Gazeteci Ali Çağatay, Radyo Sputnik’teki Seyir Hali programında Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşu sonrası toprak reformları ve buna karşıtlığın doğurduğu mücadeleyi değerlendirdi.
Çağatay, cumhuriyetin ilk yıllarındaki arazi politikasını “Doktora tezini yazan İbrahim İnci, Celal Bayar Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden dolayısıyla sağlam bir yere dayandırmak için bu kaynağa başvuruyorum. İktidar nasıl el değiştiriyor ya da el değiştirmesindeki faktörler nelerdir? O yıllarda Türkiye’nin nüfusu 13 milyon ve yüzde 80’i tarımda çalışıyor, bugün tarımda çalışan nüfus yüzde 15. 1938 yılına kadar hükümetler köylüye önemli miktarda toprak dağıtıyor, Atatürk’ün ölümüne kadar. Dağıtılan araziler devlete ait arazilerden ibaret kalıyor. Büyük toprak sahiplerinin elindeki arazilere dokunulamıyor. Atatürk bir toprak mülkiyeti ve adaleti sağlamak istiyor. Bunun içinde devletin elinde hazine arazileri var. Devlet üretme çiftlikleri kuruyor. Kalanlarını vatandaşlara toprak olarak dağıtıyor. Özel mülkiyetin elinde bulunan Osmanlı’dan devreden çok sayıda toprak ağasının topraklarına Atatürk bile dokunamıyor. İstiyor ama yapamıyor. En büyük siyasi amacı tarım nüfusu arasındaki gelir ve geçim farkını gidermek. Çok fakirler var bir de ağalar derebeyler var. Bunu sağlamaya çalışıyor” diye anlattı.
‘Toplam ailelerin yüzde 5’ini oluşturan derebeyleri, tarım arazilerinin yüzde 65’ini elinde bulunduruyor’
Tarım ve mülkiyet üzerine o dönem çıkarılan kanunlara ve verilere yer veren Çağatay, köylünün içinde bulunduğu durumu “Bunun üzerine 1912-13 yıllarında yapılan tarım sayımlarına dayalı rakamlara, 1. Dünya Savaşı öncesi yapılan tarım sayımları Osmanlı döneminden devralınan toprak dağılımı ve işletme büyüklüklerine bakarak 1 milyon aile toprakların yüzde 35’ine sahip. Toplam ailelerin yüzde 5 gibi az bir kısmını oluşturan derebeyleri toplam tarım arazilerinin yüzde 65’ini elinde bulunduruyor. Ailelerin yüzde 8’inin hiç toprağı yok. Köylülerin çok önemli bir kısmı ülkedeki var olan küçük çaplı kredi kurumlarından finansman sağlamaya çalışıyor. Finansman çıkmıyor ve tüccara borçlanıyor. Tohum, ilaç, biçme makinaları almak için tarım kredi kooperatiflerine başvuruyor. Bankalar kredi vermiyor. Bunun üzerine tüccara yani tefeciye gidiyor. Ürün sonunda ödemek kaydıyla bazı yerlerde yüzde 60-70’e varan şekilde borçlanıyor. Çiftçinin eline hiçbir şey kalmıyor” diye tasvir etti.
