Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, sivil toplum kuruluşları, düşünce kuruluşları, medya, kamu ve akademi dünyasından seçkin isimlerin katılımıyla İstanbul'da eş zamanlı gerçekleşen 'Ulusal Stratejik İletişim Politikası' ve 'Dezenformasyonla Mücadele' çalıştaylarının ortak açılış toplantısında konuştu:
Bugün bilginin tahtından edildiği ve yalan içeriklerin onun yerini doldurduğu bir dönemi tecrübe ediyoruz hep beraber. Elbette bununla mücadele ediyoruz, mücadele etmek zorundayız. Ne olursa olsun biz aydınlanma aklının ürettiği bilgiyi değil, hakikati temel alıyoruz, hakikati savunuyoruz, 'yaşasın hakikat' diyoruz. Ne olursa olsun hakikat, 'uğruna mücadele edilmesi gereken bir değerdir' diyoruz. Bu doğrultuda dezenformasyonla mücadele için yoğun bir gayret sarf ediyoruz.
Dezenformasyon kampanyalarının uluslararası alanda en fazla odağında olan ülke açık ve net söylüyorum Türkiye. Çünkü Türkiye son 20 yıldır yaşadığı gelişim çizgisi dolayısıyla geçmiş dönemden farklılaşması dolayısıyla kıskaca alınmaya çalışılan, yürüyüşü durdurulmaya çalışılan bir ülke ve bu noktada yalan endüstrisinin dezenformasyon siyasetinin bütün imkanları seferber edilerek bu süreçte dezenformasyon kampanyalarının muhatabı olmuş durumda.
Oxford Üniversitesi Reuters Enstitüsü'nün 2018 yılında yaptığı bir araştırma var ki her yıl tekrar ediyor ve ilk olarak 2018 yılında yaptığı bu tespiti her seferinde de tekrarlamış oluyor. 2018'de yaptığı araştırmada, Türkiye yalan habere muhatap olma noktasında dünyadaki birinci ülke olarak tespit edilmiştir. Bu rapora göre 100 haberden 50'si yalan. Türkiye'yi muhatap alan, Türkiye'de üretilen haberlerin yarısı yalan. Buna mukabil İngiltere'de 100 haberden 15'i yalan, Fransa'da 12'si yalan, Almanya'da 9'u yalan.
Bu noktadan baktığımızda bu küresel dezenformasyon problemini Türkiye'nin en fazla yaşayan ülke olduğunu görüyoruz. Çünkü Türkiye'de Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bu yaşanan dönüşüm Türkiye'nin milleti lehine, ulusal çıkarları lehine yaşanan bu dönüşüm durdurulmak istenen bir dönüşüm. Türkiye'nin elde ettiği kazanımların ortadan kaldırılması için çok yoğun bir uluslararası aktörler ittifakı var ve bunların da en temel araçları dezenformasyon siyaseti. Elbette bu noktada biz Türkiye'nin dezenformasyonla imtihanını özellikle son 8 yıldır yoğun şekilde yaşıyoruz.
(Dezenformasyon kampanyalarının ne kadar yıkıcı olabildiğini, yalan endüstrisinin ne kadar siyasal, sosyal alanı etkileyebileceğini 8 yıl önce Gezi kalkışması sürecinde gördüklerini söyleyip) O günleri hatırlayın, karşımıza çıkan yalan haberleri gördüğümüzde bir taraftan dehşete düşüyorduk, bir taraftan da bunlar çok bariz yalanlar olduğu için bunlara hiçbir şekilde, hiçbir kesimin itibar etmeyeceğini varsayıyorduk. 'Eylemler 48 saat daha sürerse Avrupa Birliği hükümeti devirme kararı alacak.' Bu haber sosyal medyada defalarca dolaştırıldı, milyonlarca kişi tarafından görüldü ve maalesef gerçekmiş gibi dolaşıma sokuldu. Avrasya Maratonu için Boğaziçi Köprüsünden geçen maratoncular, onların oluşturduğu o kalabalık görüntü uzaktan fotoğraflandığında o fotoğraf Gezi kalkışmasına katılan protestocular olarak servis edildi. Bunu bir parti kendi resmi hesabında paylaştı. Çok inanılmaz örneklerle karşılaştık.
Yine 2011 yılında bir deniz kazasında sırtından yaralanan bir kişinin fotoğrafı Gezi kalkışmasındaki protestocuların sözüm ona 'polis şiddeti' dolayısıyla yaşanan bir hadise gibi takdim edildi. Onlarca trafik kazası görüntüsü eylemlerde ortaya çıkmış görüntüler gibi yansıtıldı. Bunu sadece ulusal alanda değil, uluslararası, anlı şanlı medya kuruluşlarının yaptıkları yayınlarda da gördük.
Sayın Cumhurbaşkanımız, o zaman Başbakan malumunuz, Kazlıçeşme'de Milli İradeye Saygı Mitingi yaptığında ki inanılmaz bir kalabalıkla o mitingi yaptı, oradaki görüntüler CNN International tarafından kullanıldı ve o görüntülerin altına 'Türkiye'de hükümet karşıtı protestolar' yazıldı. Daha onlarca örnek var.
