EKSEN

'Türkiye'deki havalimanlarını kamu adına işletmeyen hükümetin Kabil'e talip olmasının nedeni ne?'

Güller’e göre, ABD IŞİD'ı Taliban'a karşı kullanmışken, şimdi tersi söz konusu. Kabil havaalanı için 'korumacılık bitti işletmecilik başladı' diyen Güller, Türkiye'de havaalanlarını kamu adına işletmeyenlerin Kabil'e talip olma nedenini sordu. Güller, yeni iki denge gücünden Pakistan'ın Asya, Türkiye'nin Atlantik bloğuna yakın durduğu görüşünde.
Sitede oku
Taliban kontrolüne geçen Afganistan'da başkent Kabil'de 170 kişinin canına mal olan terör saldırılarının ardından dikkatler bu ülkeye taşınan IŞİD varlığına çevrildi. Saldırıların ardından Kabil'deki Hamid Karzai Havaalanı'nda NATO bünyesinde bulunan Türk askerleri de geri çekildi. Böylelikle Ankara'nın ABD ile müzakerelerini yaptığı havaalanını koruma misyonu suya düşerken, Ankara Taliban'la anlaşarak varlığını sivil veya özel güvenlik unsurlarıyla sürdürme ısrarında görünüyor.
Afganistan'daki durum, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) tahliyesi ve Erdoğan yönetiminin Kabil Havalimanı’ni işletme planlarını Cumhuriyet gazetesi yazarı Mehmet Ali Güller ile konuştuk.

'IŞİD Horasan Taliban'a karşı kullanılmıştı, şimdi tersi olacak'

Mehmet Ali Güller, Kabil Havaalanı'ndaki terör saldırılarını düzenleyen IŞİD Horasan grubunun daha önce sahada ABD ile işbirliğine işaret edecek şekilde Taliban'a karşı kullanıldığı iddialarına dikkat çekti. IŞİD'in Irak ve Suriye topraklarında ortaya çıkışı ve ABD için 'kullanışlı düşman' olarak varlığına atıfta bulunan Güller, şimdi Afganistan örneğinde tam tersi bir denklemin belirdiğini belirtirken, havaalanındaki terör saldırısı dahil gelişmelerin arkasında Taliban'ı dünya kamuoyun nezdinde daha kabul edilebilir kılmak hedefli birtakım girişimlerin olabileceğini vurguladı. Güller ABD içinde yahut NATO üyesi bir başka ülkenin yeni hamlesinin de söz konusu olabileceğini ekledi:

“IŞİD Horasan örgütü bir süredir Taliban’ı Amerika ile işbirliği yapıyor ve uzlaşıyor olması nedeniyle suçlayan bir örgüttü. Burada ilginç olan şu. Daha düne kadar Amerika fiilen IŞİD Horasan’ı sahada destekliyordu. Bir ay kadar önce Rusya üstelik somut birtakım nokta vuruşlu açıklamalar da yaparak Amerika ile IŞİD Horasan'ın işbirliğine dikkat çekmişti. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Zaharova, 23 Temmuz’da ‘IŞİD ile çatışmaya giren Taliban’ın mevzilerine yönelik ABD Hava Kuvvetleri’nin nokta vuruşu yaptığı kayıtlara geçti. Bu bilgilerin, ABD ile IŞİD militanları arasında işbirliği olduğunu söylemek için yeterli olduğuna inanıyoruz’ demişti. Bir ay önce Amerika’nın IŞİD ile Taliban çatışırken doğrudan hava kuvvetleriyle nokta vuruş yapıp Taliban üslerini vurduğu günler geçirdik. Bugün tablo değişti. O gün niye IŞİD’e bu yönde bir destek vermişti? Amerika bir anlaşma yapmış ve çekilmeyi planlıyor. Ama diğer yandan Taliban’ın çok hızlı şekilde ilerleyerek Kabil’e girmesini istemiyordu. IŞİD’i bu amaçla Taliban’a karşı kollamıştır. Şimdiyse tersi olacak. Bu durum değişikliğini anlayabilmenin bir yolu da bizim IŞİD’in nasıl bir örgüt olduğuna dönüp bakmamız gerekiyor. Çıktığı dönem hazırladığım ‘IŞİD Kara Terör’ kitabında IŞİD’in Amerika için kullanışlı bir düşman olduğunu ve Washington’un açmak istediği kapılar için bir maymuncuk görevi gördüğünü belirtmiştim. IŞİD ansızın Irak ve Suriye’de ortaya çıkmıştı ne olmuştu? Obama’nın belirlediği strateji neticesinde bir anda terör örgütü PKK, böyle IŞİD gibi dünyanın tepki gösterdiği bir kötü örgüte karşı insanlık için mücadele eden ılımlı bir örgüte dönüşmüştü. Terör örgütünün Batı nezdindeki algılanışı değiştirmeye yaramıştı IŞİD’in varlığı. Bu durum Afganistan için de geçerli olabilir mi? Taliban tanınacak mı tartışmalarının olduğu bir süreçte IŞİD’e karşı mücadele eden ya da IŞİD’in saldırdığı bir Taliban kamuoyu nezdinde daha kabul edilebilir hale mi getirilmek isteniyor? Biraz bu yönüyle bakmak lazım. Fakat bu meseleye bakışımızın tek yönü olmamalı. Aynı zamanda bunun Amerika içindeki çarpışmanın bir tezahürü olabileceğini de göz ardı etmemeliyiz, bir. İkincisi NATO üyesi bir başka ülkenin hamlesi olabileceğini de göz önünde bulundurmamız gerekiyor.”

