Alçı, “Ahern’e çok kanlı geçen 30 yılın ardından sağladıkları barışa giden yolu ve neler yaşandığını sordum. Anlattıklarını birebir Türkiye ile kıyaslamadan okuyun lütfen. Farklı dinamikler ve farklı coğrafyalardan bahsediyoruz. Ama yine de çok derin bir ayrışma yaşayan Kuzey İrlanda toplumunun başardığı çatışmasızlık hali hepimiz için çok kıymetli dersler barındırıyor" dedi.
"Her nerede ve hangi şartlar altında olursa olsun barış ve huzur içinde yaşama isteği evrensel… Türkiye toplumunun 85 milyonunun birden kendini güven ve sulh içinde hissettiği bir ülke için umarım feyz alacak bir şeyler buluruz Ahern’in hikayesinde” notunu düştüğü düşen Alçı, yazısında görüşmeyi özetle şöyle aktardı:
“İRA ve İngiltere ordusu arasında çok kanlı çatışmalar yaşanırken, barış görüşmeleri sürdüğü esnada provokasyon ve bombalamalar da devam ederken siz 1998’de dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair, Kuzey İrlanda’daki siyasi partiler ve İrlanda Hükümeti arasında anlaşma sağladınız. Bu nasıl oldu? Neydi işin sırrı?
Kuzeyde sorunlar 1968’de başladı, tabii öncesi var ama son dönemin kanlı çatışmalarının başlangıç tarihi 1968. Biz 1998’de anlaşmayı sağladık. 1968’den 1998’e kadar barış için 2 ayrı deneme olmuştu. İlki 1974’te, Birlikçi Parti (Unionists) ve Milliyetçi Parti’yi (Nationalists)i bir araya getirmek için iyi bir girişimdi. Ancak Birlikçiler sürece itiraz ettiler ve greve gittiler. Ortalığı yeniden ayağa kaldırdılar ve 6 hafta içinde süreç sona erdi.
İkinci deneme 1985’teydi. Dönemin İngiltere Başbakanı Margareth Thatcher ve İrlanda Başbakanı Garret FitzGerald bir anlaşma yaptılar ancak bu anlaşmanın başarı şansı yoktu çünkü sadece iki hükümet arasındaydı ve problemin kaynağı tarafları kapsamıyordu. Yani Kuzey İrlanda’da çatışan partiler yoktu. Düşünün iki tarafı olan bir problemi siz ve ben çözmek için anlaşıyoruz ama tarafları dışarıda bırakıyoruz. Tabii ki bir sonuç çıkmadı ve 1998’e kadar gelindi.
1985’te başarısız olan Thatcher’ın ve FitzGerald’ın girişimi ile sizinkinin arasındaki temel fark Kuzey İrlanda’da çatışan tarafları sürece dahil edip etmemekti o halde…
Evet, 20 yıldan fazla süredir devam eden barış ve şiddetin yüzde 99 oranında son bulmasının temel sebebi bizim herkesle konuşmamız, herkesle iletişim kurmamızdı. Hala birbirlerinden nefret ediyorlar, hala sorunlar bitmiş değil ama artık birbirlerinden eskisi kadar nefret etmiyorlar, kan akmıyor, ekonomi çok gelişti ve insanlar refaha kavuştu.
- Bunu nasıl yaptınız? Bu kadar derin ayrışma içinde olan iki toplum nasıl şiddetsiz yaşamaya devam edebiliyor? İşin sırrı ne? Ben Kuzey İrlanda’ya bakınca Türkiye’deki Kürt meselesine dair hem umutlanıyor hem üzülüyorum. Umutlanıyorum çünkü bizde toplumda öyle derin bir ayrışma yok, üzülüyorum çünkü buna rağmen siz başarmışsınız biz ise başaramadık, çözüm süreci çöktü…
Bizim sırrımız üzerinde anlaştığımız prensiplerde gizli. 1997’de başlayan görüşmelerde herkesin masada olması üzerine uzlaştık. Görüşmeler 97 Eylülünde başladı ve 98 paskalyasına kadar aralıksız sürdü. İşin püf noktası herkesin sözünün dinlendiğini hissetmesi ve bizim de İrlanda Hükümeti olarak anayasal değişiklik yapmaya hazır olmamızdı. En zor, en kritik kısım mahkumlardı. Biz mahkumları 2 yıl içinde tahliye ettik. Mesela ben İspanya Bask meselesi ile de ilgileniyorum, onlar mahkumları kapsam dışı bıraktılar. Biz ise hepsini salıverdik.
- Salınan mahkumların yeniden şiddete bulaşmasından endişe etmediniz mi? Şiddetten uzak durmalarını sağlayacak bir mekanizma oluşturdunuz mu?
Elbette endişe ettik, sonuçta topluma entegre mi olacaklar yoksa yeniden silaha mı sarılacaklar bilmiyorduk. Ama gruplar kurup eğitim çalışmalarına katılmalarını teşvik ettik, maddi yardımlar ile eğitim ve istihdam desteği sağladık. Böylece topluma büyük oranda yeniden uyum sağladılar.
- En kanlı eylemlere karışanlar dahil herkesi mi salıverdiniz?
Evet, askerleri öldürenler, en şiddetli saldırıları gerçekleştirenler dahil hepsini.
- Bu, toplumda terörden zarar görmüş kesimlerde büyük infiale yol açar. Nasıl ikna ettiniz toplumu?
Herkese daha iyi bir gelecek ve herkese eşit şans vermeyi vaat ettik. Elbette çok zor ve çok riskli bir karardı.
- Terör kurbanlarının ailelerini nasıl teselli ve ikna ettiniz?
Çok ciddi problemler yaşadık o süreçte. Yüzlerce saat hepsiyle teker teker konuştum. Yakınlarını kaybeden İngiltere tarafından, buradan, arabalarına bomba konanlar, üzerlerine bomba atılanlar, görev başında hayatını kaybedenler… Hepsiyle konuştum.
Önemli bir nokta şuydu: Salıverdiğimiz mahkumları kayıt altına aldık ve sicillerine not düştük. Buna göre şayet yeniden suça bulaşırlarsa cezaevine geri dönüp kalan süreleri boyunca bir daha çıkamıyorlardı.
- Bu şekilde cezaevine dönen çok oldu mu?
Başta olur diye endişelendik ama olmadı. Çoğunlukla topluma geri döndüler ve şiddetten uzak durdular.
- Muhalefetin bu süreçteki tutumu nasıldı? Barış sürecini destekledi mi diğer partiler?
Her zaman karşı duran bir muhalefet vardır, çok ciddi karşı çıkan bir kesim vardı. Ben Tony Blair ile birlikte onları da sürece dahil etmek için çok uğraştım. 2003 Ekiminde, yani anlaşma imzalandıktan 5 yıl sonra ikna oldular.
- Onları ikna etmeyi nasıl başardınız?
Başta sürece tamamen karşılardı ve insanları referandumda hayır demeleri için etkilemeye çalışıyorlardı. Bizim elimizi dahi sıkmıyorlardı. Ancak daha sonra anlaşmayı imzalayıp bütün dünya bizi tebrik edince onlarla da arkadaş olduk. Artık birbirimizin evlerine ziyarete gidiyoruz, ailece görüşüyoruz.