Dünyada makro ekonomik dengelerde pandeminin de etkisiyle çok ciddi sarsılmalar var. Batı'nın gelişmiş ülkelerinde tedarik sıkıntıları eşliğinde enflasyonist ortam ve yüksek enerji fiyatları sorunu ortaya çıktı. Diğer yandan kaynak mücadelesinde çip ve magnezyum krizi yaşanıyor.
Pandemiden çıkışta dünya ekonomisinin durumu ve ekonomik krizin 'Türkiye hallerini' Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu'ndan Doç. Ümit Akçay ile konuştuk.
‘Esas mesele uluslararasılaşmış üretimin pandemi gibi dışsal şokla kesintiye uğraması'
Doç. Ümit Akçay, küresel Kovid-19 pandemisi nedeniyle ekonomik hayatın durduğunu anımsatırken, hem üretim ve arz hem de talepte sorunların devamının yaşandığını vurguladı. Kapanmalarda kimi ülkelerde talebin desteklenmesi kimilerinde doğrudan gelir gibi adımlara dikkat çeken Akçay, ancak üretimin ve arzın durmasının ve işten çıkarmaların derin etkileri bulunduğunu belirtti. Akçay, pandemiden çıkışta ise yaygın aşılama ile özellikle merkez ülkelerde oluşan dengesizliğe atıf yaparken, bu kez de dünya ekonomisindeki talep artışının sorunları beraberinde getirdiğinin altını çizdi. Akçay'a göre arz-talep ulusal ölçekte olsaydı yaşanmayacaklar üretimin küresel entegrasyonu neticesinde bugün gerçekleşiyor:
“Çok boyutlu bir konu bu. Ama temel olarak işin özünde ne yaşandı diye baktığımızda 2020’deki kesintinin özellikle bütün ülkeleri etkileyen halk sağlığı sorunu ya da onla başa çıkmak için önlemler nedeniyle oluşan hem üretimde arzda hem de talepte yaşanan sorunların devamını yaşıyoruz. İnsanların sokağa çıkması ya da temasın engellenmesi için mesafenin arttırılması önlemleri alınmıştı. Bazı ülkelerde ya bölgesel ya da ulusal düzeyde eve kapanmalar yaşanmıştı. Burada ilk yaşanan şey keskin olarak talebin bir anda düşmesiydi. Buna yönelik çeşitli ülkelerde farklı yollarla da olsa talebin desteklenmesi yönünde adımlar atıldı. Bazı ülkelerde doğrudan gelir desteği oldu. Bazı ülkeler kredi desteği verdi, bazıları ücretlerin bir kısmının devlet tarafından ödenmesi gibi yollar seçti. Ama talep kısmı kısa sürede aslında güçlü bir tepki verilerek idare edilmeye çalışıldı. Ama esas arz durdu. Pek çok fabrikada üretim durdu, işten çıkarmalar yaşandı. 2021’de pandemiden çıkış önlemleri aşının yaygın olarak uygulanmaya başlamasıyla merkez ülkelerde özellikle bir dengesizlik oluştu. Çünkü 2020’de yaşanan kesinti nedeniyle ertelenen bir talep var. 2021’de her şey normale dönüyormuşçasına insanlar hayata karışmaya başlayınca dünya ekonomisinin genelinde müthiş bir talep fazlası ortaya çıktı. Dünya ekonomisinin pandemi sırasındaki ya da o zamana kadar gelen zamanda oluşan yapısıyla da ilgili. Örneğin bir arz-talep dengesizliği ulusal ölçekte her bir ülke içerisinde yaşansaydı bu daha kolay olabilirdi. Ama uluslararası ölçekte dünya ekonomisinin özellikle üretimin uluslararası entegrasyonu neticesinde herhangi bir yerde yaşanan sorun diğer ülkeleri çok hızlı bir şekilde etkilemeye başladı. 2008’deki finansal krizde gördük bunu. Finansal entegrasyon o kadar ileri boyuta gelmişti ki Amerika’da birkaç yatırım bankasının batmasıyla birkaç hafta içinde küresel kriz haline geldi. Aslında o finansallaşmanın yaşadığı bir krizdi. Şu anda da üretimin uluslararasılaşmasının bu düzeyde entegre olmasının pandemi gibi bir dışsal şokla kesintiye uğraması neticesinde bizim yaşadığımız sorunu gösteriyor. Bu başka bir düzlemde yaşansaydı yaşanmayacak sorunlar, küresel entegrasyon neticesinde yaşanıyor. Şu anda esas mesele bu.”