'Koruma bitti, işletmecilik boyutu başladı'

Güller, TSK'nın Kabil havaalanı korumasıyla, havaalanının işletilmesi arasındaki fırkan, Taliban'ın 15 Ağustos'ta başkente girmesiyle ortaya çıkan yeni şartların getirdiği bir durum olduğunu belirtti. Erdoğan-Biden görüşmesinde havalanını Afgan hükümeti için Taliban'a karşı korumak yer alırken, Taliban'ın başkenti ele geçirmesinin TSK'yı tahliyeye mecbur bıraktığını belirten Güller, şimdi de müzakerelerle 'işletmeciliğin' ön plana çıktığını kaydetti:
“Havalimanının korunmasıyla işletilmesi arasındaki farkın doğrudan 15 Ağustos’ta Taliban’ın Kabil’e egemen olmasıyla ortaya çıkan yeni şartların getirdiği bir durum olduğunu tespit etmemiz gerek. O güne kadar Erdoğan’ın 14 Haziran NATO Zirvesi’nde Biden ile mutabık olabildiği gibi Türkiye’nin Kabil Havalimanı’nı Taliban’a karşı koruma görevini üstlendiği ve bunun da Batılı büyükelçiliklerin rezidanslarına ulaşan alanların toplam güvenliğine kadar uzanacak bir görev olduğu konuşuluyor, tartışılıyordu. 15 Ağustos bir durum değişikliği yarattı. Kabil, Taliban’ın denetimine geçince bu kez havalimanını siz kime karşı koruyacaksınız? Önceki pakette Taliban’a karşı koruma görevi vardı. Ama Taliban şimdi egemen dolayısıyla kime karşı koruyacaksınız? O durum doğal olarak Biden ile Erdoğan arasındaki mutabakatın kadük olması halini doğurmuştu. Fakat buna rağmen AKP hükümeti ısrar etti, Taliban’la uzlaşarak bu görevi sürdürme arayışı içinde olduğu ortaya çıktı. Nitekim kendileri de Taliban ile görüşmüş olduklarını söyleyerek belirtmiş oldular, fakat Taliban’ı bu işe ikna edemediler. Taliban’ın buna olmaması normal. Siz bunu kabul ettiğinizde bu bir egemenlik sorunu haline gelir, iddianız ortadan kalkar. Taliban her ne kadar Türk hükümetine yönelik belli konularda ılımlı mesaj verdiyse de kesinlikle Doha’da yapılan anlaşmanın gereği 31 Ağustos’tan sonra Kabil Havalimanı’nda Türk askeri görmek istemediklerini hem de birkaç açıkladılar. Bunun arkasından iki önemli gelişme oldu. Bir, birkaç gün önce İngiltere acil koduyla Almanya ve Fransa’nın da desteğini alarak G7’yi toplantıya çağırdı. Orada Amerika’ya, ’31 Ağustos son olmasın. Tahliyeler için bu süreyi uzatalım’ diyerek, zorladılar. Ama Biden’ı ikna edemediler. Ertesi Pentagon bir açıklama yaptı, ‘31 Ağustos’tan sonra artık biz hiçbir sorumluluk almıyoruz. Son askerimizi çıkardığımız anda bizi hiçbir şey ilgilendirmiyor’ dedi. Bu durum Milli Savunma Bakanlığı’nı zorunlu olarak harekete geçirdi ve o gece açıklama yapıp Türk askerini tahliye etme kararı aldıklarını söylediler. O andan itibaren işin koruma yerine işletmecilik boyutu ön plana çıktı. İlk önce Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, ‘Afganistan’dan askerlerimiz çekiliyor ama havalimanı işletmesine devam etmek istiyoruz. Bununla ilgili müzakereler devam ediyor’ dedi. Bu sabah da Erdoğan, ‘Kabil Havalimanı’nın işletilmesi konusunda teklifler var’ dedi. Koruma bitti, işletme başladı.”

