Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tutuklu iş insanı Osman Kavala ile ilgili ortak açıklama yapan 10 ülkenin büyükelçilerinin 'istenmeyen kişi' (persona non grata) ilan edilmesi için Dışişleri Bakanı'na talimat verdiğini söylemesiyle, Türkiye ile Batı arasında yeni bir kriz patlak verdi.
Erdoğan, Türkiye'deki büyükelçilerin 18 Ekim'de Kavala'nın Türkiye'de üst hukuk olarak görülen AİHM kararları uyarınca serbest bırakılmasına yönelik ortak çağrılarına ilk olarak geçen hafta Afrika dönüşünde tepki gösterdi.
Erdoğan, bu büyükelçilerin ağırlanmasını 'lüks' diye nitelendirerek gerekli talimatı verdiğini söyledi. Ardından cumartesi günü Eskişehir'deki toplu açılış sırasında konuyu gündeme getirdi. 10 büyükelçi Dışişleri Bakanlığı'na tepkinin iletilmesi için Türkiye tarafından çağrılmışken, Erdoğan, "Burası Türkiye, Türkiye! Burada kalkıp da Dışişleri'ne gelip talimat verme gibi bir yola giremezsiniz" dedikten sonra "Gerekli talimatı Dışişleri Bakanımıza verdim. 'Bu 10 tane büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz' dedim" ifadelerini kullandı.
Türkiye'nin ABD, Almanya ve Hollanda gibi 'en yakın müttefik' addettiği ülkeleri temsil eden elçilere yönelik bu tutum, büyük bir diplomatik krize yol açmanın eşiğine gelmişken, Erdoğan'ın yeni açıklamasının beklendiği kabine toplantısı devam ederken ABD Büyükelçiliği'nin açıklaması işleri değiştirdi.
Almanya, Fransa, Kanada, Finlandiya, Danimarka, Hollanda, İsveç, Norveç ve Yeni Zelanda'nın Ankara büyükelçiliklerinin de resmi hesaplarından paylaştığı ya da retweet ettiği ABD açıklamasının Türkçe metninde, "ABD, 18 Ekim tarihli açıklamaya ilişkin bazı soruların yöneltilmesi vesilesiyle, Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi'nin 41. Maddesine riayet etmeyi teyit eder" ifadeleri yer aldı. İngilizce metinde ise "ABD, 18 Ekim açıklamasına dair sorulara yanıt olarak, Viyana Sözleşmesi'nin 41'inci Maddesi'ne uygun davranmaya devam ettiğini not eder" denilmesi dikkat çekti. Sözleşmenin 41'inci maddesi 'içişlerine karışmama' ilkesine işaret ediyor.
Kabine toplantısı sürerken cumhurbaşkanlığı kaynakları Erdoğan'ın açıklamayı 'olumlu karşıladığını' aktardı. Erdoğan'ın da toplantı sonrası "Büyükelçiliklerden yapılan açıklamayla yanlışlıklarından geri dönülmüştür. Artık Türkiye'nin egemenlik hakları konusundaki beyanlarında daha dikkatli olacaklarına inanıyoruz" yorumunu yapıp 'istenmeyen kişi' ilanını anmadı. Erdoğan'ın "Ülkemizin bağımsızlığına saygı duymayan hiç kimse bu ülkede barınamaz" demesi de dikkat çekti.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price ise dün akşam saatlerinde 18 Ekim bildirisi ve Türkiye'nin tutumu sorulunca, "18 Ekim'de ortaya koyduğumuz açıklamanın Viyana Sözleşmesinin 41. maddesiyle uyumlu olduğunu dile getiriyoruz. Küresel ölçekte insan haklarına saygıyı, hukukun üstünlüğünü savunma taahhüdümüzde kararlıyız" ifadelerini kullandı.
'Büyükelçiler krizini' emekli diplomat Engin Solakoğlu ile konuştuk.