‘Mal azlığı nedeniyle fiyatlar arttı, üretimler durdu, tüm bunlar kapasite sorunu ve enflasyona neden oldu’
Türkiye'de kimi medya organlarında anlatıldığı gibi Batı'da tümden rafların boşalması gibi bir durumun yaşanmadığını belirten Akçay, ancak artan talebi karşılama bağlamında lojistikle ilgili sorunlara atıfta bulundu. Sınırlardaki sınırlamalar, konteynır yokluğu gibi sıkıntılar yaşandığını söyleyen Akçay, tüm bunların kapasite sorunu ve enerji fiyatlarındaki artışla birlikte enflasyonist ortama neden olduğu görüşünde:
“Bir süredir Berlin’de yaşıyorum, henüz raflar boşalmadı. Ama şöyle ciddi bir konu olduğu herkesin malumu. Artan talebin nasıl karşılanacağı konusunda lojistik kanallarda yaşanan sorunlar da biliniyor. Örneğin limanlar gemi taşımacılığında bu talep bir anda hızlıca artınca kapasite sorunu ortaya çıktı. Şu anda dünyanın en yoğun deniz ticareti hattı Amerika ile Çin arasında. Limanlarda bekleme süreleri, birkaç gün ya da haftalık süreyken şu anda gemilerin bekleme sürelerinde birkaç aydan bahsediliyor. Bu birbirine bağlı olan sektör açısından zincirleme şekilde ekonominin geneli açısından sorunlar yaratıyor. Temel yarattığı iki sorun mal azlığı nedeniyle fiyatlar artıyor. İkincisi de mal kıtlığı nedeniyle üretimler duruyor. Onu girdi malı olarak kullanılan sektörlerde üretim yavaşlıyor, vardiyalar azalıyor ya da duruyor. Burada en temel konulardan biri mesafe önlemleri ya da sınırlardaki geçişlerde sınırlamalar nedeniyle indirme yükleme sürelerinin uzaması ve bu aşırı talep nedeniyle örneğin konteyner bulunamaması. Dolayısıyla bunlar bir kapasite sorunu yaratıyor, iki, enflasyon olarak karşımıza çıkıyor. Doğu-Batı Almanya’nın birleşmesinden sonraki dönemde yaşanan enflasyondan sonraki en yüksek enflasyon seviyesine ulaşıldı. Ama bunun kökeninde büyük ölçüde enerji var. Ham madde ve doğal gazın artması var. Bu bir yanıyla iklim kriziyle de bağlantılı, bir yanıyla pandemi sonrasında oluşan yükselen taleple de bağlantılı.”
‘Kaynak milliyetçiliği ve küreselleşme karşıtı bir çeşit ulusal kapitalizmlere eğilim gündemde'
Akçay'a göre meselenin bir kısmı teknik ve lojistik sorunlar ve 2022'de pandemi aşıldığında ortadan kalkacak sorunlar. Ancak diğer yandan Almanya'nın otomotiv endüstrisinde Çin kaynaklı çip krizi yahut Hindistan'da kömür ihracatındaki sınırlamalar gibi hammadde kaynaklı sorunlara atıfta bulunan Akçay, 'kaynak milliyetçiliği' yani 'hammaddeye erişim' tartışmaları eşliğinde pandemiden çıkışta küreselleşme karşıtı bir çeşit ulusal kapitalizmler modeli yönünde eğilimin güçlenmesinin söz konusu olabileceğini söyledi:
“Alman ekonomisi içinde önemli bir yer kaplayan otomotiv sektöründe hammadde kaynaklı önemli sorunlar yaşanıyor. Çin’den tedarik edilen bazı hammaddelerin azalması ya da çip gibi otomotiv üretiminde kullanılan yan ürünlerin azalması gibi. Burada da şöyle bir sorun var. Bir yanıyla bu gerçekten talep fazlalığı yani teknik sorunlar nedeniyle oluşuyor. Bu talep sorunları kalkınca belki de 2022’de aşılması beklenen sorunlar. Örneğin Çin’in belirli maddelerde yurt dışına ihracatı azalttığı, kısıtladığı hatta tamamen yasakladığı ürünler varmış. Bu kaynak milliyetçiliği tartışılan bir konu aslında. Eskilerin emperyalizm dediği hammadde kaynaklarına erişim dediği, şimdi güncel lojistik tedarik literatüründe ya da uluslararası politik ekonomide yeniden dile getirilmiş hali. Bu işin bir kısmı teknik lojistik sorunlar nedeniyle belki de bunlar aşıldığında 2022’de ortada olmayacak sorunlar. Ama işin bir kısmı da ülkelerin bilinçli iradi kararı nedeniyle ortaya çıkan ve diğer ülkelere de negatif yansımaları olan sorunlar. Bir model tartışması konuşuluyorsa 'küreselleşmeden geri mi düşüyoruz', 'pandemiden sonra birtakım değişiklikler mi' var tartışmasına bağlarsak, küreselleşme karşıtı bir çeşit ulusal kapitalizmlerin daha da gelişmesi, Brexit sonrası zaten uygulanan Doğu Avrupa’da Macaristan, Polonya’da gördüğümüz model, -hatta bazıları Türkiye’yi de bu tartışmanın içine alabilir- böyle bir eğilimin güçleniyor olduğu yönünde emareler var. Hindistan’da kömür ihracatında bazı sınırlamalar yaşanıyor. Çünkü elektrik üretiminde kullanılacak kömür rezervlerinin azalıyor olması gibi haberler var. Dolayısıyla her ülkedeki büyük sermaye kuruluşları kendi hükümetlerine baskı yapıyorlar üretimin devamı için. İktidarlar da kendi ülkelerinin çıkarlarını bir şekilde korumaya çalışıyorlar. Burada 1970’ler sonrası oluşan finansal ve ekonomik olarak üretim açısından birbiriyle çok entegre olmuş bir yapıdan ziyade daha ulusal olmasa da henüz, bölgesel düzeyde finansın üretimin örgütlenmesine doğru arayışlar var. Tedarik zincirlerinin kısalması tartışması da bunun bir parçası.”
