EKSEN

'Katar’ın Körfez'le barışması, Ankara'yı dış politikasının sürdürülemez hale geldiğine inandırdı’

Prof. Ünal’a göre, Mısır ile İsrail'in Yunanistan'la saf tutması ve Katar'ın Körfez'le barışması Ankara'yı dış politikasının sürdürülemezliğine inandırdı. Suriye politikasında inadın maliyetlerine dikkat çeken Ünal, 10 yılın dış politika hovardalıklarının sonuçları karşısında ekonomik krizde 'dış güçler saldırıyor' demenin doğru olmadığı görüşünde.
Sitede oku
Türkiye'de derinleşen ekonomik krizin dış politikaya doğrudan etkileri giderek daha görünür hale geliyor. Ankara son yıllarda ilişkilerin hasmane boyutlar aldığı Körfez ülkeleriyle ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirmek için yeni hamleler yaparken, geçen yıla kadar iddialı olduğu Doğu Akdeniz politikalarında itidalli tutum takınmış görünüyor.
Ankara'nın Birleşik Arap Emirlikleri'ne (BAE) yaptığı açılım ve İsrail'le de yeni açılım sinyali vermesinin ardından son olarak Ermenistan'la özel temsilci atanması kararı geldi.
Türk dış politikası ve ekonomik krizin etkileri, Körfez/İsrail'e yönelen açılım ve 'dış güçler saldırısını' argümanlarını Maltepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Hasan Ünal ile konuştuk.

‘Katar’ın diğer Araplarla barışması, Türkiye’yi mevcut dış politikasının sürdürülemez hale geldiğini inandırdı’

Prof. Hasan Ünal'a göre, Türkiye için kavgalı ilişkileri onarma mecburiyetinin belirmesinde iki olay belirleyici oldu: Mısır'la Libya'da karşı karşıya gelinmesi ile Mısır dahil Arap ülkelerinin ve İsrail'in Yunanistan'la aynı safta durmaları. Ankara'da 'alarm zillerinin' çaldığını belirten Ünal, en yakın müttefik Katar’ın diğer Araplarla barışmasının da Türkiye’yi dış politikasının sürdürülemez olduğuna inandırdı:
“Daha önceki kavgalı ilişkileri onarma mecburiyetinin ortaya çıkması belki bu yaşadığımız ekonomik krizden daha önce başlayan bir olaydı. Geçen sene iki hadise çok belirleyici oldu. Türkiye’nin Mısır ile karşı karşıya gelmesi ve Mısır’ın Sirte ve Cufra hattını kırmızı çizgi olarak gördüğünü açıklayarak Türkiye’nin askeri olarak karşısına dikilmesi oldu. Bu uyarıcı bir şeydi. Ardından Yunanistan ile giriştiği askeri-diplomatik kriz sırasında Arap ülkeleri, Mısır ve İsrail’in adeta askeri manada Yunanistan’ın yanında duracaklarının, birlikte hareket edebileceklerini gösterircesine bir tavır sergilemeleri Türkiye’de alarm zillerini tamamen çaldı ve o noktada bir şeyler uyandı, yani sürdürülemez hale geldi. Bizim dışımızda gelişen olaylar da var. Türkiye’nin yalnızlığı sırasında en önemli müttefik Katar’ın diğer Araplarla barışması, bizi mevcut dış politikamızın sürdürülemez hale geldiğini inandırdı."

'Olumlu adımlar atıldı ama yavaş gidiyor; Suriye politikasında ısrar etmek yanlış'

Ünal, Ankara'nın olumlu adımları başlasa da sürecin yavaş ilerlediğini söyleren, İhvan ve Filistin kolu Hamas'la ilgili konuların belirsizliğini sürdürdüğüne işaret etti. Ünal'a göre büyük bir sığınmacı sorunu yaşanırken Suriye politikasında inatlaşmayı sürdürmek savunulması imkansız bir politika:
"Olumlu adımlar başladı ama bence yavaş gidiyor. Mısır ve İsrail ile ilişkiler, Körfez’deki gibi hızlanabilmiş değil. Oralarda hala geçmiş dönemin ideolojik tortuları var. İhvan ne olacak, Hamas ile ilişkileri nasıl düzenleyeceğiz; Türkiye açısından bütün bunlar milli güvenlik sorunu haline gelmişken, bir de çok ağır ve sonuçları tam olacağı belli olmayan bir krizden geçerken, bu tip meselelerle Türkiye’nin dış politika gündemini meşgul etmek doğru değil. Özellikle Suriye ile inatlaşmayı sürdürerek, sığınmacıları göndermemekte ısrar etmek, buraya zor şartlarda geldiklerini ve bizim geri gönderemeyeceğimizi ifade etmek bence giderek savunulması imkansız bir politika halinde. Çünkü Suriye’de savaş bitti, şartlar yerinde. Onları göndermemek demek Suriye ile kavgalı ilişkileri sürdüreceğiz demek ki, öyleyse ne olacak? Bu doğru bir iş değil. Bazı işler iyi gidiyor.”

