilmek yok’. Ben bu şunu çağrıştırdı. Hitler’in bir emri vardı, ona yakın. Altyapıyı tahrip edin, düşmana vermeyin, bu raddede savunacaksınız. Yani Avrupa bu raddede bir savaşın içine girdi.”