'Aynı döngü Türkiye'de 2014, 2016, 2018 ve 2020'de de yaşandı ve şu anda da yaşanıyor. Bunlar bilinçli stratejilerin sonucu'
Akçay dünyada yaşanan gelişmelerin Türkiye ekonomisine yansımaları olduğunu belirtirken, enerji fiyatlarının en baş faktör olduğunu, insanların gündelik yaşamlarına doğrudan etkide bulunduğunu anımsattı. Ancak Türkiye'nin kendisine has yaşadığı ekonomik sürece dikkat çeken Akçay, 2013 sonrası tekrarlananlara atıfta bulundu. Döngüyü, sermaye çıkışları, ekonominin yavaşlaması, faiz indirimi ve sonucunda büyümenin canlı tutulması çabası ama kur şoku ve faiz artırımı, kredi çöküşü ve resesyon olarak özetleyen Akçay, bunların 2014, 2016, 2018 ve 2020'de de yaşandığını ve şu anda da yaşanmakta olduğunu dile getirdi. Akçay'a göre beşinci kez yaşananlar bilinçli stratejilerin sonucu:
“Türkiye ekonomisinde de bunların bir bir yansımaları mevcut. Örneğin enerji fiyatlarının artması konusu Türkiye’yi doğrudan etkiliyor. Petrol, doğalgaz bütün üretim ve tüketimde kullanıldığı için insanların gündelik yaşamda alışverişte her şeyi fiyat artışı olarak etkiliyor. Tedarik zinciri konusunda yaşananlar tekstilde, hazır giyimde veya kimya maddelerinde yaşanan darlık nedeniyle önümüzdeki dönemde çok daha büyük sıkıntıların yaşanabileceği söyleniyor. Türkiye’yi de doğrudan bu tablonun içine yerleştirebiliriz. Ancak Türkiye’nin kendine has ayrıca yaşadığı ekonomik süreç var. Türkiye özellikle 2013 sonrası sermaye girişlerine bağımlılığı yüksek olan ülkelerin yaşadığı özel bir durumu yaşıyor. Sermaye hareketlerinin 2013 sonrası giderek yavaşlamaya başlaması, sermaye çıkışlarının yaşanıyor olması. Bizdeki özel duruma iktidar şöyle bir politika tepkisi geliştiriyor. Sermaye çıkışları yaşanıyor, ekonomi yavaşlamaya başlıyor. Böyle olunca önüne geçebilmek için faiz indirimi sürecine girmeye çalışıyor, çeşitli nedenlerle. Faizleri düşürerek ekonomik büyümeyi canlı tutmak temel gayesi. Bunu 2014, 2016, 2018’de yaşandı. 2020’de pandemi sırasında yaşandı ve şu anda da yaşanıyor. Aynı mekanizmadan bahsediyoruz. Hükümet faizleri indirmeye çalıştıktan sonra kur şokuyla karşılaşıyor. Buna bir süre dayanabiliyor. Dayanamayınca sert faiz artışı yapıyor. Bu da kredi çöküşüne neden oluyor. Oradan resesyona geçiyoruz, cari açığın azalmasını sağlıyor ve TL’de biraz istikrar sağlayınca iktidar tekrardan faiz indirimine yükleniyor. Bunları biz yaşamış olduk, aynı döngünün devamı. Burada rasyonel karar almıyorlar ya da yanlışlıkla, bilmediklerinden yapıyorlar gibi bir tartışmadan ziyade 5. Kez aynı şekilde aynı yere varıyorsak bunun bir bilinçli strateji olduğunu anlamamız gerekiyor."