'Körfez'le ilişkilerde ekonomi ve mali konuların öne çıkması doğal, zaten başka ne üzerine kurula olabilir?'

Ünal'a göre Körfez Araplarıyla ilişkilerde ekonomik ve mali konuların öne çıkması doğal. Ankara'nın Araplara karışmama, kavgalarının parçası olmaması gerektiğini belirten Ünal, ağırlığın ekonomiye kaymasının önemli olduğunu vurguladı:
“Körfez ülkeleriyle Türkiye’nin ilişkilerinde ekonomik ve finansal konuların ön plana çıkması bence gayet tabi. Çünkü bu ülkelerle yapacağımız işbirliğinin ana hatları bunun üzerine kurulu olmalı, zaten başka neleri üzerine olabilir. Onlardaki finansmanın Türkiye’de yatırıma dönüşmesi, en kötü portföy yatırımları şeklinde Türkiye’ye gelmesi; bu çerçevede olur diye düşünüyorum. Onlar kendi aralarında bölünmesinler, çevre ülkeleriyle kavgalarının parçası olmayalım, İran gibi. Bu açıdan BAE’nin İran ile yumuşama politikası izlemekte olması sevindirici, çünkü bölgede ilişkilerin normalleşmesi ve ağırlığın ekonomiye kayması lazım ki, orada Türkiye’nin işbirlikleri daha fazla konuşulmalıydı. Türkiye ekonomisinin bu krizden ne kadar büyük yaralarla çıkacağı meselesi var."

'ABD'nin Exxon Mobil-Katar aramaları için güvence vermesi Rumların Türk kıta sahanlığını tanıması anlamına mı geliyor?'

Ünal, bu koşullarda Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de filosunu limanlara çektiği ve geri adım attığı görünümünün hakim olduğunu dile getirdi. Amerikan Exxon Mobil ile Katar şirketinin Rumlardan Türkiye'nin kıta sahanlığı saydığı bölgenin bir kısmı için aldığı ruhsata atıf yapan Ünal, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu'nun buralarda faaliyet gösterilmeyeceği yolunda ABD'nin 'güvence' verdiğini söylemesini sorunlu buluyor. Ünal, "O zaman Rumlar Türkiye'nin kıta sahanlığını kabul ve tescil mi ediyorlar?" sorusunun belirdiğini vurguladı. Ünal'a göre yine Kuzey Kıbrıs'ın haklarının ne olacağı meselesi var:
"Doğu Akdeniz’de bir bakış açısına göre geri adımlar söz konusu gibi. Bizdeki filonun limanlara çekilmiş görünüm sergilemesi bu sonucu çıkarmamız için yeterli. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki sondaj işlerine Rum tarafının ihale ve ruhsatlarıyla yabancı şirketlerin bu işe soyunmasıyla başladı. Onları o bölgeden kovalama siyaseti yeterli olmadı ve artan oranda ‘Siz yaparsanız biz de yaparız’a dönüştü. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun parlamentoda yaptığı açıklamalarda tam olarak konuyu anlayabilmiş değilim, pratikte ne olacağını görmemiz lazım. Rumların lisans verdiği bahsi geçen parselde Katar Exxon arama yapmayacakmış, oraya girmeyecekmiş. O zaman bizim kıta sahanlığımıza girmeyeceklerine söz verdiler. Rum tarafı, Türkiye’nin oradaki kıta sahanlığını kabul ve tescil ediyor mu ki bunlara verdiği ruhsatta, Rum tarafına ‘Biz buralara girmeyiz, Türkiye bizi kovar buradan’ dediler mi? Demedilerse Çavuşoğlu'nun söyledikleri ne anlama geliyor? İkincisi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilgili parseldeki hakları ne olacak? KKTC Dışişleri Bakanlığı, ‘Biz haklarımızın savunucusu olacağız’ diye açıklama yaptı. O zaman KKTC, bizim filodaki gemilerden birini kiralayıp oraya gönderebilir mi? Gayet mantıklı. Onu bir görmek lazım. Eğer Türkiye orada kulağının üzerine yatarsa olmaz. Onlar gelip orada arama yaparlarsa, Türkiye de görmezden gelirse sırf Katar var diye olmaz. Bunun kesinlikle ciddi yansımaları olur. Türk kamuoyunun bu denli ajite hale geldiği bir dönemde bunun mümkün olmasını kabul edemiyorum.”

'10 yılın dış politika hovardalıkları ilk defa dış politikamıza sahip çıkıyoruz, o yüzden üzerimize çullanıyor diye izah edilirse...'

