Geçtiğimiz hafta, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Yunanistan Başbakanı Kiriakos Miçotakis'i ağırlaması vesilesiyle, Elysee Sarayı'nda hem Paris'in Atina'ya Rafale jetleri ile üç Belharra sınıfı fırkateyni satışı ve dördüncüsünü de satması seçeneğini içeren anlaşmaya hem de iki ülke arasında stratejik savunma-güvenlik işbirliği paktına imza atıldı.
Anlaşmaları onaylamak için Yunan parlamentosuna hitap ettiği konuşmasında savunma paktı için anlaşmanın ulusal çıkarlar açısından avantajlı olduğunu savunan Miçotakis, "Hepimiz, Doğu Akdeniz’de kimin kimi 'casus belli' (savaş nedeni) ile tehdit ettiğini biliyoruz" ifadesini kullandı.
Fransa'nın anlaşma çerçevesinde Atina'ya vermesi öngörülen desteği değerlendiren Miçotakis, "Bir saldırı halinde Avrupa'nın tek nükleer gücü ve BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olan tek Avrupa Birliği ülkesi (Fransa), ülkemizin yanında olacak" dedi.
‘Yunanistan’ın silahlandığı artık açıktır’
Miçotakis, bu açıklamalarında isim belirtmese de mesajların Türkiye’ye yönelik olduğu açıkça anlaşılıyor.
Peki, 3 NATO üyesi ülke Fransa, Yunanistan ve Türkiye’nin arasındaki bu gerilim gelecekte ne gibi riskler doğurabilir? Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Enis Tulça, Sputnik’e yaptığı değerlendirmede şunları ifade etti:
“Ege ve Doğu Akdeniz’deki gerginlik gelecekte tabii ki risklere açıktır. Türkiye’ye karşı yakın bir gelecekte bir çatışma arzusu ile Yunanistan’ın silahlandığı artık açıktır ve Türkiye tarafından mesaj alınmıştır. Tarihteki uyuşmazlıklarımızda ilk saldırı adımı her zaman maalesef Yunan tarafından gelmiştir. Bunun tekrarlanmayacağının hiçbir garantisi de yok. Artık Türkiye için Batı’dan gelen bir tehdit mevcuttur. Her şeye rağmen bu ortam içinde istişari görüşmelerin devam edebiliyor olması faydalı bir durum.”
‘Casus belli’ kararı tehdit mi önlem mi?
1982 yılında imzalanan Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS), kıyıdaş ülkelere karasularını 12 deniz miline kadar ilan etme hakkı veriyor. Türkiye'nin taraf olmadığı sözleşmeyi 1995 yılında yürürlüğe koyan Yunanistan, 'kendi stratejisine uygun zamanda Ege'de karasularını 12 deniz miline çıkarma hakkını saklı tuttuğunu' ilan etmişti. Bunun üzerine 8 Haziran 1995'te TBMM, 'Yunanistan’ın Ege’de karasularını 6 milin ötesine çıkarmasının savaş sebebi (casus belli) sayılacağını, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'ne askeri bakımdan gerekli olanlar da dahil olmak üzere tüm yetkilerin verileceğini' beyan etmişti. Miçotakis’in açıklamalarında dikkat çeken bir nokta da TBMM’nin aldığı bu ‘casus belli’ kararıydı. Peki, Türkiye’nin ‘casus belli’ kararı Yunanistan’a bir tehdit mi yoksa Türkiye’nin aldığı bir önlem mi? Prof. Dr. Tulça, şöyle değerlendiriyor:
“TBMM’de alınan ‘casus belli’ kararı, Yunanistan’a karşı bir önlemdir. Deniz Hukuku Konferansları o yıl tüm taraf ülkeleri dolaşıp imzalar tamamlanıp yürürlüğe girmişti. Türkiye sözleşmeye taraf değildi. Sözleşmenin 3.maddesi gereği Yunanistan, 1 Haziran’da karasularını 12 mile çıkarma hakkını mahfuz tutacağını ve gerekli gördüğünde kullanacağını meclisinde oylamıştı. Ancak Türkiye ise Ege Denizi’nin açık bir deniz ve sahil olmayıp yarı kapalı bir deniz olduğunu vurgulamıştı. Kendi kıtası Anadolu’ya çok yakın Yunan adaları bulunduğundan bu bölgede karasularının 12 mile çıkmasının 780.000 km2’lik bir ülkeyi denize kapatıp karaya kilitleyeceği için buna karşı çıkmış ve ‘casus belli’ kararını almıştı. Böylece Türkiye her zaman bu konunun aynı sözleşmenin 300. maddesindeki hakkaniyet ilkesi temeli ile ele alınmasını savunuyor.”