‘Türkiye’deki havalimanlarını kamu adına işletmeyen hükümetin Kabil’deki havalimanına talip olmasının nedeni ne?’

Güller'e göre, 'Taliban'a karşı havaalanını koruma görevinden, Taliban için havaalanı işletmeciliğine' geçilmesi normal mantıkla anlaşılması zor bir hamle. Erdoğan hükümetinin Türkiye içindeki havaalanlarını kamusal sorumluluğuyla özel şirketlere devrederken, Kütahya4da yüzde 1 yolcuya bile ulaşamamış havaalanlarını satışını gündeme taşırken, Kabil'e ilgisinin tuhaf olduğu görüşündeki Güller, bunun arkasında iktidar kadrolarının ‘İdlib’i kontrol edemezsek Ankara düşer, Libya’da olamazsak şurası gider’ mantığının bulunduğu görüşünde. Güller, Erdoğan yönetiminin bu vesileyle SADAT gibi özel güvenlik yapılarına alan amayı planlıyor olabileceğine dikkat çekti:
“Şöyle bir tuhaflık oldu. Önce Taliban’a karşı havalimanı koruma görevi vardı, şimdi Taliban için havalimanı işletmeciliği görevi var. Bunu anlamlandırabilmek normal mantık içerisinde hiç mümkün değil. Bu hükümet havalimanı işletmeciliğine bu kadar meraklıysa Türkiye’de bir sürü havalimanı var ve özel şirketler işletiyor. Niye biz o zaman kamu olarak buraları işletmiyoruz? Daha önceki gün Kütahya’daki yüzde 1 yolcuya bile ulaşamamış garantili havalimanının bu nedenle satışı gündeme geldi. Hal böyleyken Türkiye’deki havalimanlarını kamu adına işletmeye talip olmayan Türk hükümeti, gidip Kabil’deki havalimanına talip oluyor. Bunun nedeni ne olabilir? Normal mantık içerisinde bir açıklama yapmam mümkün değil. Ama normalin dışına çıkarak aklıma sadece iki seçenek geliyor. Bir, ya bu fetihçi yaklaşıma haiz hükümetin stratejiyi anlamlandırdığı izdüşüm belki kadroları şunlara götürüyor olabilir. Hep şunları diyorlardı; ‘İdlib’i kontrol edemezsek Ankara düşer, Libya’da olamazsak şurası gider’; böyle bir jeopolitik bakışla silsileler çizerek, bir Türkiye güvenliği oluşturuyorlar. Benzerini Afganistan için de oluşturuyor olabilirler. Yani, Kabil Havalimanı’nı yöneten Kabil’i yönetir. Kabil’i yöneten Afganistan’ı yönetir gibi bakıyor olabilirler. İkincisi, bu havalimanı işletmeciliği meselesi SADAT gibi şirketler için bir çalışma alanı yaratmanın ısrarı olabilir. Yani, Türk Havayolları etiketi üzerinden bu iş anlaşılırsa yapılır ama orayı daha ziyade SADAT gibi şirketler üzerinden işletmek isteyebileceklerine dair bir öngörü konuşuluyor.”

‘Kabil dışındaki havaalanları yok mu? Oraları nasıl işletecekler?'