Baktığımızda o dönemde başlayan bu akım bugün de devam ediyor. O dönemden itibaren kendisini sosyo-politik bir varlık olarak ifşa etmekte hiçbir sorun görmeyen gayrimilli bir muhalefet anlayışı ne yazık ki bu türden dezenformatif, manipülatif ve yalan içeriklere dayanarak 'siyaset yapmaya' başladı. Siyaset toplumu yalan içerikler bombardımanına tabi tutarak yapılmaz, siyaset sahici bir şeydir. Sayın Cumhurbaşkanımızın sürekli olarak vurguladığı üzere siyaset millete hizmet işidir, dolayısıyla milletin gerçeğini yok sayarak, ona yalan içerikler boca ederek ona hizmet edemezsiniz. Bu gayrimilli tutumun biz uluslararası dezenformasyon bombardımanıyla iş birliği halinde Türkiye'de siyaset alanını zehirlediğini gördük, görmeye devam ediyoruz. Türkiye'de devletimize, ulusal güvenliğimize zarar veren önemli unsurlardan bir tanesidir. Bunun önüne geçmek bir milli vazifedir.
Bunlar sadece gerçeklerin saptırılması anlamına gelmiyor, aynı zamanda ülkemizin, milletimizin, devletimizin enerjisinin de boşa harcanması anlamına geliyor. Keşke enerjimizin hatırı sayılır bir bölümünü, içerdeki gayrimilli unsurların, dışarıdaki Türkiye düşmanı unsurların dezenformasyon içeriklerine, yalanlarına cevap vermek için harcamasak. Ama bunu yapmaya mecburuz, bunu yapmak zorundayız. Anında doğru ve güvenilir bilgilerle bu yalanları ifşa etmek zorundayız diğer vazifelerimizin yanı sıra.
Algoritmalarla yalan içerikler sizin önünüze sürekli düşürülüyor. Doğru ve güvenilir bilgiye ulaşmak da günden güne zorlaşıyor. İnternet ilk çıktığında o zaman hocalarımızın bize sürekli söylediği şey şuydu; bilgi demokratikleşiyor ama öte yandan doğru bilgi giderek diğer hurafeler, safsatalar yanında ayrıştırılması zorlaşan bir değere dönüşüyor. Bizim o dönemde psikolojimiz daha iyimser, daha olumlu bir yaklaşımdı. Fakat gördük ki aslında internet hiç de öyle demokratikleştirici, hiç de öyle çoğullaştırıcı bir ortam yaratmadı. Aksine gettolaşmaları arttırdı, dışlayıcı yaklaşımları arttırdı, yabancı düşmanlığını, ırkçılığı, İslamofobi'yi, İslam karşıtlığını ve düşmanlığını pekiştiren bir ortama dönüştü. Kimlik savaşları artık yaşadığımız dünyanın belirli unsurlarından birine dönüştü. Bu süreçte de baktığımızda değersizlik neredeyse norm halini aldı.
Türkiye Batı dünyası için bundan 20 yıl önce olduğu gibi 'öngörülebilir', 'istenen yöne sevk edilebilir', 'eline verilen reçeteleri uygulayan' bir pazar ülke değil. 'Üreteceğim' diyen, 'bölgemdeki gelişmelere müdahale edeceğim' diyen, 'ülkemin kalkınmasını kendi önceliklerim ve programım çerçevesinde hayata geçireceğim' diyen ve dahası bunu yaparken risk almaktan kaçınmayan bir ülke oldu Türkiye. Dolayısıyla Sayın Cumhurbaşkanımızın ısrarla iktidara geldiği ilk günden itibaren açık ve net bir şekilde vurguladığı üzere milletin desteği, milletin iradesi dışında herhangi bir yönlendirici, herhangi bir yönetici akıl almadan, doğrudan kararlı şekilde hedefe yürüyen bir yaklaşımı söz konusu. Bu yaklaşım nedeniyle çok ciddi anlamda bölgesel ve küresel kazanımlarımız oldu. Bölgesel ve küresel kazanımlarımızın uluslararası alanda pek çok aktör için kayıp olduğunu sadece son 20 yılın dış politika tarihine baktığımızda hepimiz görebiliriz. Bu bariz gerçek dolayısıyla bu yürüyüşün durdurulması hedeflenmiştir ve burada dezenformatif içerikler çok hayati bir unsur olarak karşımızdadır.
Kurulduğumuz günden bu yana 'Türkiye İletişim Modeli'ni inşa etmek için çaba sarf ediyoruz ve bu önümüzdeki dönemde bu amaç için çok daha fazla gayret edeceğiz. 'İletişimde Türkiye modeli' üretmek, 'Türkiye İletişim Modeli'ni inşa etmek temel hedefimiz oldu ve bu çerçevede çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Ben bütün bu çalışmalarımızın Cumhuriyetimizin 100. yılı için ayrı bir anlam taşıdığını düşünüyorum. Devletimizin 2023, 2053 vizyonlarına önemli katkı sunacağını düşünüyorum.