‘NATO açısından görülmemiş bir durum’
Elbette bu durum NATO içinde de büyük bir kriz niteliği taşıyor. “NATO açısından iki üye ülkenin bir üçüncü üyeye karşı bu şekilde bir anlaşma ile karşı gelmesi görülmemiş bir durum” diyen Tulça, “Böyle bir tablo Türkiye’ye karşı zaten Avrupa’da ancak Fransa ile olabilirdi. Yunanistan açısından bu anlaşma ile verilen mesaj ‘beni casus belli ile boğamazsın’dır. Yunan Meclisindeki son açıklamalar Türkiye’ye karşı ‘aktif tehdittir’. Bu antlaşma Yunanistan’da Türkiye’ye karşı geleneksel emelleri destekleyen kesim için bir umut ışığıdır” diye de ekliyor.
‘Tahribatı ancak Türk ve Yunanlılar birlikte tamir edebilirler’
Tüm bu gelişmeler olurken bir yandan da Türkiye ve Yunanistan arasında istişari görüşmeler sürüyor. Bu görüşmelerin 63. turu, 6 Ekim’de Ankara’da gerçekleştirildi. Siyasi görüşmelerin Türkiye-Yunanistan krizine çözüm getirip getirmeyeceğini de değerlendiren Prof. Dr. Tulça, şunları ifade etti:
“İstişari görüşmelerin bu ortamda henüz kopmamış olması önemli. Türkiye ve Yunanistan ikili olarak Ege Denizinde hakkaniyetli bir çözüm için tüm uyuşmazlık konularını görüşmelidir. Yunanistan, Ege sorunlarına selektif yaklaşıyor. 1988 Yılmaz-Papulyas mutabakatı yeniden barışçıl bir yola çıkmak için bugün hala geçerli ve önemli bir belge. Çözüm diyalogdan geçer. Fransa iki ülke ilişkilerinin daha da kötüleşmesine katkı sunabilir. Ancak bu tahribatı ancak Türk ve Yunanlılar birlikte tamir edebilirler. İki ülke arasında ‘Güven’ ortamının yeniden tesisi şarttır.”
Yunanistan’dan yeni hamle: Fransa’dan sonra ABD ile anlaşma
Yunanistan, Fransa ile 28 Eylül’de imzaladığı ‘Savunma ve Güvenlik için Stratejik Ortaklık’ anlaşmasından sonra, şimdi de ABD ile mevcut Savunma İşbirliği Anlaşması’nın (MDCA) güncellenmiş yeni protokolünü imzalayacak.
Türk basınında çıkan haberlere göre, ABD ve Yunanistan dışişleri ve savunma bakanlıkları, arasında arasında yaklaşık 2 yıl süren müzakerelerden sonra hazırlanan protokol, 14 Ekim Perşembe günü Washington’da dışişleri bakanları Antony Blinken ve Nikos Dendias tarafından imzalanacak. ABD, özellikle Girit ve Dedağaç’taki (Aleksandrupolis) askeri varlığını ciddi şekilde güçlendirecek. Yunanistan, 4 yeni bölgedeki askeri tesis ve altyapılarını, ABD Silahlı Kuvvetleri’ne kolaylıklar sağlamak için tahsis edecek.