"Kabil dışında Afganistan'da başka havaalanı yok mu? Kandahar ya da Herat'ta yok mu? Onlar nasıl çalışacak" diye soran Güller, Türkiye'nin Kabil için ısrarının kendi ekonomik gücünün ötesindeki 'yayılmacı karakterinin' tezahürü olarak buranın işletmesine soyunduğu görüşünde. Meselenin 'buraları bizden sorulur' anlayışına dökülmeye çalışıldığını söyleyen Güller, görünen resimne 'fetih yaratma' fırsatı yakalayan Erdoğan yönetimi ile ABD'nin hedeflerinin kesiştiği görüşünde:
“Kabil Havalimanı dışında Afganistan’da başka havalimanı yok mu? Kandehar’da ya da Herat’ta yok mu? Başka havalimanları da var, onlar nasıl çalışacak? Her yeri beceriyorlar da Kabil’i mi beceremeyecekler. Ya da Kabil’i beceremiyorlar, diğerlerinin nasıl üstesinden gelinecek? Başka havalimanları da var. Dolayısıyla Türkiye’nin aslında kendi ekonomik gücünün ötesindeki Türk hükümetinin yayılmacı karakterinin bir tezahürü olarak ortada bulunan bir iş. 90’larda Sovyetler dağıldığında Orta Asya’da bir boşluk bulunduğunda Amerika, Türkiye’yi Orta Asya’daki ülkelerle etnik bağları nedeniyle oralara sevk etmeye çalışmıştı. Çin ve Rusya’nın arasına girmek için. O işin bir ucu FETÖ’nün oralarda hızla CIA yönlendirmesiyle eğitim seferberliğine başlamasıydı. Ama bir diğer ucu da 12 Eylül’ün Türk İslam sentezli Turancı anlayışının Kafkasya’dan Orta Asya’ya bir Turan koridorları açma meselesiydi. Şimdi benzer üslupta yazılar oluşuyor Cumhur İttifakı’nın yayın organlarında. AKP hükümeti, böyle bir fetihçi, yayılmacı, ‘Buralar bizden sorulur’ anlayışına sahip olduğu için buralarda küçücük bir başarı elde etmeyi kendi 2023 hedefi açısından şart görüyor. Girdiği konuların hepsinde geri adım atmak zorunda kaldı. Libya ve Doğu Akdeniz’de öyle oldu. Suriye’de hala zorluyorlar, İdlib’den geri atmamak konusunda. Ama o da netice itibariyle mecburen Şam yönetimi gelip kendi topraklarında egemen olacak. Ve AKP hükümetinin eline kendi tarihini oluşturabileceği bir fetih hikayesi yazma fırsatı ortaya çıkamamış olacak. Belki şimdi bunu ‘Biz artık Afganistan’ı kontrol eden gücüz’ diye iç politikaya pazarlamanın bir aracı haline getirebilmek için Kabil Havalimanı’nda bu kadar ısrar ediyor olabilir. Bu da bir seçenek."

'Pakistan, Asya blokuna daha yakın duruyor, Türkiye ise Atlantik blokuna daha yakın duruyor'

ABD'nin Afganistan'daki temel derdinin Taliban ile anlaşma sonrası çekidikten sonra Orta Asya ülkelerinde üs bulabilmek olduğunu anımsatan Güller, Türkiye'ye de bu noktada biçilen rollere atıf yaptı. Ancak Rusya ve Çin'in ağırlığının dengeleri değiştirdiğini belirten Güller, ABD'nin buradan çekilse bile netice itibariyle havlu atmadığını, önümüzdeki sürecin de IŞİD ve El Kaide gibi terör örgütlerinin de Taliban ile zaman zaman bilek güreşine soyunacakları bir dönem olacağı değerlendirmesinde bulundu:
"Amerika’nın buradaki temel derdi şu başından itibaren. Kendisi Taliban ile anlaşmanın sonrasında çekilmek zorunda kaldığı andan itibaren mümkünde Orta Asya ülkelerinin birkaçında üs bulabilmekti. Bir de Türkiye, güvenliğini alıp Kabil’i koruyor olursa bu NATO düzlemi açısından Kabil, Kırgızistan ve Özbekistan’da bir üs diye buralarda bir zincir kurularak NATO tahakkümü kurma noktasında adımlar atabileceklerdi. Ama bunu yapma olasılıkları gün geçtikçe ortadan kalktı. Kabil, erken kendi deyimleriyle düşmüş oldu. Rusya ve Çin’in ağırlığı nedeniyle ne Özbekistan ne de Kırgızistan tıpkı 2001’de olduğu gibi üs verdi. Pakistan da öyle. Afganistan konusunda iki cephe oluşmuş durumda. Bir Atlantik bir de Asya cephesi var. Türkiye ile Pakistan ara güç gibi her ikisinin arasında kalan ikisini birbirine karşı dengelemeye çalışan, biriyle pazarlık yaparken diğerinden birtakım dengeler gözeterek kazanım elde etmeye çalışan pozisyonda duruyorlar. Ama burada Pakistan, Asya blokuna daha yakın duruyor, Türkiye ise Atlantik blokuna daha yakın duruyor. Bu işin devamı olacak. Amerika buradan bir yirmi yıllık işgalin ardından yenilgiyle çekiliyor ama netice itibariyle havlu atmıyor. Bir iç karışıklık peşinde, savaş tezgahlamak gibi emperyalist politikalar olmaya devam edecektir. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Türkiye, Pakistan; bu ülkelere dayanarak hem İslamcılık hem Körfez sermayesi, buraları karıştırarak Afganistan’daki örgütler arası mücadelelere dahil olmaya çalışacaktır. Önümüzdeki süreç IŞİD ve El Kaide gibi terör örgütlerinin de Taliban ile zaman zaman bilek güreşine soyunmaya çalışacakları bir dönem olacak gibi görünüyor.”
Yorum yaz