'10 büyükelçinin bir araya gelip ortak açıklama yapması normal değil ama asıl mesele buraya nasıl gelindiği'
Engin Solakoğlu'na göre, 10 büyükelçinin bir araya gelerek ortak açıklama yapması 'normal' yahut 'olağan' sayılacak bir şey değilken, 'asıl mesele buraya nasıl gelindiği.' Türkiye'de hukukun varlığı değil yokluğuna dair kimsenin tereddütü kalmadığı bir ortamda altına imza atılmış bağlayıcı uluslararası sözleşmelere dikkat çeken Solakoğlu, kimsenin Türkiye'yi Avrupa Konseyi'ne yahut AİHM'ye yahut NATO'ya üye olmaya mecbur etmediğini anımsattı:
“Normal bir şey değil. Herhangi bir ülkede zaten benzerine de az rastlanır bir olay bu. Gerçekten olağan karşılayabileceğimiz bir şey değil. Fakat maalesef ülkede uzun yıllardır olağan karşılayacağımız şeylerle nadiren karşılaşıyoruz. Bu krizi konuşacağız fakat aslında kriz bitti. Bir sonraki krize kadar ki bu aşağı yukarı 15 dakika ila 15 saat arasında gibi bir süre içinde çıkabilir, başka olağandışı şeylerle karşılaşabiliriz. Ama burada şöyle bir şey var. Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde birtakım ülkelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının bir kişide uygulaması konusunda bir araya gelip çıkış yapmaları olağan karşılanabilir bir şey değildir. Asıl mesele buraya nasıl gelindiğidir. Sizin ülkenizde hukukun varlığı değil de yokluğu konusunda artık hiçbir tereddüt kalmadıysa ve sizin de birtakım uluslararası sözleşmelerin altında imzanız varsa daha da önemlisi anayasanıza bu imzaların kanundan da daha güçlü olduğuna dair bir hüküm koyduysanız, o zaman başka ülkelerle ve uluslararası kuruluşlarla egemenliğinizi paylaşıyorsunuz demektir. Bu kendi seçiminizdir. Sizi kimse Avrupa Konseyi’ne üye olmaya mecbur edemez. NATO’ya da üye olmaya mecbur edemez. AİHM yetkisini tanımaya da mecbur edemez. Ama siz eğer bu tek taraflı iradeyi gösterip katıldıysanız, kararlarını da uygularsınız. Uygulamazsanız da böyle garip durumlara düşersiniz."
'Eski meslektaşlarıma bir şapkamı çıkarmak istiyorum, yaratıcı bir çözüm bulunmuş'
Solakoğlu, bu krizde Viyana Sözleşmesi'nin 41. Maddesi'ne atıf yapılmasının diplomatlar tarafından sağlanan 'yaratıcı bir çözüm' olduğunu dile getirirken, "Tek adamın dediği olmadı ama tek adamın istemediği de olmadı gibi bir durum ortaya çıkıyor" değerlendirmesini yaptı:
"Zaten bu tuhaf görüntü Türkiye’nin sabit ekran görüntüsü. Sonuç itibariyle herkes o kişinin kimliğinden bağımsız olarak tek adam iktidarının zararından neden bahsediyoruz? Çünkü tek adamın hata yapma ihtimali her zaman bir kitlenin hata yapma ihtimalinden daha fazla. Burada eski meslektaşlarıma bir şapkamı çıkarmak istiyorum. En azından dışişleri bakanlığı çalışanları kendi bakanlığını da ikna etmek suretiyle böyle bir eylemin Türkiye’nin çıkarlarına zararlı olacağı çizgisinde direndiler gibi gözüküyor. Bu konuda da haklılar tabiatıyla. Çünkü bu tür bir adımın çok olumsuz yansımaları olurdu gerçekten. Öyle anlaşılıyor ki aradan geçen yaklaşık 72 saatte başkentlerde ciddi bir yaratıcı çözüm arayışı gerçekleştirilmiş ve bu arayış sonunda da Viyana sözleşmesinin 41. Maddesi bulunmuş ve Amerika’nın öncülüğünde diğer ülkelerle paylaşıyorlar. Olay da bir şekilde tatlıya bağlanmış. Tek adamın dediği olmadı ama tek adamın istemediği de olmadı gibi bir durum ortaya çıkıyor.”