Biden’ın dış politikada Ortadoğu’yu ikinci plana atmasının bölge ülkelerini aralarında ilginç ittifak arayışlarını getirdiğini belirten Ünal, bunun çok kutupluluğun da gereği olduğu görüşünde. Türkiye'nin dış politikada 'ilk defa dik durduğu' yolundaki sunumun doğru olmadığını söyleyen Ünal, 10 yılın dış politika hovardalığının sonucunda ortaya çıkan büyük yanlışlıklar ve riskler, "İlk defa dış politikamıza sahip çıkıyoruz, o yüzden herkes üzerimize çullanmaya çalışıyor" diye izah edildiğinde dış politikanın bilinmediği anlamına geldiği değerlendirmesinde bulundu:

“Biden’ın dış politikasını anlamakta zorlanıyoruz. Biden’ın Ortadoğu’yu genel hatlarıyla ikinci plana itmeye çalışan bir dış politikası var. Tümüyle gözden çıkaran değil ama daha ikincil bir konuya dönüştürmeye çalışan bir politikası var. Bu çerçevede bölge ülkeleri kendi aralarında ilginç ittifak arayışlarına girmiş durumdalar. Bunu ben sağlıklı görüyorum, çok kutuplu dünya düzeni böyle şekillenecek. O hareketliliği anlamsız ve tehlikeli görmüyorum. Temel sorun şu, artık ‘O bizle uğraşıyor’ mantığından çıkmak lazım. ‘İlk defa Türkiye dış politikasında çıkarlarına sahip çıkarak dik duruyor, kendini edilgen halden çıkarıyor, o yüzden de herkes üzerimize geliyor, o yüzden yalnızsak yalnızız...' Bu görüş, dış politikanın doğasına aykırı bir şeydi. Herkes bilir ki Türk dış politikasında üzerine çullanan, her şeyin dikte edilebilceği bir ülke değildir. Suriye gibi NATO blokunun karşısında olan ülkelere karşı da gerekirse diplomatik-askeri yöntemlerle çıkarlarını savunur ve sonuç alırdı. NATO’nun içinde Yunanistan gibi ülkelere karşı da çıkarlarına dikkat eden ama gücünü vaktinde kullanan bir ülkeydi. 10 yılın dış politikasının hovardalığının sonucunda ortaya çıkan büyük yanlışlıklar ve riskleri, ‘İlk defa dış politikamıza sahip çıkıyoruz, o yüzden bütün herkes üzerimize çullanmaya çalışıyor, tabii ki böyle olacak’ mantığıyla izah etmeye kalkışırsanız bu dış politikayı bilmediğiniz anlamına gelir.”

'Dış politikanın maliyeti yanlışlarının sürdürülemez hale gelmesi belki 10 sene almıştır ama kurla böyle oynamak 10 hafta almayabilir'

Türkiye'nin yaşadığı son kur krizinin ortada bir politika bulunmadığına işaret ettiği görüşündeki Ünal, dış politikada olduğu gibi ekonomi politikalarında da 'dış güçler üzerimize geliyor' söylemini eleştirdi. Ünal, "Böyleyse yandık. Bu noktada bir dış politikanın maliyetiyle, yanlışlarıyla bir ülke için sürdürülemez hale gelmesi belki 10 sene almıştır ama böyle kurla oynamak 10 hafta almayabilir. Dolayısıyla bu tsunaminin önünde nasıl duracağız?” diye sordu:
“Kur krizinde de tek söyleyebileceğim şey şu. Eğer elde alternatif bir politika varsa ve bize ‘6 ay içinde kuru şöyle yapacağız, bu arada yatırım, üretim, istihdam, ihracat ağırlıklı politikanın sonuçlarını 8 ay içinde daha belirgin alacağız. Ama bilinen klasik şekilde enflasyon yükselince merkez bankalarının faizi arttırarak enflasyonu düşürmeye çalışıp, ekonominin yavaşlaması riskini göze alarak bunu yapmasına tümüyle katılmayacağız ama şu oranda yapacağız’ diye ortada bir politika olsa bir sorun yok. Önce faizleri indireceğiz deyip, ertesi gün belli bir noktaya geldi diye merkez bankasının kura müdahalesi mantıklı değil. Beşinci müdahalede 7 milyar dolara yakın para gitmiş. Bu şunu gösteriyor, ortada korkarım ki bir program da politika da yok. Bu dış politikada 'ilk defa çıkarlarımıza sahip çıktığımız için herkes üzerimize geliyor' mantığının kur ve ekonomi politikalarındaki dış güçler karşılığına geliyor. Böyleyse yandık. Bu noktada bir dış politikanın maliyetiyle, yanlışlarıyla bir ülke için sürdürülemez hale gelmesi belki 10 sene almıştır ama böyle kurla oynamak 10 hafta almayabilir. Dolayısıyla bu tsunaminin önünde nasıl duracağız?”
Yorum yaz