'Türkiye'de işlemeyen iki modelin kapışması söz konusu, geniş toplum kesimleri için ikisinin dışında alternatifler tartışılmalı'
Erdoğan hükümetinin Türkiye ekonomisinde tekrarladığı döngöyü anlamak için bu politikaların kazananları ve zarar görenlere bakmak gerektiği görüşündeki Akçay, sadece 'Beşli Çete' diye anılanların yarattığı bir sorun değil işlemeyen iki modelin kapışmasının söz konusu olduğunu dile getirdi Akçay'a göre, geniş toplum kesimlerinin refahı için bu ikisinin dışında başka alternatifleri tartışılması gerek:
"Niye bunu yapıyorlar? Bundan kazançlı çıkan kimler diye bakalım. Geçtiğimiz haftaki faiz indiriminden sonra sermaye gruplarından farklı kesimlerden yapılan açıklamalara bakalım. Kimler karşı çıktı, kimler destekledi? Aslında tablo karşımıza berrak şekilde çıkıyor. İhracatçılar destekliyor, ani dalgalanmalar değil istikrarlı değersizleşmenin onların daha çok işine geldiği kaydını koyarak; inşaatçılar, gayrimenkul sektöründen destek geldi. Orada da faiz indiriminin konut sektörünü yeniden canlandırabileceği beklentisi nedeniyle. Turizm sektöründen destekler var, döviz kazanıyorlar onlar da. Burada iki grup var, sadece TL ile borçlanabilenler TL faizinin indirilmesini istiyor, ikincisi de döviz kazananlar. Bu iki grup aslında geniş bir sosyal bloku oluşturuyor. Ana akım muhalefetin ısrarla üzerinde durduğu sadece 'Beşli çeteden' yani iktidara döviz ve anlaşma yaparak uzun dönemli döviz geliri elde edecek kesimlerin kazançlı çıktığı değil onların da ötesinde geniş bir sermaye blokunun kazançlı çıktığı bir kesim. Bunun karşısında da daha yüksek teknolojili üretim yapan, ihracat yapsa bile ithal girdi oranı daha yüksek olan, aslında geleneksel bankacılık ve TÜSİAD sermayesini buluyoruz. Dolayısıyla böyle bir sermaye için kapışmanın yaşandığı bir dönemdeyiz. Bunun anlamı iki farklı birikim stratejisine tekabül etmesi. TÜSİAD’ın önerdiği strateji daha çok 1999-2001 IMF programlarından 2013’e kadar gelen bir modeli savunurken diğer kesimlerin girişimleri 2013-2021 arasındaki süreci karşımıza getiriyor. Burada vurgulamak istediğim işlemeyen iki model var. Geniş toplum kesimlerinin refahı için bu ikisinin dışında başka alternatifleri tartışıyor olmamız gerek."
'90'larda da enflasyon yüksekti ama reel ücret artışı sağlayabilen güçlü sendikalar vardı'
Akçay, Türkiye'de sermaye içi tartışmanın maliyetinin geniş toplum kesimlerine yüklendiği ve enflasyon olarak vurduğunu anımsattı. Türkiye'de 1990'larda da enflasyonun yüksek olduğunu ancak o dönemde güçlü sendikal örgütlenmenin reel ücret artışını sağlayabildiğini ve özelleştirmeleri engelleyebildiğini söyleyen Akçay, bugün ise en büyük handikapın emeğin örgütsüzlüğü olduğunu vurguladı:
"Bu sermaye içi kavganın farklı gruplar arasındaki çıkar çatışmasının maliyetlerinin geniş toplum kesimlerine yükleniyor olması, o da enflasyon konusu. Geliri enflasyon oranında artmamış tüm toplum kesimleri özellikle dar gelirliler bu süreçten en çok etkilenen kesimler. Enflasyonun kendisi alt gruplar, sabit gelirliler için zorunlu olarak gelir kaybı anlamına gelmeyebilir. 1990’larda enflasyon yüzde 40’lardan yüksek olduğu dönemler yaşandı. Ancak o dönem reel ücret artışı yaşanabilen yıllar oldu. Bunun temel nedeni sendikaların güçlü olması emeğin güçlü olmasıydı. 90’larda neoliberal taarruza karşı özelleştirmeleri yaptırmadı sendikalar ve reel ücret artışını koruyabildiler. Şu andaki handikap emeğin örgütsüz olması ve bu tip sermaye arası mücadele karşısında daha korumasız olması ve daha büyük zarar görecek olması. Önümüzdeki aylarda asgari ücret pazarlığı var, buraya özel bir önem vermek gerek.”