'Her ülke muhalifine baskı yapabilir, Türkiye’de bu ölçü kaçmıştır'
Solakoğlu'na göre, 41. maddeye yapılan atıfla 'amacın içişlerine müdahale etmek olmadığı', Türkiye'ye 'kendi hukukunu ve anayasasını uygulamasının' salık verilmesi söz konusu. Solakoğlu, Kavala ile siyaseten yanyana bile gelemeyeceğini belirtirken, Türkiye'de 'Sorosçuluk' diye bir suç bulunmadığını anımsattı. 'Her ülkenin muhaliflerine hukuksuzluk yapabileceğini ancak bunun ölçüsünün bulunduğunu' belirten Solakoğlu, "Türkiye’de bu ölçü kaçmıştır. Ölçüyü kaçıran iktidarın meşruiyeti sarsılır. Meşruiyeti sarsılan iktidarın da herkes üzerine gider” vurgusu yaptı:
“Bunu çok literal anlamda tercüme etmeye çalışırsak, ‘Bizim aslında amacımız sizin iç işlerinize müdahale etmek değildi’ demiş oluyorlar. 41. Madde'ye yapılan atfın anlamı bu. Orada zaten sonsuz tartışılabilecek içişleri nedir, içişlerinin tanımı nedir ve Viyana sözleşmesi imzalandığından bu yana ülkelerin içişlerine karışmama ilkesi ne şekilde bir değişim göstermiştir, oraya bakmak lazım. Ülkelerin içişlerine karışmama, o ülkedeki hukuksuzluğu vs’yi eleştirmemek anlamına gelir mi, gelmez mi? Bizim şimdiye kadar gördüğümüz pratik, ister sözleşme olsun ister olmasın Batılı ülkelerin bu tarz müdahaleler yaptığını gösteriyor. Burada 10 büyükelçinin bana göre normalde kendi başkentlerinde yapmış olmaları gereken ve liderler seviyesinde yapmaları gereken uyarının içeriğiyse şu: Kendi anayasanızı uygulayın. Bizim size koyduğumuz kuralları değil. Ortada Sorosçuluk diye bir suç yok. Osman Kavala benim siyasi görüşüm bakımından da yan yana istemeyeceğim biri belki. Ama ortada böyle bir suç yokken, mahkumiyet kararı yokken aksine tersi kararlar varken bir adamı içeride tutmak, aynı şey Selahattin Demirtaş ve başka binlerce insan için de geçerli biz hukukun Türkiye’de nasıl işlemediğini zaten biliyoruz. O yüzden yapılan müdahalenin şekli eleştirilebilir ama özünde çok da tuhaf gelecek bir şey yok. Asıl mesele her ülke hukuksuzluk yapar, kendi kanunlarını çiğner ve muhaliflerine baskı yapar. Bu hiçbir zaman istisnai bir şey değildir. Ancak bunun bir ölçüsü olması gerekir. Türkiye’de bu ölçü kaçmıştır. Ölçüyü kaçıran iktidarın meşruiyeti sarsılır. Meşruiyeti sarsılan iktidarın da herkes üzerine gider.”
