"Derya Deniz dağların ardının merakıyla yola çıkan, "Artık gidip ülkelerin güzel yerlerini görmek istemiyorum, evleri nasıl, nasıl hayatları var” diyen, “Ben gittiğim ülkelerin köylerine bile gidip o insanların evlerinde kalacağım, onlar nasıl yaşıyorsa ben de öyle yaşayacağım “diyen biri. Nasuh Mahruki “Kendi Everest’inize tırmanın” demişti, işte ben de onu yapıyorum. Böyle bir dünya turuna nasıl karar verdiniz ve hazırlandınız? Öncesinde nasıl bir hayatınız vardı? 14 yaşımda Kıbrıs’a, 17 yaşımda da Moğolistan’a gittim. Aslında her şey o zaman başladı aslında. Bademciklerimiz şişer, hastalanırız diye Türkiye’de sadece yazın dondurma yeriz, kışın dolaplar bile kaldırılır. Bir de hep atlet giyeriz -ben hiç giymedim, hep rahatsızlık verirdi ama annem sinir olurdu giymememe-, Moğolistan’a bir gittim eksi 40 derece! Sokakta bir anne, 4 yaşlarında bir çocuk, kucağında 2 yaşlarında başka çocuk dondurma yiyorlar! Kafamı bir çevirdim, herkes yiyor! Bu arada hava sıcaklığı -40! "Hani hasta olacaktık" diye diye yürüdüm. Sonra Moğol arkadaşlarım oldu, atlet giymeyi bırakın, atlet diye bir şey bilmiyorlar. "Nasıl yani? Hani teri emecekti, hani hasta olmayacaktık!" diye söylenerek bir zaman da öyle geçti. Anne, baba, her bir çocuk 10-12 yaşında bile olsa evde çamaşırını kendi yıkıyor. Anne her şeye koşmuyor. Evlerde halı yok, var ama duvarda, yerde değil. Hayat başka akıyor burada. 17 yaşında çocuğum daha aslında ama o zaman anladım ki hayat her yerde bizdeki gibi değil. İşte benim bunu görmem gerekliydi ve görüyorum şu an."