‘Birçok ayan, eşraf, mütegallibe mübadillerin arazileri kendilerine alıyorlar’
Çağatay, 1929 sonrası toprakları bayındır hale getiren köylülerin elinden arazilerin alınışını “1929’da büyük arazi sahipleri açısından büyük önem taşıyan bir kanun çıkarılıyor. Buna göre tımar iltizam gibi kurumlarla ilgili olarak Osmanlı Hükümeti’nin geçmiş yüzyıllar içinde çeşitli ailelere vermiş olduğu geniş alanlara tasarruf hakkı sağlayan belgeler 1926 Medeni Kanunu çerçevesinde özel mülk olarak tapuya kaydettiriliyor. Mübadele çerçevesinde gidenlerin topraklarına yine toprak ağaları konuyor. Cumhuriyet içerisinde aşarı kaldırıyor. Küçük üretici olan çiftçinin yararına etkili bir uygulama koymaya çalışıyor. Kendilerine Osmanlı döneminde geniş araziler hediye edilmiş kimseler başta olmak üzere birçok ayan, eşraf, mütegallibe 1926 Medeni Kanunu’na dayanarak açtıkları davalarla kendilerine hükümet tarafından verilen arazileri ve mübadillerin arazilerini kendilerine alıyorlar. O dönemde İçişleri Bakanı Şükrü Kaya diyor ki: Devlet, araziyi metruk arazi diye muhacire veriyor. Onlar da imar ediyorlar. Sonra herhangi bir toprak sahibi çıkıp ‘burası benimdir’ diyor. Tapusunu gösteriyor ve muhaciri sokağa atıyor. Trabzon’da arazi çok dardır. 10-20 dönüm araziye sahip olan kimse büyük arazi sahibi zengin sayılır. Birisi çıkıyor, 200 bin dönüme sahip olduğuna dair ilan gösteriyor ve köylüleri oradan çıkarıyordu. Eskişehirde hat boyundan geçen sazlar köyü vardır. Burası muhacirlerindi. Emin Sazak Bey’e sorarım. Kimin namına orayı kayıt altına aldınız? Ne zaman size geçti? Böyle kaç tane arazinin sahibi çıkmıştır? Gök Abat körfezinde yerli halk bataklığı kuruttu. Burada sıtma vardı. Her türlü tehlikeyi göze alarak kuruttular ve yerleştiler, biçtiler, çalıştılar, kanallar açtılar. Bir zat geldi, bu toprakların kendine ait olduğunu söyleyerek bunları buradan çıkardı. Halk yine topraksız kaldı. Dağlara sığındılar, çalı çırpı toplayarak geçinmeye başladılar” diye aktardı.
‘Batıda Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Emin Sazak gibi toprak ağaları var’
Toprağın önemine dikkat çeken Çağatay, Demokrat Parti’nin kuruluşunun sebebinin toprak zenginleri olduğunu görüşünü “Bolu-Düzce-Hendek isyanlarının sebeplerinden biri budur. Geçmişteki Celali isyanlarının sebebi yine budur. Toprak çok önemlidir. Cumhuriyet dönemi yöneticilerinden büyük toprak sahibi gerçeğine tavır almaları dolayısıyla doğu illeri sınırlı kaldı. Bu konuda hükümeti harekete geçiren olay 1925’te doğuda çıkan isyandır. Şeyh Said isyanı sırasında ayaklanmalarda başı çeken ailelerin güçlerini doğuda hüküm süren arazi sahipliği yani feodal benzeri üretim tarzından aldığı anlaşıldı. Batıda Adnan Menderes, Celal Bayar, Refik Koraltan, Fuat Köprülü, Emin Sazak gibi toprak ağaları var. Bunlar sadece Demokrat Parti’yi kuranlar, bunun dışında içinde birçok toprak ağası var. Demokrat Parti’yi kuranların tamamı toprak zenginleridir. Topraklarının ellerinden gideceğini görünce siyasal iktidarı değiştirmek istemişlerdir. Bütün hikaye budur. Demokrat parti iktidarını bir yenilenme demokrasiye geçiş düşünüyorsanız, bugün bu ezberinizi bozuyoruz. Tamamen birilerinin çıkarı, bugün de birilerinin çıkarı uğruna siyasal iktidarın el değiştirmesine engel olunmaya çalışılıyor. Doğudaki durum farklı doğuda aşiret ağaları halkı isyana teşvik ederek kendi varlıklarını koruyorlar. İsyanların kökeninde bu var. Şeyh Said, Koçkiri, Ağrı isyanlarının kökeninde bu var. Kürt İsyanı diye geçen baş tacı yaptığınız Şeyh Said, Şeyh Rıza isyanları altında toprak ağalarının topraklarını korumak için halkı isyana teşvik etmeleri var. Hiçbirisi ulusal mücadelenin sonucu değildir. Halkın bilinçlenmesi ve bir ulusun uyanması gibi yaftalarla yaftalıyorsunuz maalesef” diye söyledi.