'Bir anlamda Türkiye’deki rejime de uyarı olarak da değerlendirmek mümkün'
Diplomaside kesin ve keskin sonuçlar elde edilmediğini anımsatan Solakoğlu, 41'inci madde açıklamasının iktidara seçmenine pazarlayabileceği ‘Yedi düvele geri adım attırdık’ argümanı sağlamış olsa bile karşıt cepheye geri adım attırmadığını belirtti. Batı Avrupa ve ABD'nin Türkiye'de iktidar değişiminde yana olduklarını bu çıkışlarıyla gösterdikleri görüşündeki Solakoğlu, olayın bir anlamda Türkiye’deki rejime de uyarı niteliği taşıdığı değerlendirmesinde bulundu:
"İstediği olmadı ama istemediği de olmadı. Diplomaside zaten kesin ve keskin sonuçlar elde etmek gibi bir durum pek yoktur. Diplomasinin özelliği de her iki tarafın kendi açısından tatmin edici bulabileceği unsurlar içeren bir çözüme ulaşmaktır. Burada yapılan tam anlamıyla böyle bir egzersiz oldu. 'Ben bunları istemiyorum ülkemde, atacağım hepsini' deyince karşı taraf da 'bizim aslında yapmak istediğimiz şuydu...' diyerek bir izahat getirmiş oldu. Bu izahat iktidarın en azından kendi seçmenine rahatlıkla pazarlayabileceği ‘Yedi düvele geri adım attırdık’ şeklinde bir argüman sağlamış oldu. Buna karşılık bizim gördüğümüz, bu açıklamanın ötesinde Alman Dışişleri Bakanlığının, İskandinav ülkelerinden gelen açıklamalara baktığımızda, Kavala meselesini takip konusundaki iradenin değişmediğini de görüyoruz. Öyle olunca taraflar geri adım atmış olmuyorlar. Ama kendi açılarından kendi kamuoylarını en azından kendi seçmenlerini tatmin edecek bir yol bulmuş oluyorlar. Burada hakikaten diplomatları tebrik etmek lazım. Sadece Türk diplomatları değil bütün diplomatların bu konusunda çok çalıştıkları anlaşılıyor. Bir yandan şöyle bir gerçek var. Batı Avrupa ve ABD, Türkiye’de bir iktidar değişikliğinden yana, bu kesin. Bu iktidar değişikliği konusunda mümkün mertebe kavgasız gürültüsüz olmasını tercih ediyor. Herhangi bir alt üst oluş istemiyor, kitlesel veya ekonomik anlamında bir ülkeyi kesintiye uğratacak ve dünya sistemi içerisindeki rolünü de aksatacak bir karışıklık çıkmasını istemiyor. Bu iradelerini net bir şekilde göstermiş oldular bu çıkışla. Bir anlamda Türkiye’deki rejime de uyarı olarak da değerlendirmek mümkün."
'Biden ile olan görüşme teyit edildi diye biliyoruz, ama diplomaside her an birisi nezle olabilir'
Bu diplomatik krizin ardından dikkatler Erdoğan'ın G20 zirvesinde ABD Başkanı ile görüşmesine çevrilirken, 'teyitli' bu görüşmenin neler getireceğinin bilinmediğini belirten Solakoğlu, "Ama diplomaside her an birisi nezle olabilir" vurgusu yaptı. Solakoğlu Batı ile diplomasi krizi koparken Savunma Bakanı Akar'ın NATO toplantısındaki tutumunun ise Türkiye'deki düzenin Batı ittifakından vazgeçme niteyi bulunmadığını ortaya koyduğunu belirtti:
“Biden ile G20 zirvesindeki görüşme teyit edildi diye biliyoruz. Ama diplomaside her an birisi nezle olabilir. Dolayısıyla birincisi bu görüşme yapılacak mı, ikincisi görüşmenin içeriği 'keşke yapılmasaydı' dedirtecek bir şekilde mi olacak, yoksa daha olumlu mu olacak? Savunma konusundaki işbirliği aslında Türkiye’deki rejimin gerçek niteliğini ortaya koyan, Türkiye’deki burjuvazinin Batı ittifakından zaten vazgeçme niyeti olmadığını ve eğer bu konuda ‘Ahmet’ yeterli uyumu ve işbirliğini göstermezse bunun ‘Mehmet’ ile devam edebileceğinin karşı tarafa çok net bir şekilde aktarılmasıdır. Gerçekten de savunma altyapısı bakımından Türkiye’nin bu düzeninin ABD ve Batı dışında bir seçeneği yoktur. Rusya ile olan askeri alandaki yakınlaşmaların daha ziyade yüksek maliyetle yapılan el yükseltme amacında manevralar olduğunu değerlendiriyorum. Buna rağmen Türkiye’nin belki de rejiminin en güçlü insanlarından bir silahlı kuvvetlerin başında olan kişinin ABD başta olmak üzere NATO’da yaptığı temaslar son derece dikkatle izlenmeli. Türkiye’deki düzenin niyeti buralardan takip edilmelidir diye düşünüyorum.”